9 Ekim 2006

müzikler... alır gider bizi...

  • Çok yoğun bir gün geçirdiniz. Sunuşlar, tablolar, toplantı, bütçe vs herşeyin üstüste geldiği dönemlerden birindesiniz. Telefonlar hiç susmadı. Artık çalan sese tahammülünüz yok. Akşam eve geldiğinizde üstünüzden kamyon geçmiş gibi bir haliniz var. Hemen bir banyo... İsterseniz bir tütsü... Sonra koyun relaxation serisinden bir tane. (Ben okyanus aldım. Denizin sesi ile birlikte) Işıkları karartın. Sadece müziği dinleyin. Bırakın kendinizi... Sizi nasıl dinlendirecek. Seriyi hazırlayanlar Türk kültüründeki müzikle tedaviden yola çıkmışlar...
  • Sanatçının emeğine nasıl saygı duymazsın? Dinlerken başka oluyor insan Kerem Görsev'in yazdıklarını okuduktan sonra. Demiş ki: "Ben yaşamadan ve olayları içimde hissetmeden beste yapamam. Benim için beste yapmak ipek yapmak için tırtıl büyütmye benzer. Tırtılı kendim büyütmeliyim. Dut yaprağı ile beslemeliyim. O tırtıl koza yapmalı ve zamanı gelince kelebek olarak uçup gitmeli. Ben de onun ardında bıraktığı ipekten güzel ve yumuşak bir kumaş örebilmeliyim. Ancak o zaman bu kumaştan elbise dikebilirim. Ben terzi değilim sipariş üzerine elbise dikemem." Nasıl bir emek, nasıl bir düşünce değil mi? Bizde hem "orange juice" hem de "november in St. Petersbug" cd'leri var. İkisi de muhteşem...
  • Duygusal, romantik şarkıları düşünün önce... Hafızanızda listesini çıkarın. İşte o listenin çoğunu Ömür Göksel'in cd'sinde (a touch of quality) bulacaksınız. Hem de yumuşak, güçlü, kadife gibi akıp giden bir sesle... Sanki ağzını açıverinse ses kendiliğinden akıyormuş gibi. Hiç zorlamadan çıkıyormuş gibi... Çok çok güzel...

  • Ah bu filmi görmeyen var mı? Sinemaya gittiği gibi çıkan var mı? Olamaz diyorum ben... Bu kadar mı güzel bir film olur? Bu kadar mı güzel film müzikleri olur? Yüreğimi titreten nasıl bir müzik bu? Beni içine alıyor, sarmalıyor... Şimdi onu koydum yine... Öyle bir müzik ki... Elimize alınca akmasını önleyemediğimiz kum tanelerini hatırlatıyor bana... Geri döndüremediğimiz zamanı... Anıların güzelliğini, ama geride kaldığını... İlle de gözyaşlarım akıyor... İçim kabarık... Kimbilir neler düşünüyorum... Neleri özlüyorum... Bugün elimizde, yanımızda olan ne varsa çok şanslıyız... Bugünü yaşadığımız için çok şanslıyız...
  • Canım arkadaşım Ece blogunda 32 yaşına girdiğini yazmış. 30'lu yaşların ne hissettirdiğini uzun uzun anlatacağım demiş... Hem Ece'nin yazdıkları hem belki bu müzikler beni de yazmaya itti. Ben 30'lu yaşlara girdiğimde kum saatinin birden farkına varmıştım... Sanki o güne kadar "yolun yarısı" lafını duymamış gibi... İşte o an, zamanın ne kadar değerli olduğunu kavramıştım. Hayatı ertelememenin, günü yaşamanın, fırsatları değerlendirmenin ne kadar önemli olduğunun farkına varmıştım. "Eş-aile-dost-arkadaş" bunların "iş-toplantı-sunuş..." cümbüşünden ne kadar değerli olduğunu anlamıştım. Hayat güzel demiştim. Kum saati çok hızlı demiştim. Ondan geri kalmamaya çalışmalı demiştim...







Hiç yorum yok: