30 Mayıs 2007

Ağzına sağlık Tülay Tuğcu

Arabadaydım.. NTV radyoyu dinliyordum. Flaş flaş... Anayasa Mahkemesi Başkanı'nın basın toplantısı canlı yayına bağlandı. Kısa ve net bir açıklamaydı. Hukuka saygı göstermesi, anayasayı sahiplenmesi gerekenlere tekrar anayasayı alfabesinden öğretme niteliğindeydi. Ben olsam utanırdım ve istifa ederdim... Ama bunlarda utanacak yüz yok tabi. Çok haklı gerekçelere dayanan bir açıklama... Kendini köpeksiz köyde sananlara karşı yerinde bir metin... Ama dediğim gibi anlayana... Bir de suç duyurusunda bulunacaklarmış... Ohhh dedim... İçim rahatladı.

Sonra canım medyamı düşündüm... Milyonlarca insan yürüdük kısmen haber yaptılar... Asker "a" dedi ortalığı yıktılar. Yok muhtıraymış, darbeymiş...(Bakınız örnek yazı) İstiyorlar ki herşeye sessiz olalım. Aman ekonomi bozulmasın (zaten bozuk değil mi?), demokrasi zedelenmesin (demokrasi mi bıraktılar)... Hiçbir kurum konuşmasın. Üstelik yasal hakları olsa bile... Alerji bu, hastalık bu... Bakalım Anayasa Mahkemesi'nin açıklamasına ne diyecekler.
Ama Başbakan'ın bu haddini aşmış söylemlerini eleştirmiyorlar. Bu mu demokrasi? Bu mu gazetecilik...
Benim kanım şudur. İstisnalar tabi ki var. Ama genel durumda halka haber yapmak niteliğinden kopalı çok olmuştur. Sadece rüzgarın estiği yöne doğru haber yapıp kendilerini tatmin etmektedirler. Bize de yersen demektedirler. Hele hele en sağcı gazete yazarları TV'lerdeki tartışma programlarında koltuk kaptıklarından beri hükümetle ilgili eleştiri olduğunda hemen savunmaya ya da karşı taarruza geçmektedirler. Mesela dün NTV'deki "neden" programında 1 Mart müzakerelerini yürüten Bölükbaşı'ya Fehmi Koru'nun sorularını duysaydınız gülerdiniz. Demeye getirdiği şuydu: "Siz bu anlattıklarınızı o zaman demek ki iyi anlatamamışsınız. Neden anlatıp ikna etmediniz? Başbakan da ekibini ikna edemedi." Diyorlar ki sorumluluk hükümetin. Bürokrat raporunu hazırlar, ilgili muhataba (başbakan) anlatır. Gerisi sorumluluk ve yürütme mevki olan hükümettir. Zaten en güzel son sözü Bölükbaşı verdi: "Sn Koru'nun niyeti üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek" (Programın tüm konuşma metni için tıklayınız.)

Sur Dergisi ve Deccal tanımı

Yerel zincir marketlerden birinde bedava dağıtılan bir dergiye rastladım. İsmi Sur. İçinde "deccal" hakkında bir dosya var. İlgimi çekti. Öyle tanımlamalar var ki...
Kime deccal dediklerini bilirsiniz bu grubun...
Bu yazılanlara inananları kınıyorum artık. Bu çağda kendilerini bütün bilgilere kapadıkları, kendi akıllarını kullanmadıkları, başkasının aklıyla ahkam kestikleri ve bu bedavacı hayattan şikayetçi olmadıkları için...
Kimi kastettiklerini unuttuysanız lütfen linki tıklayınız...








24 Mayıs 2007

Ne, nerede, nasıl?

Varan 1)
Büyük bir şirketin tuvaleti...
Haftalık temizlik yapılıyor...
Kadın önce klozeti ve kapağını bir güzel sildi.
Ardından AYNI BEZLE lavaboyu, kurnasını falan sildi.
"Aynı bezle neden sildin? Neden bezini değiştirmedin?" dediğimde de "bişey olmaz. Bez deterjanlı" dedi.

Varan 2)
Bir alışveriş merkezinin yiyecek bölümünde sipariş verdim. Yemeğimi bekliyorum. Yanyana dizilmiş fast food dükkanlarının önleri tezgahtır, arkaya geçilen kapıları vardır. Zaten mekanlar da büyük değildir. Burasının kapısı açıktı. "çıt çıt çıt" sesleri gelmeye başladı. Dikkatimi çekince sese doğru baktım. O kapının öte tarafında adam oturmuş, o ufacık yerde tırnak kesiyor... Adamla bakıştık... Ben şaşkın, o mahçup... Bıraktı, geldi, makasını çekmeceye koydu...

Sonuç:
Ben birinci olayda işi yapan kişiye söyledim. İnsan kaynakları müdürüne söylemeliyim dedim kendi kendime... Aradım yerinde değildi. Sonra da unuttum...
İkinci olayda ise adam tırnak kesmeyi bıraktı diye, zaten paramı da ödedim diye... Bakışlarımdan başka sözlü tepki koymadım. İyi etmedim biliyorum.

Varan 3)
Büyük ve popüler bir giyim ve aksesuar mağazasından hediye alıyorum. Rafta beğendim aldım. Hem önünde hem arkasında fiyatı yazılı.(22.50 YTL) Kasaya geldim. Kasiyer dedi ki "bunun fiyatı 22.50 değil, 34.50 YTL. Promosyondaymış ama bitmiş." Ben "üzerinde iki fiyat var. Bu dediğinizi kabul edemem. Bana bu fiyattan vermek zorundasınız" Ik-mık etti ama yöneticiyle görüşmeye gitti. Geldiğinde yine yeni fiyatın geçerliliğinden bahsettiler. Üst perdeden konuşarak "Sizin hatanızın cezasını ben çekemem. Rafta gördüm beğendim. Yöneticinize söyleyeceğiniz şey şu. Bunu promosyonlu fiyatından vermek gerekiyor." Tamam deyip yine uzaklaştı. Bekliyorum kasada. İşe geç kalıyorum. Taframa devam ettim ve "ben daha ne kadar bekletileceğim burada. İşe geç kalıyorum" diye konuşmaya başladım. Neyse çocuk geldi. Eski fiyat geçerli. Alacağımı aldım, çocuğa ilgisi için teşekkür ettim çıktım.

Sonuç: Eskiden olsa kasiyerlerin ilk itirazında tamam derdim. Ama kendi kendime sinirlenirdim. Çıkar gelirdim. Alacağımdan da olurdum bir yandan... Ayrıca, hataları da yanlarına kar kalırdı. Bu işten ben zararlı çıkardım. İstanbul'da akıllandım.
Oooo günaydın dediğinizi duyar gibiyim...
Aaaa ayıp oluyor ama...
Uyanmanın vakti saati yok :))

Uslup farkı

TSK diyor ki: "Yüce Türk Ulusu, Yüce Türk Milleti..."

Başbakan diyor ki: "Benim milletim, benim vatandaşım, benim bakanım..."

Hangisi samimi bunların?
Hangisi anlam yüklü?
Hangisi ısmarlama değil?

Ben içi boş cümlelerle sahiplenilecek insan değilim.
İsyan ediyorum.
Bana "benim milletim, benim vanatdaşım vs" demesin...

23 Mayıs 2007

Ahhh Nasreddin Hoca Ahhh

Sevgili Nasreddin Hoca, eğer yaşasaydı kimbilir neler üretirdi... Baksanıza yüzyıllar öteden gelen hikayeleri bugünü anlatmaya yetiyor artıyor bile...
Bahçeye dikenli tel yapalım...
Koyunlar büyüsün...
Yünleri uzasın...
Tele sürtündüklerinde yünleri takılsın...
Yünler biriksin satayım...
vs vs vs...
Yani gönlüm yok ama dostlar alışverişte görsün...

Şimdi, Genel Kurmay Başkanımız bir ay önce "Kuzey Irak'a operasyon yapılmalı mı? Evet, yapılmalı. Fayda sağlar mı? Evet, sağlar. Bir hudut ötesi operasyon için siyasi kararın çıkması lazım" dedi mi?
Dedi... Başka ne dedi? Karar siyasi iradenindir dedi. Yani Türk Milletinin menfaatleri için teröristlerin yuvasını dağıtmak gerekir. Biz bunu yapmaya hazırız ve muktediriz. Ama eğer iktidar he derse... O aralar iktidardan ses çıktı mı? Hayır... Her mühim konuda olduğu gibi sessizliği tercih ettiler.

Bugün başbakan ne demiş? "eğer asker isterse sınır ötesi harekat yapılırmış..." Niye yan çiziyorsun. Bir aydır sesini çıkarmıyordun. (Hatta öfkeyle kalkan zararla oturur dedin.) Asker sesini çıkardığında "onlar bana bağlı" diye uslubu düşük cümleler kuruyordun? Noldu şimdi? Seçim öncesi prim yapma derdine düştün. Yoksa zaman mı kazanmaya çalışıyorsun? Yoksa topu mu taca atıyorsun? (Hem mahalle ağzı, hem futbol tabiri iyi anlar diye böyle yazdım).
Kardeşim oyalama artık bizi. Biz senin oyuncağın falan değiliz. Enayi, salak, embesil de değiliz. Senin kafa sallayan cemaatin hiç değiliz. Bize konuşurken tart konuş. Dürüst konuş. akıllı konuş.
Son beş yılda memleketin anasını ağlattın. Hadi .... da al git artık... Çok kaldın sen çok...

20 Mayıs 2007

BOP, GOP eşbaşkanı safsatası

İnsanın gerçekten inanası gelmiyor. Bunu başımıza nasıl musallat ettik biz...
Yorum yapamıyorum...
Lütfen her iki videoyu da izleyin...
Video 1

Video 2

19 Mayıs 2007

Bayrak! Göstermelik sahiplenilmez...

Aşağıdaki haber dikkatimi çekti. Neden mi? Miting yapıyorlar... Cumhuriyet mitinglerinden sonra akıllarına geldi... Bayrak denizi yapmaya uğraşıyorlar. Fonda bayrak falan... Ama işte dökme suyla değirmen dönmüyor Recep Bey'in sağ kolları!
Biz Cumhuriyet Mitinglerine giderken bayrağımızı yanımızda götürdük. Kendimiz aldık... Kimse bize dağıtmadı. Bizim içimizden geldi...
Siz ise 50.000 adet dağıtmışsınız! Yazık. Bu ne duyarlılık! (Yine kibar olmaya çalıştım. Duyarsız demeye dilim varmadı.)


NOTLAR

Burası Vandoğan
  • Törenlerde 10 bakan ve 30'a yakın milletvekili hazır bulundu. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, Van'a gelmedi.
  • Erzurum'daki törenin ardından şarkıcı Işın Karaca'nın, "İşte Yeni Türkiye" isimli marşının izinsiz ve "Atam izindeyiz" bölümü çıkarılarak çalındığı iddialarıyla karşılaşınca AKP, Van'da Karaca'nın marşı çalınmadı.
  • Erdoğan'ın konuşma yaptığı platform da Said-i Nursi'nin, "Sözler" adlı kitabının dev boyutlu bir maketinin yer aldığı binanın karşısına kuruldu.
  • 50 bin Türk bayrağı dağıtıldı.
  • Törende sunucu, "Sözde değil özde sevenler burada" anonsu yaptı.
  • Emniyete göre 50 bin, AKP'lilere göre100 binin üzerinde vatandaş katıldı.
  • Erdoğan, açılışına gitmediği Van Gölü'ndeki Akdamar Adası'nda bulunan ve restore edildikten sonra anıt müze olarak açılan Ermeni Kilisesi'ni gezdi.
  • (Haber için tıklayınız.)

    40 çürük yumurta

    Dervişin fikri neyse zikri de odur.
    Korkunun ecele faydası yok.
    Kişi kendinden bilir işi.

    Maaşallah demişlerdi ki meydanlarda icraatlarımızı anlatacağız... Demek oluyor ki icraattan kasıt Kasımpaşa ağzıyla konuşmaya devam etmek... Yani haklılar... 4,5 yıl ne yaptılarsa onu anlatacaklar tabi... Bir de buna muhalafet korkusu eklenince saçmalamak mübah... "Kırk çürük yumurta bir sağlam yumurta etmezmiş" Bak bak bak...
    Ben de size diyorum ki: "kırk küp kırkının da kulbu kırık küp"

    19 Mayıs

    Geçen yıl Danıştay saldırısından sonra yargı mensupları cüppeleriyle Anıtkabir'e yürümüştü. TV'den seyrettiğimde çok etkilenmiştim. Fatih de izinliydi tesadüf... Hemen biletlerimizi aldık ve 19 Mayıs sabahı Ankara'ya indik. Milli mücadele ilgili pek çok yer dolaştık. Anıtkabir'e gittik. İlk gidişimizdi. Daha önce yazmıştım bunları...
    Bugün yine 19 Mayıs... Şimdi seyrettim devlet erkanı Anıtkabir'e gitti. Çelenk koydular. Halk toplanmış... Alkış koptu... Bana göre cumhurbaşkanının temsil ettiği karakter alkışlandı. Ama biraz hayal kurdum. Mesela dinci gazeteleri düşündüm. Herhalde kendilerine yontmayı başarırlar yine... Ve şöyle derler: Halk RTE'yi alkışladı... Hani "sözde değil özde bağlı" dendiğinde de AKP milletvekilleri "tam RTE'yi tarif ediyor bu tanımlama" demişlerdi. Bunlar komik insanlar yahu...

    Herhalde insanlar yine sel olup Anıtkabir'e akacak...
    Düşünüyorum da... Dünyada bizim Atatürk sevgimizi anlayacak hiç bir millet yoktur...
    Bunu kavramak gerçekten zor... AB, zaten anlamadığı için söküp atmaya çalışıyor... İş yerlerinde neden hala Atatürk resminin bulunduğunu kavrayamıyor... Din tüccarları da anlayamadığı için Atatürkçülüğe farklı tanımlar koymaya çalışıyorlar. Neredeyse işi sulandırıp laikliği de bir din gibi tanımlamaya çalışıyorlar...
    Oysa evlerimizde resminin olması, tepkimizi koymak istediğimizde Anıtkabir'e yürüyüşümüzü, elimize bir bayrak bir de Atatürk posteri alışımızı anlamaları gerçekten zor... Fakat anlayamadıkları için de buna bir şekil şemal koymaya çalışmaları gereksiz...
    O ne büyük insan ki sadece sevgisi, saygısı, hizmetleri, bıraktığı miras, büyüklüğü, dehası ile her yıl yeniden doğuyor yeniden. Hala Anıtkabir'e yürüdüğünde tepkin, mesajın tam yerini buluyor... Anıtkabir'e girdiğinde tüylerin diken diken, inanılmaz bir saygı ile yürüyorsun... Ne derlerse, ne yaparlarsa... yaptıkları kadar hatta daha fazla büyüyor içimizde...
    Unutuyorlar...
    Güneş balçıkla sıvanmıyor...

    16 Mayıs 2007

    içimizden coşan mitingler

    Önemli mitingler yaptık...
    Kalabalıklar taştı...
    Herkes gönülden katıldı...
    Kimseyle kapışmadık, kavga etmedik... Havaya ateş açmadık... Modern Fransa'daki gibi binlerce araba yakmadık. Cam çerçeve indirmedik... Birbirimizi ezip geçmedik...
    Binlerce milyonlarca gönül biraraya geldik... Duruşumuzu sergiledik... Efendi gibi... Sonra gayet kibar ayrıldık... Arkamızda hasar bırakmadan... Sırtımızda bayrak, göğsümüzde alnımızda Atatürk...
    Tepkimizi koyduk anlayana... Ne büyük bir millet bu... Ne vakarlı bir hareket bu... Bu ne büyük asalet...

    Sonra, sen bu hareketi küçümsedin... Bindirilmiş falan dedin... Kendi mitinglerinde de bayrak aklına geldi... Bunlar öyle sonradan olma iyi durmuyor... Taa başından olacak... Gönülden olacak...

    Milyonlarca insan, onların eşi-dostu ailesi "laiklik" diyecek... Sen yani hükümet, yani medya kulaklarını tıkayacaksın... Laik devler olur, ama laik insan olmaz diyeceksin. Din üstünden siyaset yapılmaz ama laiklik üstünden de yapılmamalı diye yine incir çekirdeğini doldurmayan fikirler öne süreceksin... Önce, hem iktidar hem de medya Tandoğan'ı görmezden geleceksin... Sonra medyanın paçası tutuşacak... Ama gönülden, ama rayting için bilemem mitingleri uzun uzun vereceksin ekranlarından, manşetlerinden...

    Medya, sanki kendisi sütten çıkmış ak kaşıkmış gibi, tarafsızmış gibi, "soldaki birleşmeyi" diline dolayacak... Ama dönüp aynaya bakmayacak. Ben aylar önce ne demiştim. Bu günler geçecek. Ve bizler medyada kim kimdir hepsini hatırlayacağız. Unutmayacağız. Bu günlerde bize destek olmadılar ya, bize rağmen bizim için haber yapmadılar ya... bunu hatırlayacağız. Nasıl olsa devran dönecek, rüzgar başka yerden esecek...

    Cumhurbaşkanını halk seçsin. Ne zaman yumurta kapıya gelince... Hatta yumurta kapıda kırılınca... Sebep? Demokrasi... Millete sormak... Kardeşim hala asılıyorsunuz yakamıza paçamıza... Sülük gibi yapıştınız.. Atmaya çalıştıkça kabus gibi yapış yapış kurtulamıyoruz.. Ne laftan anlıyorsunuz, ne bişeyden... Biraz
    bilgi, kültür arıyorum... Biraz saygı... Biraz medeniyet... Ama en önemlisi ONUR arıyorum... ONUR...

    Sevgilimle ufak bir kaçamak...

    Bugün sevgilim izinliydi.
    Aradım yemeğe çıkalım diye...
    Tamam dedi.
    Öğlen buluştuk, yemeğe çıktık...
    Nasıl özlemişim O'nunla böyle kaçamak yapmayı...
    Plansız buluşmalar, iş arasında ne kadar keyifli...
    Vallahi ruhum tazelendi elini tutarken...


    Kocacım, sen benim sevgilim, dostum, arkadaşım herşeyimsin...

    10 Mayıs 2007

    25 yaş adayları

    Başbakan Erdoğan, “Biz 25 yaşındakileri aday göstereceğiz. YSK neye karar verir bilemem” dedi.

    Türkçesi şu: Ben yine kimseyi tanımam, takmam, kaale almam... Hukuk mukuk bilmem. Hukuk bana çalışırsa tanırım...

    Özünde bu var bu ifadenin... Yangından mal kaçırmanın... Ama tabi her zamanki gibi öfkeyle kalkıyorlar... Yine zararla oturabilirler... Bıkıp usanmadılar. Cahilce çıkışlar yapıp, yasa tanımaz uygulamalar yapıp, üç gün sonra çark etmekten...
    Bize de yazık yahu. Enerjimiz boşa gidiyor.


    NOT: (İstisnalar dışında) 25 yaşındaki adamın hakikaten ne çok tecrübesi var. Mühim o yaştaki insanları meclise taşımak. Artık fikir adamı mı olurlar, emir kulu mu olurlar bilemeyiz. Bir ömür de bunu izlemekle geçecek desenize...

    6 Mayıs 2007

    Bir bahar sabahı...

    Bugün pazar... Hava süper... Hatta çok sıcak denebilir. Kocam İzmir'e gitmişti. Bu sabah geldi... Tabi yorgun... Ben dışarı çıkıp, şöyle Heybeli Adası'na ya da Polonezköy'e gitmek istiyorum... Yeşil, doğa, huzur arıyorum... Bıkmışım bu hafta işten, trafikten... Ama Fatih Bey yorgun oralı olmuyor. Evini özlemiş, evinde oturmak istiyor. Uyumak istiyor. Haklı... Tabi bir de Sığacık'a gitmiş haftasonu. Doymuş yeşile, denize, balığa... Biz de en fazla Carrefour alışveriş merkezine uzandık. Anneler günü hediyelerimizi aldık.
    Sığacık çok güzel olmaya başlamış. Marina inşaatı başlıyormuş. Bizim evin önündeki liman çevresini rekreasyon alanı olarak hazırlıyorlarmış. Yaza bitecekmiş... Sığacık'ta herkeste bir neşe, bir umut varmış... Özledim.
    Hani geçenlerde yazmıştım... İçimde bir enerji var. Bıraksam, dengeye gelsem içimden kelimeler fışkıracak demiştim... Şimdi o enerjim yok. Daha doğrusu şimdi çok derinlere kaçtı... Kelimelerin fışkırması için kafadaki düşünceleri, işi falan bir kenara bırakmak gerek. Onlara yer açmak gerek... Ki dışarı süzülsünler...

    4 Mayıs 2007

    demokrasiye kurşun sıkılmışmış...

    Bi söyleyene bakıyorum...
    Bi söylenene...
    Yahu ne tuhaf insandır bu! İnsanda biraz akıl fikir olur...
    Artık bu zorlamaların bir noktasında insana dank eder... Şöyle bir silkinir de "ne diyorum ben" der...
    Ama insan böyle olunca... ya da ihtiras gözlerini kör edince... ya da cahil olunca... ya da hedefe kayıtsız şartsız kilitlenince... ya da yıllardır hayalini kurdukları harekatın son merhalesini ellerinden kaçırınca... Ne dediğini bilmiyor demek ki!
    Hoş hiç ne dediğini bilen bir haline tanık olmadım ya...
    Saçma sapan, sadece ağzını dolduran, bir yığın yanyana gelmiş kelimeler... Hatta o kelimeler bile o şekilde yanyana gelmekten rahatsızlardır... Bağıra çağıra kükreye köpüre...
    İlle cumhurbaşkanı olacam... Ben olamazsam benim tayin ettiğim olacak... İlle olacak. Başka şekil yok... Bilmem tanımam... Yüzmüşüm, kuyruğuna gelmişim. Şu olanlara bak... Yahu bu uyanış da nereden çıktı. Hani bu millet uyurdu... Hani bu orduyu sindirmiştik... Hani biz çoğunluktuk, ne dersek olurdu?
    Yaaaa, buraya kadar...
    Cumhurbaşkanını bize mi seçiyor, kendine mi belli değil. Bir inat bir inat...
    Onca yürüdük, sokaklara döküldük. Takmadı bile. Tutturdu "Ben çoğunluğum. Azınlığa mı tabi olacağım." Kardeşim olacaksın... Ya biz cahillere mi mecbur olacağız hala...
    Seçim kararı verildi. Eeee! Yazın ortasında... Buyrun bakalım. Her yapılan anlık, yangından mak kaçırma türünde... Koca ülke ellerinde, şu yapılanlara bak... 1000 yıllık devlet geleneği meleneği eridi mi ne bunların elinde.
    Seçim olacakmış... Cumhurbaşkanını halka seçtireceklermiş... Anayasa değişecekmiş. Bütün bunlar ne zaman olacakmış. 2,5 ay içinde... Olmayacağını bilmiyorlar mı? Bal gibi biliyorlar... Ama meydanlara indiklerinde kendilerini nasıl acındıracaklar seçmenlerine karşı... Ellerinde koz olsun da, bize ne olursa olsun... Onlar yangından mal kaçırsınlar bakalım...
    Yani enseme yapışmış sinek gibi. Atıyorum atıyorum. Gene geliyor... Tiksiniyorum...

    Anayasa mahkemesinin kararı parlementer sistemi bloke etmişmiş... Ya sen ne yaptın. İçine ettin... Siz herşeyi yapın, altını üstüne getirin düzenin. Biz sesimizi çıkarınca aman demokrasi, yaman demokrasi olsun.
    Asker konuşmasın. Neden? Asker de sen, ben değil mi? Bu ülkenin kurumu değil mi? Hatta bu ülkenin kurucu unsuru değil mi? Anayasal hakları yok mu? Ne diye korkuyorsun bu kadar? Neden sistemi yörüngesinden çıkarınca, tepki gelmesinden rahatsız oluyorsun? Hadi sizin amacınız bu diyelim. Ya buna alet olan gazetecilere ne demeli! Bir ülkenin sistemini bozanlara tık yok da... Yerinde ve usturuplu konuşan oldu mu "vay neden konuştun. Demokrasi elden gitti" diyorlar... Ben askerin konuşmasından hiç rahatsızlık duymuyorum. Bir gelenek içinde, akıllı, birikimli, vizyonel, gerçekçi konuşan cumhuriyet kurumlarımızdan birisi... Bizden biri arkadaşlar... İçimizden biri. Üstelik dünyanın en güçlülerinden biri. Bana göre en onurlusu...
    CHP konuşmasın, itiraz etmesin. Aman demokrasi... Yahu kardeşim sizin demokrasiden anladığınız şey maganda usulu işte... Siz demokrasiyi tramvaya benzettiğiniz için, çapınız gereği kurumların anayasal davranışlarını ve kararlarını da ancak "demokrasiye sıkılmış kurşun" olarak algılarsınız.

    2 Mayıs 2007

    İstanbul'la nihayet tanıştık.

    Dün...
    1 Mayıs işkencesini yaşadım İstanbul'da...
    Basiretsiz yöneticilerin uygulamalarını da gayet iyi anladım...
    Sabah 07'de evden çıktım arabama bindim. Fatih Sultan Mehmet köprüsünden geçip Maslak'a gitmek niyetim.
    Yol bomboş ise 20-25 dk, normal trafikte ise 45-50 dk süren bir güzergah burası...
    Dün 4,5 saat sürdü...
    Efendim, yöneticilerimiz çok akıllı ya...
    1 Mayıs'ta önlem almak için Anadolu tarafından gelenleri arıyorlar... Avrupa tarafındakiler hep melek, Anadolu tarafında oturanlar ise hep şüpheli...
    Bütün şeritleri teke indirip sözüm ona arama yapıyorlarmış. (Duyduğuma göre arama yapmadan geçiriyorlarmış.)
    Düpedüz eziyet, işkence, Çağlayan Mitinginin rövanşı bence...
    Avrupa kültür başkenti falan olacak bu şehirde, bu kafada (iki tavuk güdemeyen) yöneticilerle iş yapmak gerçekten zor.
    NTV radyo "yol durumu" diye sürekli canlı yayın yaptı dinleyicilerle. Bağlananlar görüşlerini söyledi. Çoğunluk, ben de dahil olayı protesto ettiğimizi ve yöneticileri istifaya çağırdığımızı seslendirdik.