28 Aralık 2010

borç yiğidin kamçısıdır!!!

Borç yiğidin kamçısıdır demişler...
Ne saçma...
Borcum olması beni boğuyor...
Hareketlerimi kısıtlıyor...
Özgür karar almamı engelliyor...
Mesela şimdi bir kredi borcumuz var...
Ayağımda ağır prangalar hissediyorum...
Denize atlarsam yüzemeden dibi boylayacak gibi... 
Kollarım boşuna çırpınıyor, dibe batıyorum...
İşle ilgili çok başka kararlar almak, dümenimi başka yerlere kırmak istiyorum!
2011 baharında hayalini kurduğum planım suya düşüyor...
Ruhumun tam ortasında bir pranga var...
Beni aşağıya itiyor...

18 Aralık 2010

karı-koca!

"karı-koca" tabirinin felsefesi bana kağıt üstündeki, toplumun kabul şartlarındaki bir iş birliğini anımsatıyor. 
Gözümde canlanan şu: "kadın, yemek yapar, ev işlerini yapar, çarşı-pazar, aile ilişkileri vs..."
"erkek, çalışır, söz sahibidir, buyurgandır..." gibi klişeler işte...

Oysa, türlü halleri yaşıyorsunuz. Sevgili gibi, kanka gibi, baba-kız gibi, dost gibi...

Ben evliliğimi şöyle tanımlıyorum. "Fatih'le, ortalamada senkronu tutturarak salınan ama birbirini kesmeyen iki paralel çizgiyiz."

12 Aralık 2010

Kimse üstüne alınmasın

Kimse üstüne alınmasın... Benim derdim kendimle...

Sinirleniyorsam, kızıyorsam, sabırsızlanıyorsam hep kendime...

Her gün kendimi biraz daha mı farkediyorum yoksa biraz daha mı unutuyorum bilmiyorum...

TESADÜF

CASO (İtalyanca tesadüf)

Bu yıl Ye Dua Et Sev kitabını okudum, filmini de seyrettim. Çok etkilendim, beğendim. 

Bir insanın kendini araması bulması sürecine hep meraklıyım.

Kitaptaki kadının önce dağılması (İtalya), sonra derinleşmesi (Hindistan), en sonunda dengelenmesi (Endonezya) olarak algıladım. Kitabın içinde ben de yeni yollara çıktım, ruhum uçtu.

Yazar, kendi kelimesini aramış ve bulmuştu. Kendini en iyi tanımlayan kelimeyi...

O günden beri kendi kelimemi arıyorum. Benim hayatımı özetleyecek kelime neydi, ne olabilirdi? Bir sürü şey buldum, eledim.

İki gün önce İzmir'e gittim geldim. Oradayken hayatımda teadüfleri değerlendirerek yoluma devam ettiğimi farkettim. Tesadüf'ün aslında edilgen ya da pasif bir kelime olmadığını da... Bir şeyin tesadüf olabilmesi için o şeyi farketmeniz-kabul etmeniz-yapmanız-peşinden gitmeniz kısaca tutmanız gerekiyor. Eğer hayatınıza işlemiyorsa zaten tesadüf olmuyor...

Evet benim kelimem budur: TESADÜF...

Bundan sonraki adım şu olacak. Tesadüf kelimesinin sembolik karşılığını ya da Çince/Japonca yazılışını omzuma dövme yaptırmak.

Kelimemi seviyorum... Tesadüflere bayılıyorum...

Pek çok dilde karşılığına baktım. Fonetik oalrak en hoşuma giden İtalyanca oldu. CASO...

22 Kasım 2010

2011 planı için...


2011 planı tamam dedim ya...

Valla bazı şeyler ayağıma geliyor...

Henüz yazmak istemiyorum planımı... 

Uygun zaman değil ama mutlaka burada paylaşacağım...

Heyecanlıyım...

12 Kasım 2010

negatif ayrımcılık!!

Ne zaman TV'de fuhuş haberi izlesem aynı saçma negatif ayrımcılıkla karşılaşıyorum...

Mesela, "10'u kadın 26 kişi tutuklandı" diyor...

NEDEN?

"16'sı ERKEK, 26 KİŞİ TUTUKLANDI" demiyor?

Fatih'in programına mesaj attım (Fox TV'de Çalar Saat), O da bu tepkimi okudu, hak verdi, biz düşünmemiştik, özür dileriz diye ekrandan iritaf etti :))

Negatif ayrımcılığa son!!!

11 Kasım 2010

Tukaş günleri - nostalji

Geçmiş dosyalarıma bakarken bu videoyu buldum...
Tukaş'tan ayrıldıktan sonra arkadaşlarım benim için yapmışlar ve kargo ile göndermişlerdi...
İlk izlediğimde gözlerim dolu dolu olmuştu ve yeni işyerimdekiler durumu pek anlayamamıştı...
Biz, bir şirkette çalışan insanlar değil dost olmuşuz...

10 Kasım 2010

hayalim gerçek oldu


Bundan bir kaç ay önce heyecandan 9 doğuyorum demiştim...
Sonra da olmadı :( diyerek üzüntümü yazmıştım ama yılmayacağımı söylemiştim...
Evet, yılmadım, hayalimden vazgeçmedim...
Ulusal bir dergide yazı yazmaktı benim hayalim...

İlk olarak Gastronomi Dergisinde, yazım yayınlandı.
Diğeri ise tamamen bana ait bir projeydi. Adı, konsepti bana ait, sıfırdan yarattığım bir proje...
İlk teşebbüsüm olumsuz oldu... Aradan aylar geçti...
Ofis+İletişim Dergisi'nde yayınlandı...
Yazımı kabul ettiklerinde yaşadığım heyecanı ömrüm boyunca unutamayacağım...
O kadar tatlı bir duygu ki...
Hayalini gerçekleştirmek...
Bundan sonrası için inancım daha arttı biliyor musunuz?
Gerçekten insanın yapamayacağı şey yok...
Eğer isterse...

9 Kasım 2010

uyku?

Hem uykuya ihtiyacım var, hem uyumak istemiyorum...
Ya hayat geçerse diye...

vecize... benden

Türk siyasileri devrederek değil, devrilerek giderler!

2011 planları tamam!

2011 planları tamam!
Beni heyecanlandırıyor!
Bir an önce 2011 gelsin istiyorum...
Ama duyan biraz şaşabilir...
Eh, o kadar olsun...
Hayat sürpriz ve macera dolu....


40 yaşında olmak demek...

40'lı yaşlarımdayım...
Bu ne demek biliyor musunuz?
Bir şelale altındasınız...
Susadınız...
Ağzınızı yukarı doğru açıyorsunuz...

40'lı yaşlar içebildiğiniz kadar içmek değil...
Bütün suyu içmeyi istemektir...
Artık, akan suyun çoğunu tutamadığınızı bilmektir.
Hayatın hızla geçtiğini görmektir.

1 Kasım 2010

nerede yaşamak isterdim?

Bana sorsalardı, nerede yaşamak isterdin diye...
Karada mı, denizde mi, havada mı?
Koşulsuz havayı seçerdim... Ama yükseklerde olmak isterdim...
Özgür, bağımsız...
Süzülmek, uçsuz bucaksız, engelsiz...
Şöyle kollarımı açıp, süzülseydim, rüzgar yüzümü okşayarak, kollarımın arasından geçseydi...
Ne güzel olurdu...

19 Ekim 2010

Paradoks: Tanrı ile tartışabilirim...

Evet, Tanrı ile tartışabilirim ama din ile tartışamam...
Büyük paradoks değil mi? 
Tanrı, her görüşe açık, benim kaygılarımı anlar, tereddütlerimi haklı bulabilir... Ben öyle düşünüyorum...

Ama Tanrı adına oluşturulan dinler ile tartışamam. Onlar Tanrı adına konuşarak, tek çizgiden giderler... Benim kaygımı anlamaz, kabul etmez, varlığımı kabul etmez... Sadece yargılar... Tanrı'nın adını kullanarak insanlar yapar bunu...

Dinlerin bu baskıcılığı, düşünce sistemine kapalı oluşu da büyük paradoks. Tanrı akıl vermiş diyeceğiz ama din adına 1300 yıl geride durmak zorunda kalacağız. Bir paradoks daha şu: türban takacaksın, saçın görünmeyecek ama terlik giyeceksin, tayt giyeceksin, son teknoloji cep telefonu, bilgisayar, araba ne varsa kullanacaksın...

İş saçının teline gelince din diyeceksin, haşa değişmez diyeceksin ama değişen gelişen teknolojinin tüm diğer nimetlerini kullanmaya devam edeceksin... Ya herşeyi reddedersin, ya herşeyi kabul edersin...

İşte bu yüzden Tanrı ile tartışabilirim, din ile tartışamam. Korkularım kaygılarım da bu yüzden...

not: Son günlerde üstüste gerçekleşen olaylara bakar mısınız?
1) HSYK seçimlerinde Adalet Bakanlığı'nın desteklediği adaylar seçildi.
2) Anayasa referandumuna "kadınlara pozitif ayrımcılık" adı altında, renkli şekere bulanmış bir zehir onaylandı. Kadınlar neden ikinci sınıf vatandaş olsun ki... Kadın-erkek eşitliğ, insan hakları eşitliği nerede kaldı...
3) Üniversitelere türban girmeye başladı. Başbakan "başı açıkların da hakları korunacak" dedi.
4) Türban ile ilgili, Başbakan Diyanet'e sorun dedi. Diyanet, dini vecibedir, siyasilerin kararına karışamam. Yargı karar verirken diyanete sormalı" dedi...

Şimdi soruyorum, gelişiyor dönüşüyor muyuz? Dönüyor muyuz?


eteğimdeki taşları döküverdim...

Eteğimdeki taşları döküverdim...

Sibel bu projeyi mail atınca, yarışma olduğunu bile anlamadan, içimden gelenleri yazıverdim... Sonra ne oldu biliyor musunuz?

Omuzumdaki yükler azaldı gibi hissettim kendimi, hafifledim...

Yazıyı yayınlarken seçenekler vardı: Rumuz kullanmak, resim yayınlatmamak gibi...

'Amaaaaan' dedim, "hayatta ismimle var olmayacaksam, ne anlamı var!"...

Yayınladım gitti :))

Kendimi damıttım, süzdüm, yeni bir Armağan yarattım


10 Ekim 2010

Ben biraz...

"Ben biraz titizimdir!"

Bu cümleyi çok duyuyorum. Bazı hem cinslerim kendini bu cümleyle özetleyiveriyor...

Ya bunun birazı olur mu?

Hiç unutmuyorum, saçları yağdan tutam tutam olmuş bir kadın, gözümün bebeğine baka baka "ben biraz titizimdir de" dedi bir kaç yıl önce... Bir şey söylemedim ama herhalde gözbebeklerim bir saçına bir gözüne gidip gelmiştir...

Mesela kadınlar tuvaletini düşünün... Klozet kapağının üzeri damlacık doludur, klozetin içini tuvalet kağıdı doldurmuştur ve sifonu çekmeye gerek görmemiştir... Öylece bırakır çıkar... Sorsanız "ben biraz titizimdir"...

Genel tuvaletlere girdiğimde evimdeki gibi bırakmaya nasıl dikkat ediyorum bilseniz. Arkamdan biri gelirse diye...

Mesela dün sabah geleneksel cumartesi kahvaltısı için Zamane Kahvesi'ne gittik. Tuvalete gittim. Biri dolu diğerine girdim. Diğeri ben içerdeyken boşaldı ama tuvaleti terkederken aklım çıktı. "ya diğeri kötü bırakıldıysa, ya benden bilirlerse" diye...

Ne yapayım ben biraz titizim :))

7 Ekim 2010

Allah'ı da üzüyorlar!

Dikkat ediyor musunuz?
Şu an dünyada ve Türkiye'de her ne oluyorsa din adına oluyor. 
Birileri kuran yakmak istiyor...
Birileri Ayasofya'da ayin, 
Birileri Ani Harabelerinde namaz kılmak istiyor...
Onca ekonomik, çevresel sorun, işsizlik eğitimsizlik varken türban aşağı türban yukarı konuşuluyor... E tabi seçim yaklaştığı için böyle sanal sorunlar ve sanal vaatler oy potansiyeli açısından büyük balıktır her zaman...
Ülkeler binlerce yıldır din yüzünden birbirine girmiş durumda...
Her boyamız boyandı işimiz dine kaldı...
Allah'ı da üzüyorlar eminim...

Bu din hikayesini kim icat ettiyse çok akıllı yöneticiymiş...

17 Ağustos 2010

islam'ın insanları

Dünyadaki müslümanları izliyorum, Ramazan ayı bir yandan her gün haberlerde hac manzaraları, Eyüp Sultan'dan iftar manzaraları...

Gördüğüm şu:
Çok fazla kalabalık insanlar... Genç, yaşlı, çocuk, genç, erkek, kadın... Binlerce birbirini tanımayan insan...
Dipdibe, yanyana...

Eyüp Sultan'da iftara bakıyorum... Yerlere seriverdikleri sofra örtüsü üzerine yemekler açılmış... Yere oturulmuş, bağdaş kurulmuş... Ayaklarla yemekler yanyana... Böyle binlerce insan...

Hac ziyaretine bakıyorum... Onbinlerce insan Kabe'yi tavaf ediyor... Şeytan taşlamaya gidiyor... Hira Dağı'na tırmanıyor... Binlerce insan...

Kuyruklar halinde... Herkes birbirine değe değe, sürtüne sürtüne... Mağaraya girmeye çalışan, dağı tırmanan insanlar, karga tulumba, çekiştiriliyor. Tanıdık tanımadık herkes herkese dokunuyor, tutuyor, çekiyor... 

İslamiyetin insanları hep kalabalık, itiş kakış, kuyruk, ezilme, sürünme, el açar halinde... Nedir bu durum! 


3 Temmuz 2010

Dedemin "eski evi"

Biz Salihli'de çok güzel müstakil bir evde büyüdük... Arkada bahçesi, önce kocaman terası, çok şık, çok zevkli, çok kibar, büyük bir evde...

Gel zaman git zaman etrafımız apartmanlarla çevrilince hem arada güneşsiz kaldık, hem de kocaman apartmanlar temellerimize zarar verdi. Bir gün yazlıktan döndüğümüzde duvarı çatlamış bulduk, eğrilikten sokak kapısını açamadık... O günden sonra evimizle vedalaşma kararına doğru ilerledik ve apartman yolculuğumuz başladı bizim de. Evimizi müteahite verdik ve boşalttık, yeniden gelmek üzere... Arada geçen zamanı da dedemin eski evinde geçirmek üzere taşındık... Bu dönemde üniversitede arkadaşlarıma bir taraftan evimizin yıkılması, yok olması ile ilgili üzüntümü paylaşırken diğer taraftan da dedemin "eski evi"ne gitmekten mutlu olmadığımı söylüyordum...

Bir gün biri beni eski ev nedeniyle teselli etmeye çalıştığında aslında anlatmak istediğimin ne kadar farklı olduğunu anladım...

Çünkü, "eski ev" diye bahsettiğim şey aslında konak gibi bir ev... Eski diyorum ama fiziken eski değil... Kocaman bir ev, bahçeli falan... Dedem ve ananem iki başlarına ve yaşlılar, bu evde yaşamaya zorlandıkları için kendilerine daha rahat edebilecekleri bir apartman dairesi satın alarak ayrılıyorlar... Ve eski ev diye anlattığım şey aslında "yeniden bir önceki" olan evdi... 


rüya..

2 hafta vertigo denen bir hastalığa yakalandım... Artık iyileştim ama tetiklemekten korktuğum için uçağa binmemeyi tercih ettim ki kocam İzmir'e gitti, evde yalnızım... Doktor da uçak pek tavsiye etmedi zaten...

Neyse, gece yarısı 3 kere "tak tak tak" kapı vurulması ile aniden uyandım... Çünkü, rüyamda kapı vuruldu. Öyle gerçekti ki acaba gerçekten kapı mı vuruldu dedim içimden... Sonra saçma geldi bunu düşünmek...

Babamı gördüm rüyamda... Üzerinde robe de chambre var, deve tüyü renkliydi, giyerdi... Elinde baston tutuyor ve oturuyor (hayatında hiç baston kullanmadı)... Dedemle ananemin eski evindeyiz. (Bu "eski ev" tanımlaması bana üniversite yıllarımı hatırlattı, birazdan anlatacağım). Salondayız ama yemek sofrası kurulu galiba... Vakit akşam... Nurdan ablam ve ben varız... Kapı 3 kere vuruluyor, acele acele... Dedemin evinde antrenin yanında mutfağa açılan ara bir yemek odası vardı ve penceresi sokak kapısına bakıyordu. Perdenin arasından bakıyorum... Kahverengi pantalon, kahve pantalon kemeri, gömlek pantalon içinde, bıyıklı olduğunu farkettiğim, yüzünü seçemediğim ama köşeli gibi hatırladığım bir adam kenara yaslanmış, kapının açılmasını bekliyor... Korkuyorum mutfağa koşuyorum... Ablamın yanına ve diyorum ki "artık babama söylemenin zamanı". Adama beni hep takip ediyormuş ve ben kimse telaşlanmasıın diye söylemiyormuşum... 

Enteresandır, gece uyanınca daha önce de adamı rüyalarımda gördüğümü, her seferinde yüzüne yaklaştığımı hissettim... Film gibi değil mi?

Benim rüyalarım böyle işte... hiç hatırlamam gördüklerimi... Ama hatırlamaya başlayınca da böyle film gibi olmaya başlar hatta bir süre sonra yorar beni :))

Velhasıl babamı görmek en güzeliydi, özlemişim :(

14 Haziran 2010

hayat yeni başlıyor!

Pamuk ipliği ile bağlı olduğum 40 ile dün ebediyen ayrıldım...

41'i fiziksel olarak hazmetmiş durumdayım, henüz duygusal olarak değil...

42 ile ilk tokalaşmayı yaptım...

Doğum günüme denk gelen haftasonu kocam, iş için şehir dışına çıkacağını söylediği an kafamda ampül yandı.

Bu yaşgünümde kendime özel bir hediye yapayım dedim... Farklı olsun... Madem yalnızım, evde durmanın anlamı yok... Annem gel dedi, kabul etmedim... Çık dedim kendime klişe dışına... Kendine yap bir güzellik...

Önce Nemrut'ta güneşi doğurma projesini düşündüm. Uzak, sıcak ve fazla maceraperest bir fikir oldu...

Bozcaada'ya gitmeyi düşündüm... Yol uzun, vakit kaybı dedim...

En iyisi Büyükada... Kısa bir vapur sefası kadar uzak... Daha önce kaldığımız Splendid Hotel'de yer ayırttım ve başladım gün saymaya...

Cumadan pazara her anını keyifle ve dolu dolu geçirdiğim bir haftasonu hediye ettim kendime... Havuz, yürüyüş, bisiklet turu, kitap, kahve keyfi, güneş batırma, şarap keyfi... Düşünmek, gözden geçirmek... Hayatın tadı...

Bir arkadaşım yaşgünümü "Olgunluga ilk adım kutlu olsun. Hayat yeni başlıyor" diye kutladı... 

Ben yaşadığım her yaştan mutlu olduğumu farkettim... Geçmişe özlemim hiç olmadı en azından şimdilik... İleriye bakıyorum ama bugünü unutmadan... Hayallerim var... Hayallerimiz var...

Pazar günü sabah vapurdan indim, kocam karşıladı... Benim için dolu, dingin bir yaşgünü oldu...

27 Mayıs 2010

Hayal Kurmayı Bilmek

Hayal kurmalı insan...

Hayal kuranlara değer veriyorum, çok saygı duyuyorum...

Hayal kurana laf etmeyeceksin...

Ucuz, boş işlerle uğraşıyor demeyeceksin...

Sıradan, ıvır-zıvır demeyeceksin...

İnsanın hayalleri olması, zenginliktir diyeceksin...

Hayal kurmak içini doldurur, ruhunu zenginleştirir, büyütür seni unutmayacaksın...

Hayatına anlam katacağını, her zaman bir ödülü olacağını bileceksin...

Biri "hayalim var" dediğinde kulak kesileceksin...

Günün sözü:

"Şimdi gerçek olan bir zamanlar yalnızca hayalimizdi."

William Blake

12 Mayıs 2010

Sanat nedir?

Sanat,

Bir insanlık tozudur.

Armağan

30 Nisan 2010

olmadı :(

Hani geçen gün bahsetmiştim...

Olmasını çok istediğim bir dileğim var... Adım attım bekliyorum demiştim...

Olmadı...

Evet olmadı...

Ama ne yapalım  yıkılmak yok... Başka alternatifler yaratmak lazım şimdi...

Böyle anlarda aklıma hep şu hikaye geliyor... Çocukluğumda okumuştum...

"Rüzgar Gibi Geçti" kitabının yazarı, koltuğunun altında kitap 38 yayınevi dolaşmış ve hep red almış...

Bugün dünyanın en büyük klasikleri arasında...

Yani yılmamak lazım...

26 Nisan 2010

Zaman...

Zaman...

Sen ne güçlüsün...

Senin sıcak ve yumuşak kollarına bırakıyorum kendimi... Çok düşünmeden...


30 Mart 2010

9 doğuruyorum...

Çok heves ettiğim bir iş var...

Hayalini kurduğum, beni çok mutlu edecek...

Bir ay önce ilk adımı attım...

Bugün ikinci ve son adımı...

Gelin görün ki bugün başka hiçbir şeye konsantre olamıyorum...

Aklım, gözüm e-maillerimde...

Henüz haber gelmedi.
Lütfen olumlu olsun, lütfen!

Çok istiyorum...

Şans dileyin bana olur mu?



1 Mart 2010

Güç nerede? Güven nerede?

Güç ve güveni hep dışımda aradım. Ama bunlar insanın içinden gelir. 
Ve her zaman oradadırlar.  

Sigmund Freud

1 Şubat 2010

"Paket Kadın"lar

Ben "paket kadın" olmayacağım...

Yani:
Paket kağıdı gibi her yerimden bir aksesuar fırlamayacak...
Yanları kocaman taşlı güneş gözlükleri takmayacağım...
Saçlarımı sapsarı yapıp, soldurmayacağım...
Üzerime olmasa da modadır diye yakışmayan şeyleri giymeyeceğim...
Üzerinde duramayacağım, yürüyemeyeceğim ayakkabılara binmeyeceğim...
Keyfi olarak yüzümün ifadesini kaybettirecek müdahaleler yaptırmayacağım...
En azından bütün bunların hepsini aynı anda yapmayacağım...

Ben saçlarında beyazlarla, yüzünde mimiklerle, doğallığını muhafaza etmeye çalışan bir insan olacağım...

Süslü püslü hediye paketi gibi durmayacağım...

1 şubat anısına

Bugün hem Abdi İpekçi'nin hem de Barış Manço'nun ölüm yıldönümü...

"ciddi görünmek için gülmemek, gülümsememek gerektiği yolunda yaratılmış sartlanmayı yıksak, bir de gülmek, gülümsemek için sadece mizahçılara muhtaç olmaktan kurtulsak..."
Abdi İpekçi

Barış Manço'dan...
Ömrümün sonbaharında...

Bizim henüz gülmek için zamanımız çok... Tadını çıkaralım...

18 Ocak 2010

Döngü

DİNLE...

ANLA...

SÖYLE...

GÜLÜMSE...

3 Ocak 2010

çürüyen zamanlara denk geldik 2

Geçenlerde "çürüyen zamanlara denk geldik" diye yazdım ve ne demek istediğimi anlatmaya çalıştım.

Doğanın döngüsü gibi düşünüyordum devletlerin ve milletlerin de hayatını...

İşte o düşündüklerimi çok güzel anlatan bir video var.

Ennio Morricone yapmış "Finale"