27 Kasım 2006

Papa geliyor papa... yaleliiii yaleliiiii

Yani bu kadar olur. Papa'nın geleceği 1 yıl öncesinden belli... Kendileri işin içindeler en çok... Görüşmem, görüşemem, görüşürüm, görüşeceğim... Yılan hikayesi... Sanki dün belli oldu Türkiye ziyareti... Ya neden böyle yapılıyor anlamış değilim...
Bu kadar bilinen bir şeyden de kriz çıkarılıyor ya.. Pes doğrusu... Bence bunu bilerek organize ediyorlar diye düşünüyorum artık... Kafalar buraya çeviriliyken, hooop başka bir iş bitiyor herhalde...
Yoksa, bu kadar belli, bilindik, resmi bir ziyarete katılıp katılmamak konusunda, resmi makamların hala kararsız olmasının mantığını bulmuş değilim.

26 Kasım 2006

24 Kasım kutlamaları ve Atatürk posterleri

AYIP ARTIK!!!!!!

24 Kasım 2006 Öğretmenler Günü kutlamalarında Edirne, Antalya ve Kuşadası'nda asılan Atatürk posterleri tedirginlik yarattı... Atatürk'e benzemeyen garip posterler...
Bu ne demek biliyor musunuz? Günümüz teknolojisinde, basılmasını istediğiniz bir resmin basıldıktan sonra farklı çıkması olanaksız... Dijital ortamda ne verirseniz onu alırsınız... Sadece siz isterseniz, siz neresinde nasıl bir değişiklik isterseniz farklılık olabilir...
Bana göre bu uygulama:
  • "Biraz gözleriyle oynayalım, o kararlı, insancıl, ileriyi gören ifadesi bozalım. Derinlik kaybolur belki."
  • "Biraz elmacık kemiklerini büyütelim. Dudaklarını da büzelim. Kulakları duymayan ama duymasa da etrafa gülümseyen yaşlı dedelere benzer belki."
  • "Şöyle gözleri iyice çukur yapalım, yanakları da sarkıtalım. Ki epey yaşlı, yorgun, kendine bile faydası yokmuş gibi görünsün" demekten başka bir şey değil...
Bunlar ufak beyinlerin işi...
Artık işin cılkını çıkardınız...
Sizin her adımınızda Atatürk sevgisi daha çok kalpe yayılıyor...
O'nu anlayan beyinler çoğalıyor...
Sizin her çapraşık hamlenizde kalbimizdeki sevgisi daha da büyüyor...
Her sıçrayışınızda kimliğiniz daha da ortaya çıkıyor...

Boşuna uğraşmayın diyorum ben... Yanlış yoldan bir an önce ayrılın... Bu ülke nasıl kurtuldu, neye rağmen kurtuldu, kimlerden kurtuldu iyice okuyun, öğrenin... Geçmişte yapılan hataların tekrarını yapıp bize zaman kaybettirmeyin... En önce Gençliğe Hitabe'yi okuyun... Orada her şeyin özeti var...

Çeşitli yollar var...

  • Cumhuriyete cephe alanlar
  • Dinci davrananlar
  • Tanrıyla aramıza girmeye çalışanlar
  • Kadını kapatmaya çalışanlar
  • Denli densiz konuşanlar
  • Bir adım ötesini göremeyenler
  • Azarlayan, bağıran, boş konuşanlar
  • Atatürk'ü unutturmaya çalışanlar
  • Ülkede sistem bırakmayanlar
  • Ekonominin, eğitimin, tarımın, geleceğimizin içine edenler
  • Şeriat özlemi çekenler
  • Yalan söyleyenler

SİZİ İSTEMİYORUM!!!

.........., ..........., ....... 3-5 kişiden kurtulmak istiyorum. Cumhuriyetin bunun üstesinden geleceğini biliyorum. Ama bize daha fazla zarar vermeden, bir an önce...
Bunun yolu seçim... Hatta cumhurbaşkanı seçimlerinden önce olsa keşke... Artık ülkede bir antivirüs programı hatta antispyware programı çalıştırmanın vakti geldi, geçiyor. Mutlaka bu verdikleri zarar düzeltirir. Ama bir daha zarar vermelerine olanak sağlanmasın. Oylar kullanılırken daha bilinçli olalım.. Öyle "değiştim" diyenlere bol keseden oy verilmesin. Vebalini tekrar çekmeyelim. Sistemin taşları artık yerine otursun. Şaka değil, her geçen gün iyiye değil kötüye gidiyoruz. Atatürk'e dil uzatanların cesaretleri kırılsın... Bu kadar basit olmasın... İleriye daha ileriye bakacağımıza, tutturmuşlar Atatürk sistemini eleştirmeyi... Kardeşim daha iyisini yapabilir misin? Ortaya bir iş koymuş musun ki kalkıp, beyninin algılamakta zorlanacağı bir sistemi, dağarcığındaki 3-5 kelimeyle eleştiriyorsun.

Sonuçta, bu sistemi tekrar yerine oturtmak bizim elimizde... Yok akıllanmadık, düzen devam etti. O zaman başka yollar da var... Ben birinci yolun olumlu sonuçlanacağına güveniyorum, inanıyorum. Olmadı ikinci yola hiç itirazım yok.
Bunu demokrasi içinde çözdük çözdük... Çözemedik, bugünden daha kötü olmayacağımız kesin...

1923'te Gazi Mustafa Kemal Paşa, irtica tehlikesine karşı demiş ki: "Bu durumda nazariyat biter, ameliyat ve uygulama başlar" (Kaynak: Hasan Pulur, Milliyet Gazetesi, 04 Ekim 2006)

Atatürk'ün liderlik sırları


Elimde bir kitap var... Aldığım her kitaba mutlaka ismimi yazar, tarih atarım. Bu kitaba yazmamışım... Ama 1999 yılı 8. basım olduğuna göre aynı yıl almış olmalıyım... Adnan Nur Baykal yazmış. Bu kitaptan öğrenilecek o kadar çok şey var ki... Kitabın adı: Yöneticiler için yeni bir bakış Mustafa Kemal Atatürk'ün Liderlik Sırları


Sayfa 1: "Milletin başkanı olan kişinin halka doğruyu söylemesi ve halkı aldatmaması, halkı genel durumdan haberdar etmesi son derece önemlidir."

Sayfa 9: "Kültür, okumak, anlamak, görebilmek, görebildiğinden mana çıkarmak, intibah almak, düşünmek, zekayı terbiye etmektir."

Sayfa 9: "Bir milletin siyasi geleceğinde mevki sahibi olabilmek için, onun ihtiyacını müşahade ve onun kudretini takdirde ehliyet sahibi olmak birinci şarttır."

Sayfa 27: "Bir millet, bir memleket için kurtuluş ve selamet istiyorsak, bunu yalnız bir şahıstan hiçbir zaman istememelidir. Bir milletin muvaffakiyeti, milletin bütün kuvvetlerinin bir istikamette birleşmesi, teşekkül etmesiyle mümkündür."

Sayfa 41: "Birbirimizi uyarmakta ve haklı tenkit etmekte yalnız fayda vardır, bundan asla zarar gelmez; fakat aksinden çok zarar görüleceği tecrübelerle sabitti."

Sayfa 67: "Gerçeğin ta gözünün içine bakmak gereklidir."

Sayfa 81: "Bir fert için olduğu gibi, bir millet için de kudret ve kabiliyetini fiili eseriyle gösterip, ispat etmedikçe, itibar ve ehemmiyet beklemek beyhudedir. Zafer 'zafer benimdir' diyebilenin, muvaffakiyet 'muvaffak olacağım' diye başlayanın ve 'muvaffak oldum' diyebilenindir."

Sayfa 85: "Felaket başa gelmeden evvel önleyici ve koruyucu tedbirleri düşünmek lazımdır. Geldikten sonra dövünmenin faydası yoktur."

Sayfa 111: "Neşeli olmayan insanlardan iki türlü şüphe edilir. Ya hastadır, yahut o insanın başkalarına bildirmek istemediği bir kuruntusu vardır."

Sayfa 155: "Dargın, hislerine mağlup olarak serzenişte bulunanları mazur görsek bile, haklı bulamayız."

Sayfa 181: "Bizim yapmaya gücümüz yetmeyecek işleri, uyuşturucu, oyalayıcı sözlerle yaparız diyerek, millete karşı günlük politika takip etmek prensibimiz değildir."

Sayfa 197: "Büyük adam olmak, kimseye yaltaklanmamak, kimsenin gözünü boyamamak, ancak ülke için gerçek zorunluluğun ne olduğunu görmek ve doğruca bu amaca yürümektir. Herkes kendi görüşüyle ortaya çıkacak, herkes seni yolundan döndürmek isteyecektir. Olsun, sen yine bildiğinden hiç şaşmayacak, tuttuğun yolda devam edeceksin. Attığın her adımda önüne engeller dikilecektir. Ama sen, kendinin büyük değil, aksine küçük ve güçsüz olduğunu kabul eder, hiçbir yerden yardım ummaz, hiçbir destek beklemezsen, sonunda bütün engelleri aşarsın. O zaman biri çıkıp seni büyük adam olarak nitelendirirse, sana bunu diyenlerin yüzüne sadece gülüp geçeceksin."

Sayfa 207: "Her taarruze karşı, daima karşı taarruz düşünmek lazımdır. Karşı taarruz ihtimalini düşünmeden ve ona karşı emniyete şayan tedbir bulmadan hareket edenlerin akibeti, yenilmek, bozguna uğramak ve yıkılmaktır."

Sayfa 207: "Mühim olan, memleketi temelinden yıkan, milleti esir ettiren iç cephenin düşmesidir. Bu hakikatı bizden iyi bilen düşmanlar, bu cephemizi yıkmak için asırlarca çalışmışlar ve çalışmaktadırlar. Bugüne kadar muvaffak da olmuşlardır. Gerçekten kaleyi içinden almak, dışından zorlamaktan çok kolaydır."

Sayfa 207: "Batılılara, Batılıların yöntemleri uygulanırsa, o zaman akılları başlarına gelir."

Sayfa 213: "Olayların gidişine bağlı kalma, bana göre kaderciliktir. Biz elbette kendimizi böyle bir kaderciliğe bırakamazdık. Tam tersine olayların nasıl gelişebileceğini gerçeğe yakın olarak önceden kestirip karşı önlemlerini düşünüyor, zamanı gelince hemen uygulamaya geçmeye hazırlanıyordum."



24 Kasım 2006

Benim fotoğraf bakış açım

Ben fotoğraf çekerken, neyi çekeceksem onu ortalamayı ya da tamamını çekmeyi pek sevmiyorum. Tabi bazı nesneler var ki ona odaklanmak gerekiyor.
Onlar ayrı...
Ya yana kayacak, ya bir kısmı görünecek, ya da
fonda veya önde farklı bişeyler olacak... (Tamam ben fotoğraf sanatçısı falan değilim. Bakış açım da nereden çıktı di mi? Ama olsun, tamamen amatörüm ama bir bakış açım var nolmuş :)) Bunu anlatabilmem için bir kaç foto koymam lazım... Meselaaaaa......

İşte böyle :)))

Malta'nın inşaatları

Aaa göstermezsem çatlarım...
Daha önce bahsetmiştim.
Malta'daki inşaatlardan...

Onları fotoğraflamam lazım ki daha iyi ifade edeyim.
Hani kolon yok demiştim...
Hani çok yavaş yapıyorlar demiştim...
İşte bu fotolar dört katlı bir apartman inşaatından çekilmiştir.
Üstelik ilk foto ile son foto arasında bir kaç haftalık zaman var...
Daralıp inşaata koşturasım vardı ya... İki taş koyasım... Bitiresim...


Şimdi soldaki pencereye bakın... Kolon yok kolon... Ben bunu keşfettikten sonra içim bir tuhaf oldu zaten...

Bir araştırmaya katıldım

Dün evimde misafirlerim vardı. Ama öyle bilindik misafir değil. Araştırma yapmak için geldiler... Uluslararası bir temizlik-kişisel bakım firmasının çok şeker ürün müdürleri geldi. Dört kişiydiler... Bir tanesi en şirin olanlarıydı... (O kendini bilir :)) Her birinin ürün grubu farklıydı... İşim gereği bunca zaman araştıran tarafta olan ben, galiba ilk defa araştırılan taraf oldum. Çok hoşuma gitti. Konu da güzel tabi... Çünkü ben markete girdiğimde en çok kırtasiye, temizlik ve kişisel bakım reyonlarında zaman harcarım. Çok zevk alırım... Her birisi sorularını sordu. Sohbet ortamı eşliğinde ürünler, markalar, reklamlar, öneriler, şikayetler, yeni fikirler fırtınası eşliğinde geçti saatler...
Ben çalışırken focus gruplara çok önem verirdim. Mutlaka her birisini izlerdim. Tüketicinin ağzından duymak, onun tepkisini anında görmek gibisi yoktur. Bu ise tam olarak derinlemesine görüşme... Bu yöntemi yaklaşık 2 yıldır uyguluyorlarmış... Bazen basit fikirlerden, ne büyük projeler çıkar... Bu firmayı gerçekten kutluyorum. Bence çok güzel bir uygulama başlatmışlar, en önemlisi sürdürmüşler... Demek ki şirketin her kademesinde değer bulan bir iş yapılıyor.. Ki sürdürülüyor... Tebrikler...

Müzik kanalında açık oturum...

Dün akşam Fenerbahçe maçı vardı TV'de... Sonrasında kanalları dolaşıyorum. Baştan sona... Bir şey bulamıyorum. Tekrar geriye. Zap.. Zap.. Zap.. I-ıh... Bir şey bulamıyorum... Derken Kral TV'de açık otorum var. Allah allah.. Kral TV'de açık oturum!!... Dur bakalım şuna dedim... Moderatörü hiç tanımıyorum. Ama konuşmacıları gayet iyi biliyorum. Biri Korkut Özal, biri Yenişafak Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Karaalioğlu, biri galiba Akp'li adını bilmiyorum. Diğeri ise değerli devlet adamı Onur Öymen... Temsilde adalete bakar mısınız?
Ben açtığımda konu laiklikle ilgiliydi. Öymen "Laikliğe aykırı işler yapılıyor" diyor, Akp'li de "Yok öyle bir şey örnek verin" diyor.
Öymen başlıyor örnek vermeğe:
  • "Başbakanlık müsteşarının sözleri" diyor. "Cumhuriyet yerine şeriat devleti kuracağız yönünde" diyor. Akp'li cevap veriyor. "Aman ben de bişey söyleyeceksiniz sandım. Makale bu canım"
  • Öymen devam ediyor. "Bir anlaşmaya imza attınız, sadece islami olan şirketlere kredi kullandırmakla ilgili. Laik bir ülkede sadece islami şirketlere böyle uygulama yapılmaz. Nasıl bileceksiniz islami olduğunu, kim kontrol edecek" diye soruyor. Akp'li cevap veriyor "Canım paranın dini imanı olur mu? Sadece kredi bu"
  • Öymen kurumlar arasında cumhurbaşkanlığının halk içinde en güvenilir makam olduğunu söylüyor. Bunda da Cumhurbaşkanı Sezer'in rolu olduğunu söylüyor. Diğerleri hep birden atılıyor. Yok öyle bir şey diye.. Sezer halkın arasında değilmiş. miş.miş..
  • Öymen devam ediyor...
Ama ben devam edemiyorum. İzlemeye tahammul edemiyorum. Saçma sapan konuşmaları duymaya gelemiyorum. Öymen, yılların diplomasi birikimiyle sinirlenmeden konuşmayı başarıyor ama ben sinirlenmeden dinlemeyi bile başaramadım... Kapattım TV'yi...

Demokrasi demokrasi demek iyi de... Hangi demokrasi? Hangi temsiliyet? Bugün bence "halkın temsiliyeti" falan yok. "Halkın teslimiyeti" var. Bir grup azınlığın elindeki güç nedeniyle borularını öttürmeleri var. Bizi dinledikleri falan yok... Bize kulak astıkları... Bize rağmen, gözümüzün içine baka baka, yüzümüze baka baka ne isterlerse, tarihe aldırmayarak, canları ne isterse, nasıl isterse yapmaya uğraşıyorlar.

23 Kasım 2006

En sevdiğim şair... Özdemir Asaf

Yıllardır başucu kitabım gibidir... Kitabı kapatırım, içimden sayı tutarım, açarım şansıma çıkan şiiri okurum... Çok güzel şiirler, çok güzel sözler... Kısa kısa ama içi dopdolu... Zekice yazılmış, bir çırpıda okunup, üzerinden geçilemeyecek kadar derin... "Yalnızlık Paylaşılmaz" kitabını Temmuz 1988 yılında, "Yuvarlağın Köşeleri" kitabını ise 1993 yılında almışım. Bir de defter tutmuşum, hoşuma giden bütün şiirleri, özlü sözleri yamışım. Beğendiğim filmleri not etmişim.
Şimdi yine sayı tutuyorum ve şansınıza gelen eserleri yazıyorum...
Ama önce en beğendiğimle başlıyorum, ezbere bildiğim...

ŞİİR
Sana bu güzellikler bizden kalsın,
Bugünlerden birşeyler bizden kalsın..
Senden almak isterler bizi söyle;
Geleni bize gönder, bizden alsın.

TARTI
Bilgisizin yanında bilgi'den sözetmeyin,
Bilgin'in yanında da bilgi'den sözetmeyin
Cücenin de dev'in de eremediği vardır;
Ne altından ve ne de üstünden söz etmeyin.

********
-- Sen arada bir aptal görünüyorsun. Neden?
-- Aklıma güvenimden.
-- Sen boyuna akıllı görünmeye çalışıyorsun. Neden?
-- ..............
-- Aptallığından.

********
Gerçek değer gelmesi boşluk dolduran değil; gitmesi boşluk yaratandır.

********
İnsanlar gelmeleriyle yalnızlıklarını dağıtanları severler. Gitmeleriyle kendilerini yalnız bırakanlara aşık olurlar.

********
Bana yalnız güzel yanlarını gösteriyor: Güzel
Bana kendini olduğu gibi gösteriyor: Gerçekten güzel.

********
Elişi nerde olsa altından değerlidir,
Alım'ın satım'ın da katından değerlidir.
Değer'in de adını değerlere el verir;
Adının yazılışı adından değerlidir.

********
Kirli eller daha temiz.
Temiz elli
Kirli gönüllerden
Ne dersiniz?

********
İyi dost dedi ki:
Sana herşeyimi vereceğim...
Büyük dost dedi ki:
Sana herşeyimi anlatacağım...

*******
Soru, soranı değerlendirir en çok.
Yanıt, yanıtlayanı değerlendirmez, belirtir.

*******
Kim olursa olsun,
Birisi konuşurken bütün iş dinleyendedir.
Birisi dinlerken bütün iş konuşandadır.
Birisi susarken bütün iş susandadır.

*******
Desem ki herkes yerini alsın. İki şey söylemiş olurum. Yani;
Bazıları bulundukları yerden insin.
Bazıları da bulunacakları yere çıksın.
İki yanlış düzelmiş olur.

*******
Deniz dalgalı... durulmasını bekliyorlar.
Açılmak için. Bunlar akıllı kişiler.
Deniz dupdurgun iken açılmışlar..
Dalgalar çıkmış.. Boğuşmuş, bitkin dönüyorlar.. Değerli kişiler.

*******
PRESTİJ: Birinciliklerini, üstünlüklerini ortaya çıkarmadan da önde duran, önde kalan şey...

İstanbul'un kaldırımları

İstanbul'da trafik yoğun... Tamam bu klişe oldu artık. Ama ya kaldırımlar... Onlar bir felaket...
Kırık...
Engebeli...
Çukurlu...
Taşlar, döşemeler aykırı... Biri kalk gidelim diyor, diğeri oturalım...
Delik-deşik...
Ben spor ayakkabıyla zor yürüyorum...
Önüme bakmadan yürümem olanaksız...
Fatih benimle dalga geçer yürürken ikinci bir iş yap etrafına bak diye..
Ama mümkün mü? Sağlık sigortam da yok, Allah korusun!!!
İnsanların topuklu ayakkabıyla yürümesi gerçekten üstün bir beceri... Ayakkabılara yazık...
Bebek arabalarını kullanmak çok zor... Hele tekerlekli sandalye kullanmak zorunda olanları düşününce.. Durum iyice zor... Evden çıkmamayı tercih edebilirler... Bahsettiğim yer Bostancı-Kadıköy arasındaki en işlek minibüs caddesinin kaldırımları...
Burası İstanbul... 2010'da Avrupa Kültür Başkenti olacak... Kaç yıldır yapılamayanlar 3 yılda mı bitecek? Yakında belediye seçimleri de yok... Gelen bir daha kaldırımları kırsın, yenisini yaptırsın...
Türkiye Cumhuriyeti'nin kaldırımlarının dili olsa da söylese diyeceğim ama saçma olacak... Zira her gelen önce ne hikmetse kaldırımları değiştiriyor... Taşını değiştiriyor. Tretuarını boyuyor.. Hakkaten büyük ve manalı işler bunlar...
İstiklal caddesinin durumu ise ortada... Geçen sene Habertürk'te Beyoğlu Belediye başkanı'nın İstiklal Caddesi ile ilgili söyledikleri ve verdiği sözler kulağımda çınlıyor... Sadece çın çın çınlıyor... Ömrümüz yeterse İstiklal Caddesi'ni özüne, tarihine uygun restore edilmiş görürüz inşallah...

22 Kasım 2006

Leonardo... Deha...

Dün Taksim'e gittim. Dolmuşa değil de otobüse bineyim dedim. 1,5 saat sürdü yol. Bostancı'dan Taksim'e... Ama iki katlı otobüste, üst katta ve en önde oturuyordum... Şahane bir İstanbul turu oldu. Hava sisliydi, görüş mesafesi azdı ama yine de manzara süperdi... Saati ancak inince farkettim.

Nursel'le buluştuk. Hasköy'e gideceğiz. Rahmi Koç Müzesi'ne. Leonardo Sergisi orada çünkü. Taksim'den Hasköy'e
gidecekseniz 1 saat beklemeyi göze alın. Bizim öyle oldu. Otobüsler sık değil... 54HŞ numaralı belediye otobüsü... Yolu bilmediğim için taksiye de binmedik. Keşke binseymişiz. Çok uzak değilmiş... Neyse, müzeye geldik. İçeri girdik. Karartılmış bir ortam sadece sergi eserlerinin üzerinde solgun bir ışık. Bu yüzden benim çektiğim fotoğraflar çok net olamadı. Kameramın hem açısı dar hem de gece çekim yeteneği iyi değil... Eeee teknoloji bu... Yerinde durduğu gibi durmuyor ki.. Sürekli yenileniyor...
Ustanın yaptığı çizimler ve o çizimlere göre maketler... Yüzlerce yıl önce düşündüklerini, keşfettiklerini görünce insan saygı duymadan edemiyor. Ne deha.. Bir de yazılarının özelliği.. Ancak aynadan bakınca okunabiliyor. Sergi Aralık sonuna kadar İstanbul'da... Ben çok merak ediyordum ve keyif aldım. Tavsiye ederim.
Müzenin ikinci katında Rahmi Koç'a ait aile bilgileri, eşyaları, tüm ödül, belge, hediye.. herşey sergileniyor... Balmumu heykeli var. Sanki çalışma odasında canlı canlı gülümsüyor.

Ama en önemlisi Atatürk'e ait bir köşe var. Atatürk'ün kullandığı eşyalar, elbiseler, kılıçlar, cüzdanlar, ayakkabılar, bavullar, havlular, yazı takımları... Her birinin yanında resimleri de var. Böylece bornoza bakarken Atatürk'ü Florya'da hayal etmeniz çok daha kolaylaşıyor... Biz ikinci kata öylesine çıktık. Gelmişken görmeden gitmeyelim diye. İyi ki de çıkmışız.. Eğer çıkmasaydık ve ben sonradan duysaydım vicdan azabı çekerdim kesinlikle... Ayrıca, Atatürk'ün sesinden çok kısa bir bölümü, Cumhuriyet'in 10.yılı nedeniyle söylediği o önemli sözleri kendi sesinden dinliyorsunuz: "Türk Milleti, Ebediyete akıp giden her on senede, bu büyük millet bayramını, daha büyük şereflerle, saadetlerle, huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim. NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!"
Bu sözleri dinledikten sonra 2006 yılındaki durumumuzu düşündüm. Yine gözlerine bakmaya utandım...

Ayrıca, sergiden çıkarken neredeyse 25-30 yıllık çocukluk arkadşımı gördüm.. Yazlıktan çocukluk ardaşım... Dile kolay 25-30 yıl... İnsanın nerede kiminle karşılaşacağı gerçekten hiç belli olmuyor... Tatlı tesadüfler ne güzel oluyor...

20 Kasım 2006

Üsküdar'aaa gider ikeeenn, aldı da bir yağmuuurrr

Haftasonu Nursel geldi... "Evci çıktı" :))
Cumartesi günü sabah bir çıktık evden Bağdat'ı dolaş dolaş dolaştık... Mağazalara girdik çıktık... Kahveler içtik, pastalar yedik... Mudo'nun outletini keşfettik. Penyeler aldık... Hava karardığında evdeydik. Yemek derdim yoktu, çünkü ben öyle sabahtan yemeğimi yapayım, koyayım diyen bir kadın değilim. Benim yemekler son dakika olacak... HB markalı kırmızı et sosu almıştık Fatih'le.. Haftada bir kırmızı et hakkımız var ya. O hakkı da ağız tadıyla yemek için keşfettik. Genellikle nuar alıyorum kişi başı 1 dilim. Bir ya da iki saat önce bu sosla bekletiyorum. Eti çok güzel marine ediyor. Sonra kızdırılmış tavada iki tarafını kızartıyorum. Isıtılmış fırına atıyorum. Nefis oluyor. Ondan yaptık akşam...
Dün de kahvaltıya gittik hep beraber. Üsküdar'da sahilde adını bilmiyorum ama açık büfe güzel bir kahvaltı yaptık. Deniz manzaralı, Kız Kulesi manzaralı... Hava da film gibiydi... Bulutlu ama yağışlı değil... Serin ama soğuk değil... Hava kapalı ama karanlık değil... Çok güzeldi. Fonda Tarihi Yarımada, deniz, Kız Kulesi... Daha ne manzara ister insan...

16 Kasım 2006

Atatürk takvimi ve Anıtkabir belgeseli

Müthiş bir çalışma ve emek...
Ben yine paylaşmak istedim...
Atatürk Takvimi...

Mutlaka herkes favorilerine eklemeli... Mutlaka sık sık bakmalı...
Takcimdeki herhangi bir gün tıklandığında gerçek bir tarihi bilgiyle karşı karşıyasınız...

Genelkurmay Başkanlığı'nın hazırladığı Anıtkabir Belgeseli de çok güzel. Ama internette tamamı yok maalesef...
Bir diğeri de Anıtkabir'in proje ve yapım aşamasına ilişkin...

Atam izindeyiz...

Milliyet gazetesi'nin görüntülü haberler arşivinde buldum... Çok beğendim. Paylaşmak istedim...
Linki tıklayın. Açılan sayfada solda videoyu göreceksiniz...
Atam İzindeyiz...

deprem ile ilgili

Haber: Deprem konusunda doğru sandıgımız yanlıslar
Yer: İstanbul (bizim ev :)
Kişiler: Muhabir Fatih Portakal (yani kocam) ve konuğu profesör

Deprem ile ilgili evlerimizdeki doğrular yanlışlar... Haberin bir bölümü internette... Tıklarsanız seyredebilirsiniz... Hem bizim eve konuk olursunuz :)) Evimiz meşhur artık...
Şakası bir yana evleri döşerken nelere dikkat etmeli çok önemli... Dekor, aksesuar derken evin içini tehlike çemberi yapabiliyoruz bazen hepimiz...
Şimdi evlere alıcı gözle bakıp değerlendirmek zamanı... Hele İstanbul'da... Depreme açık davetiyenin olduğu bir şehirde...

15 Kasım 2006

Brandy ile tanışma...

Nasıl bir gezinti olduğunu yazmıştım daha önce :)
İşte benim çılgın, özgür ruhlu, kendine has, sürüden farklı davranan partnerim... BRANDY'm...

Bana O'nu verdikleri için seviniyorum.
Popomdaki yaraya, bacaklarımdaki ağrıya rağmen...

Burası başkent Valletta!


Burası Valletta... Burası başkent... Burası başkentin ana caddesi Republic Street...
Nasıl çamaşırlar güzel mi :))))
İçiniz açıldı mı?
Benim açıldı doğrusu, başkentin, anacaddesine bu görüntüleri yakıştırdım :))
Zaten gözünüz alışıyor. Bu manzaralardan çok var...

Ama hakkını yemeyeceğim... Güzel fotoğrafları da ekleyeceğim...

uzun ömürlü süt kapakları

Süt paketi açıyorsam eğer hep üreticilerine söylenirim. İstisnasız şunlardan biri başıma gelir:
  • Kapaksız kutularda perforaj nedense kolay yırtılmaz. Yırtıldığında da bazen en içteki ince kaplama yarım yamalak yırtıldığı için süt dökülürken etrafa sıçrar.
  • Kapaklıysa eğer, içteki alüminyum folyo kopar yine yarım yamalak açılmış olur. Sütü dökerken hava yapar, etrafa sıçrar.
  • Çevirmeli kapaksa zaten felaket. Açması tamam kolay ama ya sıçratmadan dökmesi.
Süt kutusu ya da meyve suyu kutusu açarken hep korkarım bu yüzden. Bunun da bir çözümü yok herhalde derdim. Koskoca Tetrapak, koskoca süt firmaları çözüm bulamadığına göre derdim. Meğerse bunun çözümü varmış. Malta'da kullandığım süt kutusu (defalarca aldım, kullandım, bir kere problem çıkarmadı. Demek ki oluyormuş.)

Çözüm gayet basit. Alüminyum folyo çok rahat açılıyor. Yırtılma-kopma sorunu yok. Artık yapıştırma ısılarını mı ayarlıyorlar bilmiyorum. Bizimkiler zamk gibi kolay kurtulmuyor paketten. Kapakta iki delik var. Birincisinden süt akıyor, ikincisi hava yapıp sıçramasını engelliyor. Kutuya baktım. Tetrapak... Yani keşfedilmiş bir şey bu. Neden buradaki süt üreticileri yok çevirmeli kapak, yok bilmem ne gibi kapaklarla uğraşıyorlar da bu kapağı ithal etmiyorlar anlamadım.

4 haftalık rahatlık bitti. Süt kutusu sendromum yine başlayacak. Şimdi, yine her defasında söylenmeye devam edeceğim.

14 Kasım 2006

Bakış açıları!!

Cumartesi akşamı Malta'daki Native Bar'a gittik. Malta'nın yaş ortalaması nispeten yüksek yegane yerlerinden biri... Bir gün önce bir Alman'la tanışmıştık. Daha doğrusu yer bulamayınca ve büyük bir masada tek kişi oturduğunu görünce hücum etmiştik. Cumartesi akşamı işten-güçten-meslekten falan konuşurken söz döndü dolaştı Kıbrıs konusuna geldi. Bizim orada askerimizin olmasına geldi. Niye iki devlet olsun ki konusuna geldi.
Avrupa'lı olup Avrupa enformasyonu almaları kadar doğal bir şey yok. Böylece sıradan halkın da neyi ne kadar bildiğini anlamış oldum. (Tek örnek ama olsun.) Onlara göre Kıbrıs da Malta gibi bir ada. Yani ADA... Neden iki devlet olması gerektiğini anlamıyorlar. Orası Kıbrıs onlara göre... Yani Türk değil, Rum değil... Sadece KIBRIS...Türk askerinin orada olmasını gereksiz buluyorlar. Genel olarak Türk Ordusu'nun büyük ve güçlü olması gerektiğini anlamıyorlar. Bunlar tam benim konularım. O'na Türkiye'nin bulunduğu jeopolitik konumu, kıtalar arası durumunu, komşularımızın ne menem ve ne çeşitli olduğunu. Akdeniz'de güvenliğimizi sağlayabilmek için Kıbrıs'ta asker bulundurmamız gerektiğini. Ayrıca, Malta ile uzaktan yakından alakası olamayacağını, orada iki millet olduğunu ve iki devlet olarak devam edeceğini. Avrupa'nın sürekli bizden talepleri olduğunu... Avrupa'lı halkın böyle düşünmekte haklı olduğunu, çünkü böyle bilgilendirildiklerini vb. anlattım. Avrupa'nın göbeğinde ve Avrupa Birliği çatısı altında orduya çok da gereksinimleri olmadığını, bunu oradan bakarak anlayamayacaklarını anlattım. En sonunda adam "stop, stop" dedi teslim oldu... "Bir Türk'ten bunları dinleyerek, sizin bakış açınızdan görmek benim için çok önemli" dedi.
Bir şey daha var. Beni asla Türk'e benzetmiyorlar. İspanyol, İtalyan, Alman, Macar favori tahminler... Sonra, Türk olduğumu öğrenince ufak bir şaşkınlık.. Hatta bir kaç kişi hiç Türk'e benzemiyorsun dedi...
Bizim devlet olarak, halk olarak yapacak ne çok işimiz var... Kapı komşumuz devletler ne menem insanlar olduğumuzu bilmiyorlar... Eee biraz da haklılar aslında... Bizi temsil eden kadınları düşünürsek son yıllarda!!!!!


Evim evim güzel evim...

Dün sabah 6 itibariyle evimdeyim... Artık kocama kavuştum... Sanki hiç gitmemiş gibiyim. Nasıl geçti 4 dört hafta... Zaman nasıl aktı...
Dün bavullarımı açtım... Evimi çok özlemişim hiçbirşey yapmadan odadan odaya dolaştım. Dün hava çok yağışlıydı.. Bugünse pırıl pırıl. Ama dışarı çıkasım yok... Migros'tan siparişlerim geldi. Canım sebze çekiyor. Yemek yapacağım... Sebze yemeği... Çok özledim zeytinyağlıları. Orada yemek pişirmedim hiç. Hazır gıdalar aldım ısıttım evde o kadar... Gözümde tüttü sebzeler... Çektiğim fotoları derledim... İnceledikçe yazacak çok şey çıkartırım... Hem bu sefer görüntülü... Kaç gündür gazete okumadım. Neler var neler yok 2-3 gündür koptum... Hemen açığı kapatmalı, yine kim nerede, ne zaman, ne demiş, ne saçmalamış öğrenmeliyim...

Gozo ve Azzurre Window

Comino'dan ayrılıp Gozo adasına geçtik. Gozo'dan Malta'ya dönüşler feribotla ve dönüşte para ödemiyorsunuz. Malta'dan kat kat daha yeşil bir yer kesinlikle. Gözüm gönlüm açıldı resmen yeşil görünce... Feribottan inince taksi kiralamak en akıllıca olanı. Taksiyle anlaşın kişi başı 4-5 Malta Lirası normal fiyat. Taksi olmadan dolaşmak imkansız. Turla gitmediyseniz tabi. Biz kişi başı 5 Lm anlaştık. Çok da tatlı bir şoförümüz oldu. Bize mızıka çaldı yolda... Haftaya emekli olacakmış ve müzikle daha fazla ilgilenecekmiş. Sokaklarda turistten baska kimse yoktu. Sordum, "Biz Malta'lılara benzemeyiz. Onlar tembeldir, pistir. Biz haftasonu da evimizde çalışırız. Temizlik yaparız. Ev işlerimizle ilgileniriz."dedi. Haklı. Malta'lılar gerçekten tembel. Gozo yeşil, bakımlı... Burası yeraltı suyunu kullanıyor. Çünkü nüfusuna yetebiliyor. Ama Malta'da mümkün değil doğal olarak. Deniz suyunu arıtıyorlar. Tarihi mekanlarında kısa tur attık.



Sonra Azzurre Window'a gittik.
Burası doğanın gücünü bir kere daha görmek için birebir... Kayalarda doğal olarak varolan timsah, insan yüzü şekillerini bilirdim ama onların burada olduğunu bilmezdim. Çok şaşırdım. Kameraya çektim, fotoğrafta tam başarılı olamadım. Orada kişi başı 1,5 LM'ye ufak kayık kiralıyorsunuz. Dağın içinden geçip tur atıyorsunuz. Çok güzel bir olay bu... Kesinlikle tavsiye ederim. Daracık oyuktan geçip, karşıya geçmek çok hoş...

Comıno Adası ve Blue Lagoon

Cumartesı gunu sabah erkenden bulustuk arkadaslarla... St. Julıans otobus duragında... Hava durumunu kontrol etmistım. Hava sıcaklıgı 19 C, denız sıcaklıgı 23 C... Ama gel gelelim sabah turu boyle ıyı baslamadı. Hafıf ruzgar ve bulut... Boylece ayrıldık Malta'dan... Tekne'ye atladık batı ucundan adanın... Comıno'ya yaklastıkca bulutlar dagıldı :)) Sansımız acıldı.
Comıno Malta'nın en kucuk adası... Yanılmıyorsam 7 km2'lık bır yer... Malta ve Gozo arasında... Zaten epi topu 8-10 kisi yasıyor adada... Bır de otel var ama yazları acık. Tekneden ındık.
Toplam 2,5 saatımız var. Ufacık adada Blue Lagoon'u bulacagız diye kaybolduk. Sureklı yuruyoruz. Kaybolmamıze ragmen 1 saatte adanın heryerını dolastık ve Blue Lagoon'u bulduk. İyi ki kaybolduk. Boylece adanın her yerını dolasarak guzel fotograflar cekme sansı elde ettık... Dogal kayalık manzaralar cok hostu. Blue Lagoon buranın en unlu yerlerınden birisi. Deniz cok guzel aslında ama hava ruzgarlı oldugu icin tam keyfını alamadık. Denız mavı-yesil renk arası. Normalde durgun. Havuz gıbı. Icınde kayalar var ufak ufak... Yıne kayalık bır koyda... Herkes buraya denıze girmeye geliyor. Yanınızda yiyecek birsey götürmezsenız cok yazık... Cunku satınalma imkanı yok. Adada boyle bir yer yok cünkü. İncecik kumu var denizin. Denize girip çıkıyorsunuz ama üzerinizde tuz kalmıyor...
Ben tam denizden çıkarken dalgalar attı beni...
Sağ ayagımı kayalar kesti, kanadı biraz... Bu da cilvesi olacak o kadar dedim...

10 Kasım 2006

ATATURK'E LAYIK OLMAK!

Kendime kiziyorum... Aslinda utaniyorum Ataturk'e karsi...
Anitkabir'e gitmek, orada olmak evet onemli... Ama yeter mi? Bu govde gosterisi bize yeter mi?
Bugun ati alip Uskudar'i gecenleri durdurmaya yeter mi?
O'na layik miyiz?
O'nun isaret ettiklerini yapiyor muyuz?
O'nun istedigi gibi okuyan, bilincli, ne istedigini bilen insanlar miyiz?
Arastiriyor muyuz?
Tas ustune tas koyuyor muyuz?
Cumhuriyeti korumak icin yeteri kadar sorumluluk aliyor muyuz?
Bunu yapmak icin cabamiz, hevesimiz var mi?
Cumhuriyetin altini oyanlara dur diyecek miyiz?

Bunlari kendime soruyorum. Her soruya evet diyemedigim icin kendimden utaniyorum...
Yasasaydi Ataturk'un yuzune nasil bakardim bilemiyorum...

10 Kasim

Bugun Turkiye'de olmak isterdim...
Turkiye'de olmak yetmez... Ankara'da olmak isterdim...
Ankara'da olmak yetmez, Anitkabir'de olmak isterdim...
Bugun Anitkabir'de binlerce kisinin arasina karismak isterdim...
Anlamayanlara, anlamak istemeyenlere bir kez daha govde gosterisi yapmak isterdim...
Tipki, danistay saldirisindan sonra 19 Mayis'ta Anitkabir'de solugu aldigimiz gibi...

Mdina


Bana sorsaniz Malta'nin en guzel sehri neresi diye... Duraksamadan Mdina derim...
Diger sehirlerden farkli bir havasi var... Diger sehirlerdeki hantallik yok... Ama esrarengiz bir havasi, buyuleyici bir atmosferi var...
Yuksek surlar icinde tas binalar, sessizlik, dar sokaklar, geniz meydanlar...
Ve meshur cikolatali kek...
Harika bir yer...





















7 Kasım 2006

Coca cola

Dergi adi: House&Home Ideas
Sayi: 19 November 2006
Sayfa: 175
Konu: Tuvalet temizliginde pratik oneriler
Resimde ne var? Coca cola

Evet, tuvalet temizligi icin Coca cola bir arac...
Coca cola'yi calkalayin. Tuvaletin icine puskurtun. 1 saat bekleyin. Rezervuari cekin. Leke, istenmeyen koku yok olacak.

Bu haber internetten yillar once geldiginde "hadi canim artik coca colayi karalamak icin daha ne uyduracaklar bakalim" demistim. Fevkelade yanilmisim. Zira, dergi gayet guzel Coca Cola'nin faziletlerini anlatmis iste...

Yani, ne ictigimizi biliyor muyuz?

5 Kasım 2006

Buldum... Buldum...

Dun Valletta'dan gelirken buldum... Hani kafamda akdenizlilik imajini bir turlu buraya oturtamiyordum, birseyler eksik kaliyordu ya... Cunku burasi kalin-hantal-arabik binalarla dolu... Col havasi yani...
Dun otobuste gelirken kesfettim... Denizin rengine bakarken uyandim...

Aslina benim akdenizlilik dedigim sey EGELILIK... Evet, Egenin cicekleri, Egenin beyaz boyali evleri, Egenin otlari, Egenin sirinligi, sicakligi, sempatisi... Kafamda oturtamadigim buymus... EGE... Akdeniz yemek kulturu, akdeniz insani falan OK... Ama Egenin sehirleri... Egenin yesilligi, agaclari...
Simdi kafam rahat ve net...
Cok mu onemli? Belki degil ama kafam rahat iste...


NOT: Bu resim Ege...

Ismimin Japonce anlami

Bizim evde bir Japon var.. Alfabeleri cok zor... 3 tane alfabe kullaniyorlar. Ikisi 51'er harften olusuyor, digeri ise Cince kelimeler.. Sayilamayacak kadar cokmus. Mesela benim ismimi cevirmek icin 3 asama yapti.
Once ismimdeki latin harfleri birinci alfabedeki seslere cevirdi, sonra ikinci alfabeye. Sonra bu seslerin cince kelimelerdeki karsiligi olan kelimeleri buldu...
Ismimde su anlamlar var: Mucevher, parlak, yuvarlak... Cok guzel dedi...

St. Julians

Burasi Malta'nin en populer, en pahali yeri... Benim kaldigim evde burada.. Hatta neredeyse barlar sokagi gibi oluyor haftasonu aksamlari... Okullar, oteller (mesela Hilton), casino, barlar, restoranlar, discolar... Hayat burada...
13-14 yasindan itibaren tum genclik buraya akiyor. Hele haftasonlari Izmir'in Kemeralti'si kadar kalabalik... Bazen kontrolsuz goruntuler olmuyor degil... Anlayin artik... Burasi genclik icin bir ozgurluk yeri.. Hayal adasi... Buraya gelen cocuklar iyi takip edilmeli derim.. Acilmis kabak cicegine donmeden sorumluluklarini hatirlatin derim...

Valletta


Burasi Malta'nin baskenti...


Dun tekrar dolasmaya gittim...


Malta'ya geldiyseniz once Valletta'daki "Malta Experience"i gormenizi tavsiye ederim. Ulkenin tarihi ile ilgili cok guzel bir film hazirlamislar. Yaklasik 1 saat... Sinema duzeni, her koltukta kulaklik var, 12 dilde dinleme secenegi sunmuslar...
Valletta'ya otobusle geldiniz. Meydanda indiniz. Kocaman bir kapidan sehre girin. Valletta yuksek surlarla cevrili bir sehir cunku... Girdiginiz cadde Republic Street... Burayi dosdogru denize dogru yuruyun. Sona gelince saga donun oklari takip edin ve Malta Experience salonuna ulasin... Mahsen gibi yerin altinda burasi... Malta'nin toz bulutundan itibaren tarihini anlatiyor. Malta ismi MELITA'dan geliyor. Roma'lilar boyle demiz. Bal demekmis... Zaten Gozo adasinin bali unlu.

Tarihte bir cok kere kusatma altina aliniyorlar, isgal ediliyorlar. 1565 yilinda Kanuni Sultan Suleyman ve ordusu Marsaxlokk'tan karaya cikiyor ama bir turlu isgal edemiyor. Basarili olamiyor. Bu buyuk kusatma sonrasinda Turkler geri cekilince ve basarili olamayinca Malta'lilarin kendine guveni geliyor. Imar ve bayindirlik islerine basliyorlar. Sonra Valletta sehri kuruluyor.

Sonra, Republic Street uzerindeki Caffe Cordina'ya oturun. Ister iceri; ister disari... 1837'de yapilmis... Birbirinden lezzetli yemekler, tatlilar, icecekler, dondurmalar var... Icerisi cok hos bir tarihi mekan, disarisi da agaclar altinda tam seyirlik bir yer... Ben gunun monusu olan "Baguette Maltese" yedim... Taze baget ekmegi, biberli peynir, kurutulmus domates, kapari ve zeytinyag... Cok lezzetliydi ama cok tuzluydu, sanirim kapariden kaynaklaniyordu...

1 Kasım 2006

MERHBA

MERHBA, tanidik geldi degil mi!

Evet Malta dilinde 'selam, hosgeldin' anlamina geliyor... Tipki bizim 'merhaba'miz gibi...

Ankara'nin agaclari

Hurriyet yazari Emin Colasan surekli yaziyor. O'nun sayesinde Ankara'da olmasak da ne perisanliklar yasaniyor biliyoruz. Ve bu yasanan rezilliklere yetkililerin adam gibi cevap veremediklerini de... Bugun yazdiklarini okurken icim cok burkuldu... Bogazima bir sey tikandi kaldi. Ataturk zamanindan kalma ulu agaclari bile kesmisler... Burada (Malta'da) sahip olduklari degerleri abartarak anlatmalarina guluyoruz 'canim bu da bisey mi, ovundukleri seye bak' diye... Ama simdi kendime de kiziyorum. Adamlari takdir etmek gerek... Sahip olduklari butun degerleri sonuna kadar koruyorlar...
Ya biz?
Bu kadar cahillik olur mu ya!
Bu kadar kadir kiymet bilmezlik!
Saygisizlik!
Bunlar aile terbiyesi de almamislar belli!
Gecekondularda buyumusler besbelli. Onlar icin hicbirseyin degeri yok.
Kendilerinin olmayan herseyle rahatlikla oynayabilirler. Satabilirler, kesebilirler.
Yoksa bazi seylerin degerini bilirlerdi.

Son soru: Biz bunlara daha ne kadar tahammul edecegiz? Ulkenin daha ne kadar alti ustune gelecek?

en uzak mesafe!!!

Biraz once maillerime bakiyordum. Dostum Simge'den gelen maili actim... Cok cok hosuma gitti, cok anlamli geldi, paylasmak istedim...

En uzak mesafe neresidir?
En uzak mesafe iki kafa arasındadır...
En uzak mesafe ne Afrika'dir,
ne Çin,
ne Hindistan,
ne seyyareler,
ne de yildizlar geceleri isildayan...
En uzak mesafe iki kafa arasindaki mesafedir birbirini anlamayan...


Dun geceden notlar: Salsa kursuna gidildi. Bir kac salsa hareketi ogrenildi. Bol bol dansedildi. Eglenildi... Kocacim kizma emi :( ... 'uzak mesafe' bizim icin yok...