27 Aralık 2007

Dank etti!!!

Bana dank etti!
Nihayet!
Şu yaşadıklarımıza bakın!
Göz göre göre bir şeyler yaşıyoruz...
Bölücüler ve gericiler gemi azıya aldılar...
Son hız gidiyorlar... biz geminin içindeyiz... Nereye gittiğimizle ilgisiz...
Gemi biraz çalkalandı, gözümüzü yeni açtık, ama hala tam farkında değiliz...
Bu devletin kendini koruma refleksi yok mu? Bunu hep düşündüm... Devlet bu kadar güçsüz mü diye kafa yordum...
Bugün kafama dank etti. Doğru mu yanlış mı bilemem! Benim kendime en mantıklı açıklamam bu oldu...
Eğer bölücüler ve gericiler bu kadar ileri gittilerse... Üstelik uzun yıllardır...
Bu devletin, koruma kalkanları nerede?
Kurumlar?
Demek ki devleti yönetenler de bunu istiyor!
Ha seçilenlerin basiretsizliğini kastetmiyorum... Onların ekmeğine yağ sürülmüş sadece...
Demek ki devletin büroksasisi bu gidişten memnun, hatta dümende o var...
Yoksa bunca yıl, 1000 yıllık bir devlet geleneğinin mirası kendini korumayacak mı?
Eğer isterse tabi...
Demek ki, seçilenler vitrinde ama bürokrasinin itirazı yok!
Benim yorumum budur?
Bunca zaman cambaza baktık biz...
Meğer cambaz neymiş ki!

18 Kasım 2007

yazacak çok şey var

Geçen hafta yani 10 Kasım'da İTÜ Maçka binasında Mustafa Kemal Anfisinde bir paneli dinledim. ÇYDD'nin düzenlediği bir paneldi ve konusu son günlerin ve dahası geleceğimizin en önemli konusu yani Anayasa idi... Program şöyleydi:
Panel açılışı
- Prof. Dr. Türkan Saylan, ÇYDD Genel Başkanı
- Prof. Dr. Türkel Minibaş, ÇYDD Genel Başkan Yardımcısı

Anayasa Paneli
- Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, MÜ Hukuk Fakültesi Anayasa Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
- Sabih Kanadoğlu, Emekli Yargıtay Başsavcısı
- Turhan Çömez, 22. Dönem Milletvekili
- Yard. Doç. Dr. Nihan Yancı, Kocaeli Üniversitesi Öğretim Üyesi


Burada aldığım notları daha yazmadım ama yazacağım...
Biraz önce haberleri izledim... Dün Milliler Norveç maçını kazandı ya... Ne demogoji, ne ajitasyon, ne yapış yapış ağdalı bir duygusallık... Kardeşim, adamların sahaya çıkıp maçı alması neden böyle abartılıyor. İşleri bu değil mi? Zaten amaçları bu değil mi? Yeşil sahaya neden çıkıyorlar? Ayrıca, yeşil sahalarda kazanılan zafer benim dişimin kovuğuna gitmiyor, bilesiniz. Beni bununla oyalayamazsınız! Bu benim ağzıma bal olarak çalınamaz... Ben yeşil sahalardaki değil, siyaset masasındaki, diplomasi sehpasındaki, ekonomi grafiklerindeki zafere bakarım! Var mı orada başarı? Hıh güldürmeyin allahaşkına!
Ben başkalarının aksine "negatif duygular" içindeyim! Anlayan anladı!

5 Kasım 2007

Çamur at izi kalsın...

Adalet Bakanı'ysan...
Ülkenin önemli bir meselesi hakkında sana soru soruyorlarsa...
Devlet yetkilisi olarak, Başbakan Yardımcısı olarak konuşursun...
Sorarlarsa kişisel fikrini o zaman söylemek icap eder.. O da belki...

Ama sen ne yaptın?
Mikrofonu bulur bulmaz kişisel firkrini kustun...
Eskiler buna "dervişin fikri neyse zikri odur" derler...
Türk Vatandaşı olarak sevinmemiş. Türk Askerlerinin teröristlerle gitmesini kabul edemezmiş...
Ne ağır laflar bunlar... Ben de kızdım ama ben bile bu kadar ağır konuşmadım.. Sen ki devleti temsil ediyorsun.

Ama dervişin fikri askere çamur atmak... At ki izi kalsın...
Cık cık cık...
Allah akıl fikir nasip eylesin...

Dolunayları kırp kırp, ama yıldız mıldız da yapma

Yık anasını satayım...
Yık ne varsa...
Eski ne varsa gitsin...
Yerine camlı, çelik konstrüksiyonlu binalar koy...
Ama öyle özenme, düşünme yaparken...
Koy geç işte...

"...Şu anda Şehir Tiyatroları’nın birçok binası yıkılıyor.Harbiye Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu perdelerini kapattı. Yıkılacak.Bana iletilen bilgiye göre Kadıköy’deki Haldun Taner Tiyatrosu ile Saraçhanebaşı’ndaki Reşat Nuri Sahnesi de yıkılacak binalar kapsamında...." Doğan Hızlan, Hürriyet Gazetesi 05.11.2007

Atatürk Kültür Merkezi'nin akibeti ile belli değilmiş... Yani şimdilik susturmaca, sonra pundunu bulunca yıkmaca...
Yıkılacak tiyatro isimlerini okurken bile eziliyorum... Ya yıkanlar...

veeee perde!

Haftalardır teyakkuzdayız...
Terör yüzünden...
Bekliyoruz... Sabrımız taştı, nefsi müdafaa hakkımız ya... Bunlar yüksek koltukların sesinden...
05 Kasım tarihi buluşma...
Peh peh peh...
Oval salonda "çelik-çomak oyunu" var.
Bir alım bir tafra bir caka...
Koskoca cumhuriyeti kuran Atatürk'te bu cakalar yok... Bunlara ne oluyor...
Bu kurmakla yıkmak arasındaki farktan olsa gerek...
Askerler rehin alınmış...
Tam tarihi buluşma olacak...
Rastlantı bu ya!
DTP kuytudan fırlıyor ve ortaya çıkıyor, neredeyse ellerinden tutup getiriyor bizim askerleri... (Dikkat edin asker dedim geçtim)
Ben o askerlerin ne duruşunu beğendim, ne şapır şupur öpüşmelerini...
Ben bizim Mehmetçiğin dik ve gururlu duruşunu severim...
Demek ki hepsi aynı değilmiş...
Arada eğik duran oluyormuş...

3 Kasım 2007

"Sen bana bakma ben senin baktığın yerde olurum"
Özdemir Asaf


Sokaklar temizlenmiş...
Çocukların formaları pırıl pırıl..
Bayraklar paketlerinden yeni çıkmış, ütü izleri belli...
Balonlar şişirilmiş onlarca...
Çukurca'da bir bayram sabahı...
Cumhuriyet Bayramı coşkusu...
Atatürk'ün en büyük eserinin 84.yıl kutlamaları...
Yurdun en uç sınır noktasında... Yani sıfır noktasında...
Mehmetçik gururlu... Bakışları uzaklarda... Kimbilir aklından, gönlünden neler geçiyor? Ama anlamak ne mümkün... Maharet bunu içinde tutabilmekte... Aklını gönlünden ayırabilmekte... Tıpkı bu bakışı ölümsüzleştiren Onur Sağsöz gibi... Belki, askerin gözünde, derin bakışında kendini gördü, bastı deklanşöre... Yurdun sıfır noktasında bir dönemin tarihini fotoğrafa kaydetti... Oysa O, sıfır noktasında olmasaydı, düğününü ertelemeyecek, bir bayram sabahı Çukurca'da olmayacaktı... Ama aklını gönlünden ayırabildi... Tarihi sıfır noktasında yaşayıp, sevdiğine "sen bana bakma ben senin baktığın yerde olurum" diyebildi...

zor görevler

İnsanı başarılı kılan zor görevlerdeki becerisi, sağduyusu, ortaya çıkardığı işin kalitesidir... Diğer işleri ortalama herkes yapar zaten...
Doğru zamanda, doğru yerde, doğru işi yapıyor olmaktır başarı bence...
Mesela Şenol Çakır...
Çukurca'da dağ yollarında... Mehmetçik nereye O oraya... Gündüz ya da gece zamansızlık içinde... Hainleri alnının tam ortasından vuracak namlunun taaaa içine odaklamış objektifini... Hainlere göz açtırmayan o karanlık namluyu tutan ellerin bizim canımız ciğerimiz, gülen yüzün ise insan Mehmetçiğimiz olduğunu tek karede yorumsuz vermek için çökmüş yerlere...

Şafak yürüyüşü

Sabah sıcacık yatağımdan kalktım...
Dün akşam da her akşam olduğu gibi huzurla yatmıştım.. İnsanoğlunun gündelik ıvır zıvırlarını saymazsak...
Burnum aktı biraz... Hemen suda köpüren multivitamin yaptım kendime...
Kitap fuarı var Tüyap'ta... Oraya gideceğiz... Arabama atlayacağım, dolaşıp geleceğim...
Belki biraz da alışveriş yaparım dönüşte...
Sonra yine sıcacık evime geleceğim, huzurla, güvenle...
Bu benim gibi orta halli bir vatandaşın normal yaşamı işte...
Biz bunları yaşarken, başkalarının da normal yaşamları devam ediyor...
Tıpkı, Çukurca'daki Mehmetçik gibi... Ve bizim gözümüz kulağımız olan haberciler gibi... Sevgili Onur Sağsöz ve Şenol Çakır'ın objektifinden Çukurca'da, Uludere yolunda bir şafak vakti... Mehmetçik günlük normal kontrolünde...
Şafak Yürüyüşünde...
Hergün kilometrelerce yol aşarak, yan gelip yatmadan, çakı gibi...


24 Ekim 2007

Türk Kahvesi

İstanbul'a taşınalı bir yıl iki ay oldu...
Bu süre içinde sadece bir kere buradan Türk Kahvesi satın aldım... Bitmişti mecburen...
Gerisi hep, ya İzmir ya Salihli kahvesi...
Bayramda gittiğimde ablam yarım kilo almış verdi... Dolapta hala bir yedek paketim var. Ama kendimi daha da güvende hissetmek için 200 gr daha ısmarladım... :)) Yuh mu dediniz?
Napalım! Memleket havası bizde Türk Kahvesi oldu :)

23 Ekim 2007

Aysegül İngiltere'de..

Okul kitaplarına dönelim yine... Ayşegül serisine... Bugün yaşananlar görünürde ilkokul seviyesinde mesajlar verirken, dipte nasıl tahribat yaratıyor bilemiyoruz. Ama bana göre az kaldı, yakında göreceğiz... Son hız duvara doğru sürüyoruz gibi geliyor bana... Deniz bir kere dalgalandı... Dip dalga gelmeden ya da tsunami yapmadan kolay kolay durulmayacak...
Bana karamsar diyebilirsiniz... Komplocu da... Ama bu durumda iyimser olabilen var mı ben de onu merak ediyorum... Ayrıca ben kendime "gerçekçi" diyorum...
Adam "kedimi" bile vermem diyor... Bizimkilerden tık yok... Oysa zamanında köşe yazarlarını ülkeden kovmuşlardı...
Askerlerimiz kayıp, ne oldukları meçhul... Gazeteciler soruyor... "İnşallah en kısa zamanda iyi haberlerini alırız" diyor...
İngiltere'de bir subay kızı soru soruyor... Bir Türk Vatandaşı... "Biz konunun siyasi ve diplomatik kısmıyla ilgiliyiz. Babana sor" diyor...
Hükümet RTUK'e yazı yazmış... Resmen basından sansür istenmiş, onlar da basına yazı geçmiş terör haberleri verilmesin diye...
Bunlar şaka değil ha... Hepsi gerçek... İşte bunları okuyunca, duyunca blog yazasım gelmiyor hiç... Referandum için oy da kullanmadım. Bir hukuk katlinde tuzum olsun istemedim... Zaten şakşakçı evetçiler, neden oy verdiklerini bilmeden bastılar mührü...
Birer birer, beşer onar vatan evlatları düşüyor... Bizimkisi "sabrımız taştı" diyor aylardır başka bir şey demiyor...
Ey millet "kral çıplak"... Işık kapama eylemi falan yapıyorlar... Gülüyorum... Ben ışığı açıp kapamak değil ampulu patlatmak istiyorum...

27 Eylül 2007

Dalya!!

Bugün bize dalya!
10 yıl yaşandı...
İki ayrı çizgiyken, salına salına birbirimize yaklaştık, zaman zaman birleştik, tek çizgi olduk...
Çekirdek olduk birbirimize yettik...
Gün oldu, arkadaşım oldu, sırdaşım oldu, sevgilim oldu, babam oldu...
Güç aldık birbirimizden, güç verdik...
Bugün evliliğimizin 10.yılı doluyor...
Kocaman on yıl... İnsan ne çok şey sığdırabiliyor içine... Sevinçler, acılar...
Yaş 38 olmuş... 40'a gelmişsin bile...
Yaş ilerledikçe aldığım herşey kırmızı olmaya başlamış...
Saçımı ilk defa bu kadar uzattım hayatımda...
Topuklu ayakkabıları bu kadar çok giymeye başladım...
İnsan büyürken, ilerde aklında kalmasın, vakit geç olmasın diye elinden ne geliyorsa yapmaya çalışıyor...
Şimdi aklımızda şu var... Parayı kazanıp, köşeye koyup... Sığacık'a geri dönmek...
İkinci dalyadan önce orada olmak var... Bu ikimizin hedefi, rüyası...
Benim bir hedefim daha var... Madem İstanbul'a geldik... Boğaz'a karşı yaşamadan gitmeyelim bari... Onu da tadalım inşallah...
Başka hayallerim de var.. Ama onlar Sığacık'tayken de yapılır nasıl olsa :)) Dünya turu gibi... Gemiyle seyahat gibi...

mahalle baskısı

Son günlerde "mahalle baskısı" yorumları aldı başını gidiyor..
Liberal, entel yazarlarımız ise "daha demokratik bir Türkiye", "normalleşme sürecine girdik" vs demeye devam ediyorlar. Nereye kadar? Ha soruyorum nereye kadar? Nedir bu demokratikleşme, normalleşme?
Bostancı'da oturuyorum. İlk defa bu yıl esnaf öğle yemeği vermiyor.
Bir arkadaşım ve eşine Fenerbahçe Marina'da etrafı rahatsız eder endişesiyle rakı-şarap verilmiyor.
Haberlere bakıyorum. Bir tanesi ekonomi şöyle oldu böyle demiyor... Ya ne diyor? İlkokulların ayşegül serisi gibi Başbakan ABD'de hikayeleri veriliyor.

Dün Tuzla'ya gittik eşimle. Balık yemek için. Giderken de düşündük acaba balığın yanında şarap verirler mi vermezler mi diye? Geçen sefer gittiğimiz restauranta girdik, sorduk. Sahibi ne keyifli aydın bir adam. Bizde öyle yasaklar olmaz. Kim ne isterse yer içer dedi... İçimiz rahat kurulduk, pencere kenarında masaya... Evin hikayesini dinledik... Eski rumlardan kalma... 20 yıl öncesine kadar dibinde deniz... Ama şimdi doldurulmuş... Sahibi Selanik'li... Duvarlarda eski İzmir resimleri...

Nedir mahalle baskısı? Bence ibadetini göstere göstere yapmak güdüsü... Ben tersten bakıyorum olaya... Mahalle baskısı yasakları getiren bir tetiklemedir... Kraldan çok kralcılıktır... Ama hepsi aynı yola çıkar... Yani kendin için değil başkalarına yaranmak için göstere göstere ibadet yapmaya kalkışmaktır...

9 Eylül 2007

liderini arayan insanlar...

Benim yazdıklarımı takip edenler tarzımı, düşüncemi, okuduklarımı, izlediklerimi bilirler...
Fikrim, yönüm bellidir...
Hangi kitaplara meraklı olduğum...

Ama şimdi "4 sarışın" isimli bir kitap okuyorum... New York'lu dört kadının dedikodu ve skandallar arasında koşuştururken yaşadığı bin türlü statü endişesini konu edinen ve ünlü "Sex and The City" film ve romanın yazarına ait bir kitap ...

Çünkü seçimlerden sonra TV'lerdeki programlara dayanamıyorum... Hangi kanalı açsam "vay şu kemalistler", "1930'ların statükocu eğitim politikaları", "bırakın ulus devletçiliği, globalizm denen bişey var", "anayasanın ilk dört maddesi değişsin", "normalleşiyoruz", "daha demokratik Türkiye için" gibi zırvaları duymak istemiyorum... Meydan kimlere kalmış, seyretmek istemiyorum... Devir benim de gibilerin devri değil... Devir otobüsleri seferlerinde durdurup namaz kılmak için onca insanı bekleten, bunu da din adına göstere göstere ve başkalarının haklarını çiğneyerek yapanların devri... Bu vıcık vıcık şeyleri izlemek, havanda su dövenleri duymak canıma tak ediyor... Hem sonra sözde iyi ama özde iflas etmiş bir ekonomiyi parlatarak anlatanları da duymak istemiyorum... Kimsenin eşini falan da merak etmiyorum... Hırsla, asıla asıla, sözde ezilmiş itilmiş olmakla edebiyat zaferi kazananların çarpık gülümsemelerine hiç tahammül edemiyorum...

999 kodları yaratıp bir grubun parti binası önüne, diğer grubun Anıtkabir'e gitmesini seyretmek istemiyorum... Anıtkabir'den güç alarak kalabalık yapmalarını istemiyorum...

Ben liderimi arıyorum... Ortaya çıkacak, en sade, en anlaşılır dille "durun bi dakka. Durum budur budur budur diyecek. Biz nerede yanlış yaptık diye muhasebe yapacak... Bu yanlışların sorumluluğunu üstlenebilecek... Önümüze çözümle gelecek... Her kafadan ses çıkaran bizleri bir potada toplayabilecek... Sonra benimle misiniz diye soracak? Evet diyeceğim...
Ama şu an liderim yok...
Liderimin adını bilmiyorum...
Adını bilmiyorum... Çünkü liderim bu bildiklerim değil...
Gelsin bekliyorum...

4 Eylül 2007

Dün'ü arıyorum ve bir lider!

Yazasım yok...
Eleştiresim de...
Hangisini yazayım diyorum... Hangi birini... Zıvanadan çıktı artık iyice...

Herkes ağzına dolamış "daha demokratik bir Türkiye için" lafını... Bilen bilmeyen bu lafı çiğniyor sakız gibi...
Anayasa bunun için değişiyor...
Cumhurbaşkanında bunun için israr ettiler...
Bağımsızlar bunun için meclise girdi...
TSK'ya bölücü dediler ama hep daha demokratik bir Türkiye için...
Anayasanın ilk dört maddesinin de kalkmasını bu yüzden istiyorlar...
Tek devlet, tek bayrak, tek dil de bunun için kalkmalı...
Örtünelim, tesettüre girelim... İnsanlar daha demokratik bir Türkiye'de yaşadıklarını anlasınlar...
Asker ağzını açmasın çünkü daha demokratik olacağız...
...
Eeeee?

Neler oluyor bi farketsek diyorum.
Daha demokratik ne demek kim kafasında yorumladı bunu?
Devletin içinde bir allahın kulu yok mu?
Türkiye zaten yeterince demokratiktir... Bunun dahası yoktur diyebilecek...
Zira demokrasi olmasaydı sen bu lafları bu kadar rahat eder miydin?

Ben bir lider arıyorum... Hepimiz öyle... Karşı tarafın lideri belli.
Bizim tarafta bizi toplayacak, ikna edecek, peşinden sürükleyecek lider arıyorum...

18 Ağustos 2007

madalyonun arkası

Dün Nişantaşı ve Rumeli Caddesi'ne gittim. Bir firmada işim vardı... Nişantaşı ve çevresi demek İstanbul'un en popüler, en pahalı mekanları demek... En güzel dükkanlar, markalar... En ünlü insanlar... Cafeler vs vs... Neyse, gittiğim firmada arkaya bakan bir ofiste beklerken pencereden bakayım dedim... İşte İstanbul'un en parlak, en popüler, en güzel, en şaşalı bölgesinin görünmeyen arka yüzü... Caddenin hemen arkası... Binaların önü gelecek yüzyıl, arkası ise ortaçağ...



16 Ağustos 2007

rüzgar eken fırtına biçer

Ektiler ektiler...
Bu kadar yaygaradan sonra seçimleri kazanakcaklarını herhalde tahmin etmediler...
Ekonomi batmış.. Zaten bıçak sırtında...
Ayrıca dünyadaki gezer döner parayla ve elindeki avucundakini satarak geçiniyorsun... Yani sana ait bişey yok. Üretim hak getire...
Bir de seçim kazandın... Bana göre iyi ki muhalefete düşmedi... O zaman hikayeyi dinlerdik artık. "Bizim zamanımızda enflasyon tek haneydi, kişi baş gelir şöyleydi vs vs"
Ama şimdi kendileri iktidar... Neden RTE'nin vücut dili zafer kazanmış bir liderin vücut dili değil...
Çünkü altından kalkamayacakları bir durumun altında ezilecekler...
Neden hem dış basın hem de iç basın "darbe darbe" diye inliyor...
Seçimlerde topu atamadılar ellerinde kaldı... Hiç olmazsa darbeyle askere atacaklar...
Yer mi?
Bence yemez...
Ama asker bu oyuna gelmesin...
Kendi düştü kendi bacağından asılacak...

Ha biz mi? Kim gelirse gelsin dibe çarpacağız...

15 Ağustos 2007

Latife Hn'ın kıyafeti

Madem yüksek makamlara çıkıyorsunuz!
O halde tarihi iyi bileceksiniz. Bunun mazereti yok.
Ya bile bile yanlış söylüyor bizi enayi yerine koyuyorsunuz ya da gerçekten bilmiyorsunuz... Yani aşağı tükürsem sakal, yukarı tükürsem bıyık mı desem? Neresinden tutacağımı şaşırdım mı desem?
Atatürk evlendiğinde kılık-kıyafet kanunu yoktu... O nedenle Latife Hn çarşaf giyiyordu... Çarşafla çekilmiş bir kaç fotoğrafın nedeni budur. Hani sakız gibi sürekli çiğnediğiniz fotoğrafın tarihi bundan ibarettir.

Başlık koyamadım

Emin Çölaşan Hürriyet'ten uzaklaştırıldı ya...
Dayamışlar mikrofonu halka, duygularını sormuşlar...
Bir tepki bir tepki... Yok efendim Hürriyet almayacaklarmış artık.
Nasıl olurmuş, nasıl sustururlarmış...
Senelerce O'nun yazdıklarından öğrenmişler gerçekleri...


Eeee!! Öğrendin de ne oldu?
Her iki kişiden biri olduğuna göre, ben vermediğime göre gittin bu hükümete sen oy verdin?
Hani çok şikayetçiydin... Meydanlara döküldün... Falan filan... Gittin oy verdin işte...

Şimdi Emin Çölaşan için üzülüyorsun ya... Yarın geçer üzüntün sıkıntın...

14 Ağustos 2007

Kimin CHP'si!

"Bir belge üzerinde 'Partim' yazınca, 'Niçin CHP yazmadınız?' denmiş Atatürk'e. Yanıt: "Ne bileyim CHP'nin benim partim olarak kalacağını..."

Sayfa: 184

Vatanın Bağrına Düşman dayamış Hançerini
Vural Savaş

Buyrun cenaze namazına!

  • Yine, yeni, yeniden Gül Cumhurbaşkanınız hayırlı olsun... İnat, hırs, rövanş vs duygular mı bilemem! Seçimden önce kıyamet zaten bundan çıkmadı mı? Seçimden sonra AKP uzlaşma demedi mi? Bu mu uzlaşma?
  • Dünyadaki ekonomik darboğaz ve Türkiye'ye etkileri nedeniyle bıçak sırtındayız... Farkında mıyız? İşte bu nedenle AKP'nin muhalefette değil yaptıklarının ceremesini çekmesi için, ektiklerini fırtına şeklinde biçmesi için iktidarda olmasından memnunum. Bu ölümü görüp sıtmaya razı olmak memnuniyeti aslında...
  • Ak sakallı dedeler diyarı CHP... Sallan yuvarlan kendine gel... Hep ve hemen kırmızı kart... Bu nasıl politika... Siz kırmızı kartı gösteriyorsunuz, iktidar sizin kırmızı kart üzerinden puan topluyor. Haklıyken haksız olmak diye buna denir... Ve CHP'nin ak sakallı dedelerinin bundan zerre kadar haberi yok...
  • Ey istikrar kuşu sevgili toplum! Hani 2 kişiden biri olanlara sözüm! Artık yeşil kuşak mı olur, BOP mu olur, GOP mu olur... Her ne ise! Bizi de çektiniz indiğiniz çukura ya... Hesabı sorulur bunların...
  • Çok sinirliyim!
  • Ama umutsuz değilim. Dibe değmeden yukarı çıkılmaz... Bu basit kuralı bilmekteyim... Mecbur dibe değeceğiz artık... Ama yavaş mı hızlı olur orasını bilmem...

Midilli

Bize neden hep korkuyu öğretiyorlar... Kendimize güvenimizi değil... Büyük tarihimizi içimize işlemiyorlar da... Beceriksizliği telkin ediyorlar... Bunu en iyi Midilli Adası'na bakarken anlarım... Altınova sahilinin tam karşısında... Aynı şekilde Assos'un da... Büyük ve heybetli bir ada... Akşam ışıkları, gündüz hava berraksa binaları, inip kalkan uçakları görünür... Sahilde adaya bakar ne kadar yakınımızda olduğunu konuşur, tehlikelerinden bahsederdik... Yunan Adası burnumuzun dibinde derdik...
Oysa, adada olup da karşı kıyıya bakmayı düşündük mü hiç? Biz bakınca başı sonu belli bir ada nihayetinde...
Oysa adadan bakınca uçsuz bucaksız dev bir anakara... Koca ülke... Buradan öksürsek dalga yaparız karşı kıyıya... Ama gelin görün ki... Biz koca ülkeden bakınca karşı kıyıya neler düşünüyoruz...
Belki de bunun nedeni "sinek ufak ama mide bulandırır" olabilir...

Atlar...

Türkiye Jokey Kulübü Karacabey Harası görüntüleri bunlar...
Çok büyük bir yer... Yolu hızla yutuyorsun ama hara bitmiyor...
Atlar uzaktan görünüyor...
Özgür...
Geçerken yanından haranın... Burayı da satalım diye geçirdim aklımdan...
Özelleştirelim beklemeden...
İyi para eder... Düşünmediyse büyüklerimiz, sıra gelmemiştir herhalde.. Yoksa bilinçsizce unutulmamıştır...

Zeytin ağacı

Zeytin ağacına baktığımda zaman durur benim için...
Öyle bir ağaç ki...
Sanki bir anda zaman durmuş...
Her ağacın dalı bir yöne gider...
Zeytin ağacının ki ise her yöne... Nereye isterse oraya uzanıyor... Gövdesi istediği biçimde kıvrılıyor...
İşte bu yüzden, sanki zaman durmuş... Binlerce yıllık bir geçmişi taşımış ve susmuş gibi gelir bana...
Çok etkilenirim...
Kendimi başka bir boyutta gibi hissederim...


Ayvalık'ta tekne turu

Ege'nin mavisi... Ayvalık'ın adaları, denizi, zeytini, nakış nakış kıyıları... Gerçekten çok seviyorum... Öyle uyak olsun, edebiyat olsun diye de yazmıyorum... Gerçekten çok güzel... Ege bir başka... Tekne turuna çıktık. Ayvalık'ta tura çıkacaklar için öneri... Bambi Tur'u tercih edin. Eğer, temiz, gürültüsüz, ufak, kalabalık olmayan bir tur arıyorsanız... Yok çalgılı-oyunlu-göbekli-danslı bir şey arıyorsanız onlardan çok... Tur nefisti... Deniz harikaydı... Papalina çok lezzetliydi...
Kıyılardan çektiğim bu fotoğraf ise ne kadar ilginç değil mi? Sanki iki muhabbet kuşu gibi.. Oysa ağaç... Doğanın harikaları işte...

Tatil güzel şey...

01 Ağustos'ta sabah atladık arabaya... Doğru Ayvalık-Altınova... Annemin yazlığı... Ablamlar, yeğenler hepimiz oradayız... Ne keyif ne keyif...
Sabah kalk kahvaltı et... Denize git... Öğleden sonra gel yemek ye... Yat uyu... Kalk çay iç... Akşam yemeği hazırla... Yemek ye... Yürüyüş yap... Yat uyu...
Yani nasıl dolu bir program :))
Ama nasıl dinlendik... Nasıl yedik... Kocam 2 kg aldı... Beni telaş aldı tabi.. Bu kiloları nasıl korurum diye... Kilo verdirmemeliyim, bunu başarmalıyım... Ama nasıl :(
Anne yemekleri gibi mümkün mü...
Pazar akşamı geldik... İstanbul'a... Sıcak, karışık, kalabalık İstanbul'a... Başladı tempo...
Bu tatilde iş telefonları beni hiç rahatsız etmedi...
Bağımsız ve proje bazında çalışıyorum ya... Bir yere bağlı değilim ve kendimi özgür hissediyorum ya... Önceden olsa iş telefonu gelince yüzümü buruştururdum nerden çıktı şimdi bu derdim... Hatta telefonumu kapatır, ulaşılmaz olurdum. Oysa bağımsız çalışınca hiç böyle duygular olmuyor.. Aksine keyifle açıyorsun telefonunu...
Bağımsız çalışınca kendini akvaryumda hissetmiyorsun...
Kocaman okyanusta gibi hissediyorsun...

31 Temmuz 2007

Mançurya Kobayları

Vural Savaş'ın kitabından alıntılara devam ediyorum. Mançurya kobayının ne anlama geldiğini öğrendim. Paylaşmak istedim. Böyle özel bir anlam taşıdığını bilmiyordum. Film deyip geçmiştim... (Aynı isimde filmi vardı)

"Vural Savaş, Vatanın bağrına
düşman dayamış hançerini"
Sayfa:59;
"Zamanın CIA direktörü Allen Dulles, Princeton Üniversitesi'nde 1953'te şöyle bir konuşma yapmıştır.:
"Hedef 'insan zihnindeki savaşı' da kazanmaktır. Bu savaşın ilk cephesi propoganda, depolitizasyon ve sansür ile kitlesel sindirmeyi sağlamaktır, ikinci cephe ise bireyin beyninde kazanılacaktır; hedef beyin yıkama, zihin kontrolu, ideolojiyi değiştirme ve gerektiğinde bir çok Mançurya Kobayı (Manchurian canddate) yaratabilmektir!"
Mançurya Kobayı (Manchurian Candidate) kendi iradesi dışında hipnozun etkisiyle başkalarının istediği bazı eylemleri yapanlara verilen isimdir. Kelime Mançurya'dan ve Kore savaşından gelmektedir. Kore savaşı sırasında Amerikalı askerlere Çinliler tarafından bir dizi beyin yıkama deneyi ve işkencesi yapıldığı bilinmektedir. Bu terim Frank Sinatra'nın ünlü "Manchurian Candidate" filmine konu olmuştur. Filmi CIA finanse edip çekmiştir. Hedef tehlikeyi büyük gösterip devletten bu konuda fonlar alabilmektir. Filmde robotlaştırılan bir Amerikan subayının nasıl ulusal güvenliğe zarar verdiği anlatılmaktadır."


Bu alıntıların hepsini okuduktan sonra, hele hele kitabı okuduktan sonra son 20-30 yılda meydana gelen olaylar bir puzzle gibi birleşiyor mu zihninizde? ve resim berraklaşıyor mu? Berraklaştıkça da...
Biz daha uyanamadık... Hala her iki kişiden biri uyuyor!!! Adamlar 1953'den beri nelerle uğraşıyor...

Vatanın bağrına dayamış düşman hançerini

Bu kitabı okuyorum...
Anlatımı harika... Su gibi akıyor okurken... Sayfalar nasıl bitiyor anlaşılmıyor...
Bu hem anlatımın sadeliği nedeniyle hem de acaba arka sayfada neyle karşılaşacağım sendromu nedeniyle...
Yine tarihi gerçekler... Bilmediklerimiz, duymadıklarımız, ilgilenmediklerimiz, gözümüzün önüde olup biten ama anlamadıklarımız...
Aaaah ah!!!
Kitaptan alıntı yapıyorum. Lütfen okuyun:
Sayfa:186;
"... ABD askerlerinin, özel olarak yetiştirilmiş seçkin Türk subaylarının başına çuval geçirip ellerini bağlamalarının hemen ardından yayımlanan şu haberi okuyalım:
'ABD komutanı Orgeneral John Abizaid ile ABD'nin Avrupa'daki kuvvetlerinin komutanı ve NATO Avrupa Müttefik Kuvvetler Komutanı Orgeneral James Jones'un önceki gün Orgeneral Hilmi Özkök'le yaptıkları görüşmelerde, taraflar dört ana nokta üzerinde odaklandı:
- PKK - KADEK birlikte bitirilecek
- ABD'den 3 Türk tugayına yeşil ışık
- Yeni (bir) Süleymaniye vakası yaşanmayacak
- Irak'ın imarında Türkiye de olacak. (Hürriyet, 20 Temmuz 2003)
Şimdi kendiniz Amerikalı komutanların yerine koyunuz; şu maddelere inanmış olan Türk tarafına bıyık altından gülümsemez misiniz?
Çuval geçmeden az önce, ABD işgal askerleri gözetiminde Kürtler Kerkük'e gelmişler ve Türklerin mezar taşlarını kırmışlar; Türklerin varlığının kanıtı olan tapuları yakmışlardı. Hemen ardından da bir tepeye Kürdistan ve ABD bayrağı yan yana çekilmişti.
Çuval işinden kısa süre sonra da Federe Kürt Devleti ilan edildi ve Irak'ın kuzeyi 'Kürdistan Güney Devleti' oldu. Hatta Erbil'de Kürt Meclisi açılış toplantısında okunan anayasanın giriş maddesi, Kürt devletinin varlığını 'Sevres' Anlaşması'na dayandırmıştı."

Sayfa:226;
"Hatırlıyor musunuz? 1976'da Başkan seçilen Jimmy Carter, 1977 başında Beyaz Saray'a yerleşince, Brzezinski'nin Bernard Lewis'in "Kriz Gökkuşağı" teorisinden esinlendiği 'Yeşil Kuşak' stratejisini uygulamaya başladı. Amaç, Ortadoğu ve Orta Asya'da, Sovyetler Birliğini önce durdurmak sonra geriletmekti. Stratejinin finansal ihtiyacını Suudi Arabistan üstlendi, lojistik destek için Pakistan uygun görüldü. Ancak, bunun için önce Pakistan'daki koşulların yaratılması gerekiyordu.
Yaratıldı. Genel Kurmay Başkanı General Muhammed Ziya'ül Hak 5 Temmuz 1977'de Zülfikar Ali Butto'yu devirip astı ve hızla ülkeyi İslamlaştırmaya başladı. Anayasa şeriatla uyumlaştırıldı. Şeri mahkemeler kuruldu. Parlamentonun yerini İslami Şura aldı. İlköğretimden yükseköğretime kadar din dersleri zorunlu kılındı. Radyo ve televizyonlardan 5 vakit ezan okunması da. Arapça ikinci dil yapıldı. Silahlı kuvvetlerde imamlara subay rütbesi verildi ve din eğitimi görenlerin orduya katılmaları teşvik edildi.
Tabii bunların olabilmesi için ülkenin her yerinde pıtrak gibi din okulları açıldı. Bugün sayıları en az 50 bin olarak tahmin ediliyor.
Ve tüm icraat ABD gözetiminde yürütüldü.
... Ziya'ül Hak öldürüldüğünde zaten amaca büyük ölçüde ulaşılmaıştı. İran'da Şah rejimi Beyaz Saray destekli mollalarca devrilmişti. Afganistan'da yığınla şeriatçı parti cirit atıyordu. ABD himayesinde iktidara gelecek Taliban kadroları Pakistan'da eğitimlerini tamamlamak üzereydi. Usame Bin Ladin, yine ABD şemsiyesi altında militan yetiştiriyordu."

Sayfa:240;
" 2- "diyorlar ki, '1 Mart tezkeresi geçseydi, şimdi Irak'ta söz sahibi olacaktık, PKK'yı orada vuracaktık. O zaman tezkereye karşı çıkanlar ülkeye kötülük yaptı!' Açığa düşmeyelim, gerçeği bilelim:
Tezkere geçseydi, uygulanamayan o anlaşmayla Mersin-Gaziantep-Mardin hattında 150 bin ABD askeri konuşlanacak, limanlara, havaalanlarına, sınır bölgesine oturacaktı. Belki de bir daha gitmeyecekti!? Türkiye ateşin ve savaşın tam içine düşecekti.
ABD, sadece Kızey Irak'ta değil, Güneydoğu'da da PKK'ya kol kanat gerecekti.
Hatırlayın Gaziantep havaalanı ve çevresindeki araziler, Mardin organize sanayideki dükkanlar, depolar dolarlarla Amerikalılara kapatılıyordu. Kimileri, ABD askerlerinin, tank, uçak yakıtını teminen, 'milyar dolarlık anlaşma' bile yapmıştı!
Mersin limanı ABD'ye kapatılmış, Türk askeri dışarı çıkartılmıştı! Trabzon, Samsun ve İstanbul'da Sabiha Gökçen havaalanını da istemişlerdi. Niçin?
Türk ordusuna biçilen görev alanı, PKK'nın olduğu Kuzey Irak değil, katliamların, iç savaşa giden çatışmaların en yoğun olduğu 'Sünni üçgen' idi. Barzani ve Talabani 'Kuzey'de Türk askeri istemeyiz' demişti. Her gün Irak'tan onlarca Mehmetçik cenazesi gelecekti.
'Türkiye işgale katılırsa, 30 milyar dolar bahşiş gelecek, yoksa ABD Türkiye'yi defterden silecek, IMF krediyi kesecek. Beyaz Saray'ın telefonu cevap vermeyecek' diye yazanların da tazdıkları ortada. 'Irak'ta kitle imha silahları, nükleer, biyolojik, kimyasal silah var' yalanları ve Ankara'yı vuracak 'süper scud füzesi' uydurmaları da ortada. Hepsi yalan, dolan ve fos çıktı! Ama bunları da içimizden meslekten birileri yazdı!"

30 Temmuz 2007

Burası neresi!!

Meclise gel vatandaş gel!
Ne ararsan var!

Yabancı dili Türkçe olan da var!

Atatürk'ü anayasadan çıkarmak isteyen de!

Eyaletlere bölünelim diyen de!

Seyreyle gönül seyreyle!

Demokratik hakkımızı yani oyumuzu kullandık ya... Demokrasi kazandı ya... Oyu kapana herşey mübah mübarek!

28 Temmuz 2007

Yeni düzene alışmak

Alışmalı mıyız?
Ben bu sorunun cevabını bilemiyorum.
Ruhum asla diyor...
Ama kurulmuş düzeni nasıl değiştireceğiz? Gücümüz yetecek mi? Son okuduğum kitaplar uzun yıllardan beri planların ince ince yazıldığını ve gayet güzel uygulandığını gösteriyor. Biz ise tam uyandığımızı sandığımız anda, tamam bu iş buraya kadar dediğimiz anda... Önümüzdeki duvar biraz daha yükseldi...

Ülkemizde ismini vermeyeceğim bir üniversitede tarih dersi şöyle okutuluyormuş. Çocuklar karşılaştırmalı öğrensin, muhakeme yapsın, her yönüyle bilsin isteniyor. Çok güzel bir yöntem. Çocuğa her iki yönü ver seçimini kendi yapsın... Koyun olmasınlar... Bana da çok mantıklı geldi sistem...
Ama dersin konusuna ve sonuçlarını duyunca -afedersiniz O-HA falan oldum- Atatürk ve Enver Paşa karşılaştırması... Biri bizi Alman'lara teslim etmiş, Sarıkamış'ta maceraya atılmış, sonra Rusya'ya kaçmış, Atatürk'ün terfilerini geciktirmiş, İstanbul'dan uzaklaştırmış, nerede olduğu belli olmayan dağılmış bir tümeni vermiş bir adam... Diğeri yoktan vareden bir lider. Bana göre bunlar karşılaştırılacak liderler değil ya... Hadi diyelim ki yanlı bakıyorum, penceremi açmam lazım. Ama Atatürk'ün bir faşist, liderliği ele geçirmek için herşeyi yapan bir otoriter olduğunun anlatılması benim pencereleri biraz sallıyor...
Yani bu ve bunun gibi eğitim yerlerindeki çocuklar yani biz neler öğreniyoruz. Ve bu ülkeyi neler bekliyor... Bu kafalarla bir gün dip dalga gelir mi ödüm kopuyor...

23 Temmuz 2007

Yeldeğirmenleri

22 Temmuz 2007...
Bu tarihi hayatım boyuna unutmayacağım...

Biz Donkişot muyuz? Yeldeğirmenlerini yıkılır sandık... Sokaklara döküldük... Uyandık, uyandırıldık...
Son 5 yılın muhasebesini paylaştık... Petrol yasalarını, terörle mücadele yasasının 6. maddesini, mayınlı arazilerin hangi ülkelere peşkeş çelileceğini, satılan kitleri, "ananı da al git"leri, "kelle"leri, El Kadıya sahip çıkmaları, Dubai Anlaşmalarını, gemicikleri, "babalar gibi satarım"ları, daha çok uzayıp giden listeyi...
Demek ki biz Donkişot muşuz!
Daha iyisi var. Biz Nasreddin Hoca'ymışız... Timur'un filini geri götürürken halkı arkasında sanan... Başını çevirdiğinde tek başına kalan...
Ben gerçekten çok üzgünüm... Mutsusuzm... Nasıl olur da her iki kişiden biri hala iktidardaki partiye oy verir anlayamıyorum.
Demek ki 50 yıldan eski stratejilerin önüne geçemedik...
Biz nereye gidiyoruz?
Hangi yola döndük?
Farkında mıyız?

Meclise bakın!

Dün akşamdan beri hayata dair hiç bir planım kalmadı...
Hayalim kalmadı.
Benim gibi pozitif bakmayı, her olayın pozitif tarafını görmeyi, kolay kolay umutsuzluğa kapılmayan biri bile geleceğe ait umutlarını kaybediyorsa...
Bu yine en çok beni korkutuyor...

Gözlerimizin önünde seyrederek, izleyerek, okuyarak bir senaryo canlı canlı oynanıyor... Ve biz buna ancak yeni uyanıyoruz... O da bir işe yaramıyor... Sonuç % 50 oluyor... Üstelik oyu artıyor.
Ben bu blogu yazarken hep bugünleri düşlemiştim...
Ne günler yaşadık ama geçti diye yazmayı hayal etmiştim...
"Bir dönemi" anlatan arşivim olacak diyordum...
Anlaşılan o ki "bir dönem" uzun olacağa benziyor...
Yine de gelecek ne getirecek bilinmez...
Bardağın dolu tarafı az kaldı ama yine de kaldı!!!
İşte ona değer vermek gerek...

16 Temmuz 2007

Her ne olacaksa olsun!

Çok sıkıldım artık!
Şu seçim bitsin. Ak mı, kara mı ortaya çıksın!
Gerçekten içime fenalıklar geldi!
Süreç iyi ki temmuza çekildi... Kasıma kadar bekleyecek tahammülüm yokmuş benim... Artık iyice tıkandım, doydum...
Bu hükümetin bir tane iyi icraatına tanık olmuyorum. Sabrımın sınırları kalmadı. İyice elektirk yüklüyüm...
Neyse 3-5 gün sonra seçim olacak...
Artık millet olarak ne renk bir tablo çizeceğiz belli olacak...
Oylarımız umarım işe yarar!
Geçen gün bir reklamcı TV programında dedi ki: "oy vermek işe yarasaydı, yasaklarlardı"
Dank etti bana bu söz!

Gerçek buysa!

4 Temmuz 2007

04 Temmuz...

Bu tarih pek çok şey ifade ediyor...
Bir film vardı: Doğum günü 4 Temmuz diye...
Sonra onbir çuval vardı... Üzüldüğümüz...
Sonra dünyaya demokrasi getirdiğini söyleyen bir ülke vardı... İşte bu ülkenin İstanbul Başkonsolosu Deborah K. Jones "231. Bağımsızlık Yıldönümü Resepsiyonu"nda bir konuşma yaptı. Bazı bölümlerini aşağıya alıyorum ve yorumlarımı ilave ediyorum.

Alıntı:
".... Hem Amerika, hem Türkiye, bağımsızlık mücadelelerinden bu yana çok yol katetmişlerdir. Ortak değerlerimiz ve ideallerimiz, yakın dostluğumuz ve ittifakımızın temelini oluşturmaktadır. Bu değer ve idealler Irak, İran, Ortadoğu, Kıbrıs, Afgansitan, Orta Asya, terörle mücadele ve enerji gibi, bir çok alanda aynı hedefler uğruna çalışmamızı mümkün kılıyor.
İdeallerimize ulaşmaktan henüz çok uzakta olsak bile, --burada Atatürk'ün de bizim Yakın Doğu politikalarımızı tenkit etmiş olduğunu dikkate aldığımı belirtmek isterim; gördüğünüz gibi bazı şeyler hiç değişmiyor-- dost ve müttefiklerimizle aramızda varolan yakın işbirliğini devam ettirerek, Bağımsızlık Bildirgesi'ni kaleme alanların da hayal ettikleri şekilde, çocuklarımızın yaşama, özgür olma ve mutlu olma gibi vazgeçilmez haklarından yararlanabileceği şekilde, dünyayı biçimlendirme ümidimizi sürdürebiliriz..."

Yorumlarıma gelince:
Satır aralarında bile değil gayet gözümüze sokar şekilde iplerinin ucundaymışız gibi konuşmuşlar...

Türkiye'nin ABD ile ortak değerleri nasıl oluyor da Irak, İran, Ortadoğu, Kıbrıs, Afganistan, Orta Asya, terörle mücadele ve enerji olabiliyor. Kıbrıs ile ilgili onların nasıl bir ortak ideali var ya da bizim Irak, İran, Afganistan ile ne gibi ortak değerimiz olabilir. Terörle mücadele ortak değerimiz de niye kılınız kıpırdamıyor? Biz "Yurtta sulh, dünyada sulh" politikasını ne yaptık? Neler değişti? Ortadoğu, Orta Asya BOP ya da GOP değil mi? Bu neden bizim ortak değerimiz oluyor? Tabi Başbakanın "ben BOP'un eşbaşkanıyım" dediğini burada hatırlamakta fayda var...

İdeallarine ulaşmak henüz çok uzakmış. Ayrıca, Yakın Doğu ile ilgili politikalarını zamanında
Atatürk tenkit etmiş. "Bağımsızlık benim karakterimdir" diyen bir adam, "Yurtta sulh, dünyada sulh" diyen bir lider, bir imparatorluğun küllerinden yeni bir devlet kuran, üstelik cumhuriyeti getiren bir büyük adam, elbette sizin emperyalist hareketlerinizi onaylamayacak. Ve siz bugün de bu tenkitlerin değişmediğini söyleyeceksiniz. Ki bu tenkiti yapan kurumlar bellidir: Atatürkçü, cumhuriyet kurumlarıdır. Ama müttefiklerinizle yakın işbirliği diyerek son yıllarda türeyen "tüccar devlet adamlarını" kastediyor olabilirsiniz. Zaten onlar herşeye razı değiller mi? Siz onları "deliğe süpürecektiniz! Ne oldu? Yakın işbirliği mi engelledi?"

Konuya açıklık getirmeye devam etmişsiniz. Biraz da reklam dili kullanarak, duygusallık yaparak "çocuklarımızın yaşama, özgür olma ve mutlu olma gibi vazgeçilmez haklarından yararlanabileceği şekilde, dünyayı biçimlendirme ümidimizi sürdürebiliriz" diyorsunuz. Zaten ABD çocukları özgür, mutlu yaşamıyor mu? BOP veya GOP'a masum bir kılıf değil mi bu?

İşte bu konuşmadan benim anladığım budur: "Türkiye benim ideallarim için araçtır. Hala direnenler var. Ama benim hedefim dünyayı istediğim gibi biçimlendirmektir. Ne gerekirse yaparım arkadaş"...
Onlara kızmamak lazım. Açık, net söylemiş...
Kime kızmak lazım biliyor musunuz? "Söyleyene değil söyletene!"

1 Temmuz 2007

Kitaptan bir bölüm daha:

Erol Manisalı
Hayatım Avrupa
Avrupa'nın Askerle Kavgası
Sayfa:31

"Yanlış nereden kaynaklanıyor?
1. Önce tam üye olunur, ondan sonra gümrük birliği ile ilgili yükümlülüklerin altına girilir. Bugün (1997) gümrük birliği yükümlülüğü altında olan ülkeler, tam üyedirler. Tek istisna Türkiye'dir. Örneğin Macaristan yarın AB'ye üye olacaktır; genişleme takvimi içine sokuldu. Macaristan buna rağmen AB ile gümrük birliği anlaşması yapmadı ve tam üye oluncaya kadar "serbest ticaret bölgesi" anlaşması ile ilişkilerini yürütüyor. Aynı tür anlaşmayı, Romanya da yapmak üzeredir. Türkiye ise 6 Mart belgesi ile "AB karar mekanizmaları içinde yer almadan, tek taraflı yükümlülükler altına girdi". Ne hukuk, ne iktisat ne de siyaset mantığı açısından, uluslararası ilişkilerde böylesine dengesiz ve tek yanlı bağımlılığa yol açan bir anlaşma imzalanamaz."


Bu kitabı okuyun!

Bir kitap okuyorum.
Prof. Dr. Erol Manisalı'nın "Avrupa'nın Askerle Kavgası" isminde...
Türkiye'nin AB macerası... Bu uğurda ne ödünler verildiği. Hangi siyasilerin nelere imza attığı... Bizi göbekten ve yedi sülale nelere bağladığını... Hangi anlaşmalar imzalandığını, halka nasıl yutturulduğunu... Serinin dördüncü kitabı. Maalesef okumak yeni kısmet oldu bana... Neredeydim, nasıl farketmedim... Önceki üç kitabını neden okumadım... Okumadık... Farketmedik... Uyanmadık...

Kitabı okudukça anlıyorum ki bizi boynumuzdan bir güzel bağlamışlar... Zorla da yapmamışlar bunu. Siyasilerimizin iç politika ve seçimler uğruna oy kapabilmek için devlet politikasından çıkarıp olayı, propogandaya dönüştürmesi ile, asil medyamızın canı ne istiyorsa o şekilde haber yapması ile uyumuşuz... Gümrük birliğine girdik ne güzel diye sevinmişiz... Ne olduğunu bilmeden...
Boynumuzdan bağlı iple nereye çekerlerse gitmeye başlamışız. Siyaseten. Müdahale ve ele geçirme iki yönlü olacakmış.. Siyasi ve askeri... İşte bu noktada tek bir kurum, hani bugün karalamaya çalıştıkları, her kademesi için türlü çamur hazırladıkları TSK "hop bakalım" demiş... Biz askeri konularda içine gireceğimiz her birlikte ya söz sahibi oluruz, çerçeveyi biliriz ya da girmeyiz demiş... AB burada tökezlemiş... Herşey güllük gülistanlık iken siyasilerle al gülüm ver gülüm yaparken Kemal'in Askerleri duvar olmuş yollarına... Ondandır bugün TSK'yı karalama kampanyası, Türk Halkının gözünde ufaltma çabası...
Kitaptan bir bölümü aktaracağım size... Ama bütününü okumanızı şiddetle tavsiye diyorum.
Sayfa 28-29

.......
"II- Türkiye AB'ye tam üye yapılsa, AB'nin karşı karşıya kalacağı yükümlülükler:
1. AB içinde siyasi ve ekonomik temsil nüfusa göredir. Bu nedenle Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya; a) AB parlamentosu'nda nüfusları oranında parlamentere sahiptirler. b) İcra organı olan AB Komisyonu'nda daha fazla sayıda müdürlüklere sahiptirler. Tam üye olmuş bir Türkiye AB Konfederasyonu'na (yarın) büyükler kadar politik, ekonomik ve sosyal güce sahip olur. İleri yıllarda ise Türkiye, en kalabalık ülke olarak, en ağırlıklı, etkili konuma gelir. AB böyle bir durumu kabullenemiyor. Aynı mantığı, geleceğin Avrupa Konfederal Devleti için düşünürsek, 20-25 yıl sonra Türkiye, bu devlet içinde politik, ekonomik ve sosyal olarak hakim unsur haline gelir, AB bunu kabullenemez.

2. Tam üyeler için işgücü dolaşımı serbesttir. Türk işgücünün serbestçe AB içinde dolaşması, AB bakımından "hayal bile edilemez." Bugün 1960'lardan beri yavaş yavaş oluşmuş 2 milyon Türk'ü kabullenemeyen ve geri gönderme çabaları içinde olan AB, bu nedenle Türkiye'nin tam üyeliğini kabul edemiyor.

3. Türkiye'nin getireceği mali yük: Türkiye tam üye olunca, zorunlu olarak İSpanya'ya, Yunanistan'a, Portekiz'e yapıldığı gibi nüfus esas alınarak az gelişmiş ülkelere yapılan yardımların Türkiye'ye de yapılması gerekir. Bugünkü projeksiyonlara göre bu rakam 70 ile 80 milyar dolar arasındadır. AB yönetimi kendi vergi ödeyenlerine, böyle bir yükü kabul ettiremez.

4. Türkiye, AB'ye oranla iç ekonomik, politik ve sosyal sorunları fazla bir ülkedir. Türkiye tam üye olsa, bütün bu sorunlar AB içine taşınmış olacaktır. AB bugün kendi içindeki sorunlarla bile baş edemezken Türkiye'nin tüm sorunlarının AB'ye taşınması AB'yi ürkütmektedir.

5. Türkiye, sosyo-kültürel dokusu ile AB'den farklılıklar gösterir. Burada özellikle Türkiye'nin müslüman bir ülke oluşu, AB'yi tedirgin etmektedir. "Yanımızda olsun, ama içimiza alamayız" görüşü hakimdir. 1980'lere kadar fazla telaffuz edilemeyen bu konu, 1990 sonrasında, AB belgelerine açık ve net bir biçimde geçmeye başlamıştır.

6. Türkiye'nin içinde bulunduğu bölge ve bu bölgede Türkiye'ye has sorunlar AB'nin Türkiye'yi tam üye yapamamasını gerektiriyor. Aksi halde bütün bu sorunların "doğrudan muhatabı" AB olur.

Kafam karışık

Sevgili Günlük,

Bana senin kadar temiz ve beyaz olan bu sayfayı ayırdığın için teşekkürler...
Ne diyorum ben... Bu kadar uzun süre boşlayınca kafam karıştı tabi...

Geçenlerde İzmir'e gittik. Sabah erken uçaktan indik. Havaş'la Bostanlı'ya geçiyoruz. Önce Alsancak oradan Mavişehir istikameti... İnsanlar yeni yeni uyanmış, sokaklara çıkıyor... O da ne! Kadınlar, genç kızlar... Şortlu, mini etekli, incecik askılı... Öyle geziyorlar... Bir tuhaf oluyorum. Ne kadar açık giyinmişler diyorum kendi kendime... Gözüme öyle tuhaf geldi ki...
3-5 dakika sonra kendime geliyorum. Ne diyorum ben ya! Ne düşündüğümün farkında mıyım?

Bu duygumdan daha önce de bahsetmiştim. Hani İzmir'den İstanbul'a ilk taşındığımızda resmi daireler dahil heryerde türbanlı insanlarla karşılaştığımı, bunu nasıl garipsediğimi, ürperdiğimi. Ama aradan aylar geçtikten sonra türbanlı ve çarşaflılara gözümün alıştığını farkettiğimi, asıl bunun beni üzdüğünü...

Aynı duygu İzmir'de de oldu işte... 38 yıl boyunca benim de giydiğim kıyafetler, birden "ne kadar açık" oldu... İşte biz farkında olarak ya da olmayarak bu düzene yavaş yavaş alıştırılıyoruz. Şeriat yok diyorlar, okullarda gizli mescitler yapılıyor. Şeriat yok diyorlar içki yasaklanıyor.. Şeriat yok diyorlar evlilik üzerine kitap hazırlıyorlar ve kadını aşağılıyorlar... Şeriat yok diyorlar milli eğitimde din örtüsünü yayıyorlar...
Şeriat yok diyorlar, varsa gösterin gerekeni yapalım diyorlar... Herkes gösteriyor... Ama tınmıyorlar... Artık saman altından su yürütmek zamanı geçti. Aleni yapıyorlar...
Demokrasi diyorlar, insan hakları diyorlar...
Biz de alışıyoruz, uyuyoruz...
Bir alametin içinde kıyamete sürükleniyoruz...

12 Haziran 2007

Yüz karası


Haberi Yazdır Haberi Gönder

12-06-2007 13:03

Cenaze protestoları hakkında inceleme!..

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, şehit cenazelerindeki protestolarla ilgili olarak İçişleri Bakanlığının inceleme başlattığını bildirdi.


Yorum: HEr boya boyandı, fıstıklısı kaldı derler ama anlayana...

Hemşerim memleket nere?

Artık bu sert çıkıştan sonra rahat bir nefes alınır..
Belli ki operasyon olmayacak... Belli ki kılları kıpırdamayacak... Daha doğrusu kıpırtadılmayacak...
Tam da dünya kamuoyu Türkler girdi giriyor diye şüpheye düşmüşken, birisi çıktı ve şunları söyledi...
"
Kuzey Irak'a niye girelim?
Asker, sınırötesi harekat için yazılı emir beklerken Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, K.Irak'a operasyonla ilgili "İçerideki 5 bin terörist bitti mi ki dışarıdaki 500 ile uğraşalım?" yorumunu yaptı.

Erdoğan, bir harekatın hem siyasi, hem ekonomik, hem askeri hem de güvenlik açısından değerlendirilmesi gerektiğini söyledi. Kararın "siyasi" olması gerektiğine dair sözlere de yanıt veren Erdoğan, "Elbette siyasi olacak karar ama bu kararı alırken istişarelerde bulunmak gerekir. Bu konudaki uzman kurumlarla konuşuyoruz" dedi." (Kaynak: Kanalturk.com.tr)

Şimdi, söyleyin bakalım! Teröristler mi rahat nefes aldı, biz mi?
Seçim yaklaşıyor...
Renkler netleşiyor.
Kartlar saçılıyor.
Taraflar ve taraftarlar ortaya çıkıyor...
Sandığa gittiğinizde bu ülke için mi oy vereceksiniz?
İyi düşünün!
Kuzey Irak'a belki operasyon yapılmayacaktı. Ama psikolojik harp denen de bir şey var... İşte O'nu da kırdılar...
Herşeyi yıktılar, geçtiler...
Böyle hükümet olmaz olsun.

11 Haziran 2007

hadi kucakla bakalım!

Bugün bir şehidimizin cenazesi var Ankara'da!
Hadi katıl bakalım cenazeye!
Hadi kucakla halkını görelim, sözde kalmasın! Özde olsun!
Anaların, babaların arasına karış bakalım!
O "yan gelip yatanlar" için bir dua da sen et.
"Kelle"lerin ailelerine başsağlığı dile bakalım!
Bu "kelle"ler "sana bağlı kurum" ya... gitmezsen ayıp olur... Sözde kalır!
Oysa sen özü sözü birsin ya...
Göster kendini bugün...
Hadi başbakan!
Korkma gel...

içim rahatladı doğrusu!

Sağolasın Hürriyet medyası!
İçim rahatladı vallahi!
Ne önemli bir haber bu!
Bir krizin eşiğinden döndük...
Demek hükümet ile asker arasında kopukluk yokmuş...
Ohhhh!
Demek ki günlerdir, yok canım aylardır, daha neler yıllardır izlediğimiz kadarıyla hükümetle asker arasında var olduğunu sandığımız gerginlik yokmuymuş!
Haaa hükümet çok duyarlı tabi. Bir de çok iyi devlet adamlarından mevcut... Ülke idaresi denince, milli menfaatler denince tek aklıma gelen kurum vallahi hükümet...
Diğerleri?
Pehhh! Hükümetin eline su dökemezler!
Pehhh pehhh peh!

Cilalayın bakalım!
Cilalayın!
Bu cila akar!
Size de bulaşır!
Vıcık vıcık olursunuz!
Kayar gidersiniz avuçlardan...

10 Haziran 2007

Kavak yelleri

Kanal D'de bir dizi başladı.
Kavak Yelleri...
Dizi meraklısı olduğumdan değil...
Çekildiği yer için seyretmeye başladım...

Sığacık'ta yapılmış çekimler...

Her sahnede heyecanlanıyoruz...

Bizim memleket :))

Cennet köşesi...

4 Haziran 2007

Hukuk mu dediniz?

Erbakan!
Kayıp trilyonlar!
Açılan davalar!
Suçun tespiti!
Sonra!...Buraya kadar hukuk çalıştı.

Sonra mukuk devreye girdi!
Erbakan'a yaş haddinden özel yasa!
Cezayı evinde çekecek!
Ama trilyonlar cukka olduğu ile kalacak!
Yani geri ödenmeyecek! Senin benim sırtımdan çıkacak!
Hapis cezası var ama yaşlı!
O zaman evinde çekecek bacağına manyetik kelepçe takılacak ama yaşlı!
Kelepçe takılmayacak evinin sınırları dışına çıkmayacak!
Ama yetmez... Yazları yazlığına, kışları kışlığına gidecek. Ha bir de cuma günleri namaza gidecek camiye! Yani evden çıkacak...
Bu trajikomik olaya kulaklarımız alışmıştı ama son bomba hakikaten bomba oldu!

Hoca efendi şimdi de Konya'dan milletvekili adayı olmuş!?!?!?

Canım Türkiyem pes doğrusu!
Birileri bizimle fena halde dalga geçiyor!
Bazı aklı evvel gazeteciler de demokrasi, hukuk devleti, 301 vs vs yazarlar...
Kardeşim, bu kapı neden kilitli diyorsunuz da Nasreddin Hoca'nın türbesi gibi devletin heryerinin açık olduğunu yazamıyor musun?

1 Haziran 2007

Çok muhabbet, tez ayrılık

Ne demişler: "Çok muhabbet tez ayrılık getirir."

Meydanlar birleşin diye gürledi... İki parti yangından mal kaçırarak birleşiverdi...
Formül şu: Anap+Dyp=DP
Ben DP'ye yetişemedim. Tüh bak... Ömrüm Demirel ve Ecevit'lerle geçti... Neyse...
DP olunca gelsin oylar...
CHP ve DSP toplandı, görüştü, tartıştı, günler haftalar sürdü... Canımız sıkıldı. Umudumuz söndü... Derken ittifak doğdu... YAni sağlam adımlarla gittiler, sağlam karar verdiler... Aman dilimi ısırayım bozulmasın.

Şimdi birleşen sağda çatırdamalar varmış (Haber için tıklayınız.)... Vah güzel ülkem vah...
Meclis kimlere emanet... Bunlar yaz aşkı gibi gelip geçici demek ki...
Böyle yapın da akepe'nin ekmeğine yağ çalın oldu mu?

30 Mayıs 2007

Ağzına sağlık Tülay Tuğcu

Arabadaydım.. NTV radyoyu dinliyordum. Flaş flaş... Anayasa Mahkemesi Başkanı'nın basın toplantısı canlı yayına bağlandı. Kısa ve net bir açıklamaydı. Hukuka saygı göstermesi, anayasayı sahiplenmesi gerekenlere tekrar anayasayı alfabesinden öğretme niteliğindeydi. Ben olsam utanırdım ve istifa ederdim... Ama bunlarda utanacak yüz yok tabi. Çok haklı gerekçelere dayanan bir açıklama... Kendini köpeksiz köyde sananlara karşı yerinde bir metin... Ama dediğim gibi anlayana... Bir de suç duyurusunda bulunacaklarmış... Ohhh dedim... İçim rahatladı.

Sonra canım medyamı düşündüm... Milyonlarca insan yürüdük kısmen haber yaptılar... Asker "a" dedi ortalığı yıktılar. Yok muhtıraymış, darbeymiş...(Bakınız örnek yazı) İstiyorlar ki herşeye sessiz olalım. Aman ekonomi bozulmasın (zaten bozuk değil mi?), demokrasi zedelenmesin (demokrasi mi bıraktılar)... Hiçbir kurum konuşmasın. Üstelik yasal hakları olsa bile... Alerji bu, hastalık bu... Bakalım Anayasa Mahkemesi'nin açıklamasına ne diyecekler.
Ama Başbakan'ın bu haddini aşmış söylemlerini eleştirmiyorlar. Bu mu demokrasi? Bu mu gazetecilik...
Benim kanım şudur. İstisnalar tabi ki var. Ama genel durumda halka haber yapmak niteliğinden kopalı çok olmuştur. Sadece rüzgarın estiği yöne doğru haber yapıp kendilerini tatmin etmektedirler. Bize de yersen demektedirler. Hele hele en sağcı gazete yazarları TV'lerdeki tartışma programlarında koltuk kaptıklarından beri hükümetle ilgili eleştiri olduğunda hemen savunmaya ya da karşı taarruza geçmektedirler. Mesela dün NTV'deki "neden" programında 1 Mart müzakerelerini yürüten Bölükbaşı'ya Fehmi Koru'nun sorularını duysaydınız gülerdiniz. Demeye getirdiği şuydu: "Siz bu anlattıklarınızı o zaman demek ki iyi anlatamamışsınız. Neden anlatıp ikna etmediniz? Başbakan da ekibini ikna edemedi." Diyorlar ki sorumluluk hükümetin. Bürokrat raporunu hazırlar, ilgili muhataba (başbakan) anlatır. Gerisi sorumluluk ve yürütme mevki olan hükümettir. Zaten en güzel son sözü Bölükbaşı verdi: "Sn Koru'nun niyeti üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek" (Programın tüm konuşma metni için tıklayınız.)

Sur Dergisi ve Deccal tanımı

Yerel zincir marketlerden birinde bedava dağıtılan bir dergiye rastladım. İsmi Sur. İçinde "deccal" hakkında bir dosya var. İlgimi çekti. Öyle tanımlamalar var ki...
Kime deccal dediklerini bilirsiniz bu grubun...
Bu yazılanlara inananları kınıyorum artık. Bu çağda kendilerini bütün bilgilere kapadıkları, kendi akıllarını kullanmadıkları, başkasının aklıyla ahkam kestikleri ve bu bedavacı hayattan şikayetçi olmadıkları için...
Kimi kastettiklerini unuttuysanız lütfen linki tıklayınız...








24 Mayıs 2007

Ne, nerede, nasıl?

Varan 1)
Büyük bir şirketin tuvaleti...
Haftalık temizlik yapılıyor...
Kadın önce klozeti ve kapağını bir güzel sildi.
Ardından AYNI BEZLE lavaboyu, kurnasını falan sildi.
"Aynı bezle neden sildin? Neden bezini değiştirmedin?" dediğimde de "bişey olmaz. Bez deterjanlı" dedi.

Varan 2)
Bir alışveriş merkezinin yiyecek bölümünde sipariş verdim. Yemeğimi bekliyorum. Yanyana dizilmiş fast food dükkanlarının önleri tezgahtır, arkaya geçilen kapıları vardır. Zaten mekanlar da büyük değildir. Burasının kapısı açıktı. "çıt çıt çıt" sesleri gelmeye başladı. Dikkatimi çekince sese doğru baktım. O kapının öte tarafında adam oturmuş, o ufacık yerde tırnak kesiyor... Adamla bakıştık... Ben şaşkın, o mahçup... Bıraktı, geldi, makasını çekmeceye koydu...

Sonuç:
Ben birinci olayda işi yapan kişiye söyledim. İnsan kaynakları müdürüne söylemeliyim dedim kendi kendime... Aradım yerinde değildi. Sonra da unuttum...
İkinci olayda ise adam tırnak kesmeyi bıraktı diye, zaten paramı da ödedim diye... Bakışlarımdan başka sözlü tepki koymadım. İyi etmedim biliyorum.

Varan 3)
Büyük ve popüler bir giyim ve aksesuar mağazasından hediye alıyorum. Rafta beğendim aldım. Hem önünde hem arkasında fiyatı yazılı.(22.50 YTL) Kasaya geldim. Kasiyer dedi ki "bunun fiyatı 22.50 değil, 34.50 YTL. Promosyondaymış ama bitmiş." Ben "üzerinde iki fiyat var. Bu dediğinizi kabul edemem. Bana bu fiyattan vermek zorundasınız" Ik-mık etti ama yöneticiyle görüşmeye gitti. Geldiğinde yine yeni fiyatın geçerliliğinden bahsettiler. Üst perdeden konuşarak "Sizin hatanızın cezasını ben çekemem. Rafta gördüm beğendim. Yöneticinize söyleyeceğiniz şey şu. Bunu promosyonlu fiyatından vermek gerekiyor." Tamam deyip yine uzaklaştı. Bekliyorum kasada. İşe geç kalıyorum. Taframa devam ettim ve "ben daha ne kadar bekletileceğim burada. İşe geç kalıyorum" diye konuşmaya başladım. Neyse çocuk geldi. Eski fiyat geçerli. Alacağımı aldım, çocuğa ilgisi için teşekkür ettim çıktım.

Sonuç: Eskiden olsa kasiyerlerin ilk itirazında tamam derdim. Ama kendi kendime sinirlenirdim. Çıkar gelirdim. Alacağımdan da olurdum bir yandan... Ayrıca, hataları da yanlarına kar kalırdı. Bu işten ben zararlı çıkardım. İstanbul'da akıllandım.
Oooo günaydın dediğinizi duyar gibiyim...
Aaaa ayıp oluyor ama...
Uyanmanın vakti saati yok :))

Uslup farkı

TSK diyor ki: "Yüce Türk Ulusu, Yüce Türk Milleti..."

Başbakan diyor ki: "Benim milletim, benim vatandaşım, benim bakanım..."

Hangisi samimi bunların?
Hangisi anlam yüklü?
Hangisi ısmarlama değil?

Ben içi boş cümlelerle sahiplenilecek insan değilim.
İsyan ediyorum.
Bana "benim milletim, benim vanatdaşım vs" demesin...

23 Mayıs 2007

Ahhh Nasreddin Hoca Ahhh

Sevgili Nasreddin Hoca, eğer yaşasaydı kimbilir neler üretirdi... Baksanıza yüzyıllar öteden gelen hikayeleri bugünü anlatmaya yetiyor artıyor bile...
Bahçeye dikenli tel yapalım...
Koyunlar büyüsün...
Yünleri uzasın...
Tele sürtündüklerinde yünleri takılsın...
Yünler biriksin satayım...
vs vs vs...
Yani gönlüm yok ama dostlar alışverişte görsün...

Şimdi, Genel Kurmay Başkanımız bir ay önce "Kuzey Irak'a operasyon yapılmalı mı? Evet, yapılmalı. Fayda sağlar mı? Evet, sağlar. Bir hudut ötesi operasyon için siyasi kararın çıkması lazım" dedi mi?
Dedi... Başka ne dedi? Karar siyasi iradenindir dedi. Yani Türk Milletinin menfaatleri için teröristlerin yuvasını dağıtmak gerekir. Biz bunu yapmaya hazırız ve muktediriz. Ama eğer iktidar he derse... O aralar iktidardan ses çıktı mı? Hayır... Her mühim konuda olduğu gibi sessizliği tercih ettiler.

Bugün başbakan ne demiş? "eğer asker isterse sınır ötesi harekat yapılırmış..." Niye yan çiziyorsun. Bir aydır sesini çıkarmıyordun. (Hatta öfkeyle kalkan zararla oturur dedin.) Asker sesini çıkardığında "onlar bana bağlı" diye uslubu düşük cümleler kuruyordun? Noldu şimdi? Seçim öncesi prim yapma derdine düştün. Yoksa zaman mı kazanmaya çalışıyorsun? Yoksa topu mu taca atıyorsun? (Hem mahalle ağzı, hem futbol tabiri iyi anlar diye böyle yazdım).
Kardeşim oyalama artık bizi. Biz senin oyuncağın falan değiliz. Enayi, salak, embesil de değiliz. Senin kafa sallayan cemaatin hiç değiliz. Bize konuşurken tart konuş. Dürüst konuş. akıllı konuş.
Son beş yılda memleketin anasını ağlattın. Hadi .... da al git artık... Çok kaldın sen çok...