30 Eylül 2006

aşk


Bunun adı aşk...


29 Eylül 2006

hayat böyle bir şey işte...

Hayat çok dinamik...
Biz ona ayak uydurursak şanslıyız...
Onun temposunda koşarsak ayaktayız...

Bir gün önce Büyükada'da rakı-balık yapıyorsun. (Ramazan olsa bile)
O gün evlilik yıldönümü kutluyorsun, nice yıllara sağlıkla, huzurla diyorsun... Akşamüzeri doktora gidiyorsun, zaman kaybetmene gerek yok, gel diyor... Ama öyle korkulacak bir şey olduğundan değil... Sıkıntı çekmeyi bitirmek için...
Ertesi gün kocan ufak bir operasyon geçiriyor...
Bugünse evdesiniz, çok şükür herşey yolunda...
Ama hayat bu işte... Ne göstereceği, nereden göstereceği belli değil...
İşte bu nedenle hep şunu söylerim... Hayatın bize ne göstereceği net olmadığı için elimize geçen güzel fırsatları hep değerlendirelim.
Beklemeyelim.
Ertelemeyelim.
Üzülmeyelim..
Hayat güzel, anın tadını çıkaralım...
Günümüzün tadını çıkaralım... Elimizden geldiğince buna uyalım...

Dün akşam hastanede kalmamıza gerek kalmadı. Evimize geldik.
Fatih'in biraz sancısı vardı. İlacını aldı... Mışıl mışıl uyudu... Ben de evde tüy gibi hareket ettim... Hasta yemeği olarak tavuk suyu yaptım. Ama o da ne!!! İçine bol karabiber konur mu? Normal yemek mi bu? Lezzet versin diye doldurmuşum, yapılır mı bu? Yazık içemedi tabi... Döktüm, yenisini yaptım... Kafamın çalışmadığı nerden belli??? Tavuk suyunu döküşümden :( Dökeceğine içsene be kızım...

Kadıköy Şifa Hastanesi (ihtiyaç olmasın inşallah) çok güzel, temiz bir hastane. İyi ve güleryüzlü insanlar çalışıyor... Odalar çok temiz, rahat... İnsan hastane psikozuna girmiyor yani...

27 Eylül 2006

27 Eylül 1997

Ne çabuk geçti 9 yıl..
Evliliğimizin 9. yılı bugün...
10.yıldan gün alıyoruz... Daha nice yıllara inşallah...
Hep böyle elele, gönül gönüle... Birlikte... Acımızda, sevincimizde, heyecanımızda...
Arkadaş gibi, sevgili gibi, dost gibi, bir parçamız gibi, diğer yarımız gibi...
Çok güzel geçti 9 yıl...
Sağlıkla, huzurla, mutlulukla, sevgiyle, saygıyla daha çooook yıllar geçiririz...
Canım kocam... Seni çok seviyorum...

Asker- sivil

Ülkenin askeri "a" dediğinde, ülkenin bir kısım siyasetinden derhal ses geliyor. Ama gelen ses katılımcı olsa canım yanmayacak. Hemen ters yönde eleştiri geliyor... Sadece onlardan gelse iyi... Elin Avrupalısı da maaşallah ahkam kesiyor... Asker konuşmasın, dursun otursun. Ya kardeşim bizim asker sizin askere benzemez... Bizimkiler cumhuriyeti kuran, laikliği getiren, ülkeye demokrasiyi getiren bir kurum.. Onlar nerede duracaklarını biliyorlar... Geçmişteki hataların hepsini de askere yüklemeyin. Adam gibi yönetseydiniz o zaman... Elinize verilmiş cumhuriyetin kıymetini bileydiniz de cılkını çıkarmayaydınız... (12 eylülü savunduğum sanılmasın) Yahu bu ülkenin askeri ses veremeyecek mi? Sivil ne yapıyor... Sivil hergün saçmalıyor, gericilik almış başını gitmiş, onlara laf yok... Ülkenin satılmadık yeri kalmayacak neredeyse... Seçmene hakaretin bini bir para... Bunlara göz yumacaksın, ama asker konuşmasın. Napsınlar peki, herşeye eyvallah mı desinler...
Hakkari'de asker sivil olarak çöp toplama eylemi yaptı. Belediye bşk. vekili hemen açıklama yaptı:"provokasyon amaçlı yapıldı" diye. AKP milletvekili "büyük bir yanlış" dedi...

Cumhurbaşkanı ve üst düzey asker irtica uyarısı yapıyor... I-ıh... Böyle bir şey yokmuş... Varsa söylensinmiş, takip edilsinmiş. İrticanın karşısındaki en büyük engel iktidarın kendisiymiş... Legal dini eğitimle irtica önlenirmiş...

Bu ne refleks anlamadım. Cumhurbaşkanı ve asker konuştuğunda kimse dur bakalım bu üst düzey kurumlar bir şey söylüyorlar, bir bildikleri vardır demiyor da... İnkar yarışı başlıyor. Bunu anlamıyorum.. Bunların hepsi bu ülkenin kurumları değil mi? Eeee öyleyse, bu inkar refleksi neden? Ne anlama geliyor?

özet

Biraz önce annemi uğurladık İzmir'e... Güle güle gitsin inşallah. Çok güzel vakit geçirdik. Gezemediğimiz Topkapı ve Süleymaniye kaldı onu da gelecek sefere dolaşırız.. Geçen gün Yıldız Sarayı'na gittik... Ne muhteşem bir yermiş. Çok kibar, sade, layıkıyla yapılmış güçlü bir havası olan bir yer... Dolmabahçe'nin yapış yapış şaşaası yok. Buradaki herşey yerli yerinde... Herşey olması gerektiği için ve olması gerektiği kadar var gibi duruyor... Çok beğendik. Koskoca bir bahçe, kampüs denebilir... Herşey içinde. Şehir içinde şehir gibi bir yer... Yıldız porselen fabrikası da bu saray bahçesindeymiş. II.Abdülhamit porselene meraklı olduğundan fabrikayı yaptırmış... Annem bu fabrikanın ve satış mağazasının orada olduğunu TV'den öğrenmiş... Gittik. Annem bir sürü kapaklı porselen kaselerden aldı. Hem evinde olmayanları tamamladı hem de hediye aldı... Sonra çıktık bahçenin dışından giderken tam bir tezatla karşılaştık. Saray bahçesinin yanında bir gecekondu. Ondulin kaplı, çamaşırlar bahçede ipte kuruyan tam bir gecekondu... Tezatlar şehri... Adresi şöyle olacak "Yıldız Sarayı'na gel. Tam karşısında bizim gecekondu" Yani güler misin, ağlar mısın?
Dün Büyükada'ya gidip fayton turu yaparak ağzımız açık rüya gibi evleri seyrettik... Fatih izinliydi. Bir ara burada yaşar mıyız dedik. Bize ne olacak kafamıza koyduk mu atlar geliriz. Ama sonra vazgeçtik. Ulaşım sorun olabilir. Benim için değil Fatih için. Haberin saati olmuyor... Yüzerek mi geçecek :))
Sonra kuzenim Naim'lere akşam çaya gittik. Çay dediysem lafın gelişi... Yok yok sofrası şeklinde...
Yazmaya biraz ara vermiştim... Özlemişim...

21 Eylül 2006

Annem, ablam ve Nursel burada... Pazartesi geldiler. Önce okul kaydı ile ilgili son işlemleri yapmak üzere Boğaziçi Üniversitesi'ne gittik. Ne güzel bir okul... Tek kelimeyle harika... Okuyasım geldi desem yalan olmaz...
Veee o günden beri hergün geziyoruz... Fotoğrafları sonra ekleyebilirim... Şimdi vakit bulmuşken kısa bir özet geçiyorum...
Ayasofya Camii: Mükemmel bir yer... Büyük ama biraz kasvetli... İçinde merdiven yok. Onun yerine rampa var. Döne döne çıkılıyor. Yapımına 306 yılında başlanmış... Tam 1700 yıllık şahaser... Çok kalabalık. Fatih Sultan Mehmet İstanbul'u aldıktan sonra ilk cuma namazını burada kılmış. 1934 yılında Atatürk'ün talebiyle müzeye dönüştürülmüş.
Sultanahmet Camii: Ne mükemmel, ne muhteşem bir yer anlatamam. İçinin zarifliği, çinilerin güzelliği... Gerçekten büyülendik... Hele detaylar yok mu? Mesela bahçe kapısında bir zincir var. (perde gibi) Padişah bunu özellikle yaptırmış. At üstünde girerken eğilsin ki, camiye mağrur girmesin diye...
Burmalı ve Örmeli sütünler, Dikilitaş: Bunlar da şahane ama şöyle bir görüntü var. Kaideleri derinde... Dolayısıyla içi çöp deposu olmuş...
Sultanahmet Meydanı: Biz burayı TV'lerde gördüğümüz geniş ve güvercinlerin olduğu meydan sanıyorduk. Meğer orası Eminönü'ndeymiş...
Kapalıçarşı: Muazzam. Çok büyük. Herhalde biz sadece 10'da birini falan dolaştık. Bir güzel de kahve içtik. Cüzdan, çanta aldık... Tavanlarındaki boyalar yer yer akmış. Esnaf dedi ki: "15 yıl kadar önce güzel sanatlardan bir grup öğrenci boyamış tadilat için. Ama yine akmış. Osmanlı zamanında yumurta akı kullanılarak yapılırmış. Onun ayarını kimse tutturamamış şimdiye kadar"
Hürrem Sultan Hamamı'nı anlatmıştım daha önce.
Dolmabahçe: Çok şatafatlı. Topkapı'nın yemyeşil bahçe içindeki mütevazi havasından eser yok. Ben yıllar önce gezmiştim ama bazı detayları unutmuşum tabi... Mesela Süfera Odası. Yani sefirlerin, elçilerin Sultan'a çıkmak için bekledikleri odalar. Önce bekleme odasında bekletiliyorlar. Duvarlarda yeniçerilerin savaş sahneleri. Yani psikolosik çöküntünün ilk durağı :) Sonra karanlık odaya alınıyorlar. Burası loş ve sade döşenmiş... Artık elçiler neler kafasından geçiriyor bilinmez :) Buradan sonra "kırmızı oda" ya da "Sultan odası" denen Sultan'ın huzuruna çıktıkları odaya giriyorlar. Karanlıktan sonra birden aydınlık ve şatafatla Sultan'ın huzuruna çıkınca ne olduklarını şaşırıyorlar herhalde. Ne kadar akıllıca... Harem'i de gezdik. Annem çok olumsuz etkilendi buradan. Pencelerden avlu duvarı görünüyor. Yüzlerce kişinin yaşadığı söylenen haremde sadece 3-4 tane hanımağa, şehzade sünnet yatağı falan yatak var. Odalar çok kasvetli. Yani burada ne hayatlar geçmiş, cariyeler ne sıkıntı çekmiş, insan yerine konmamış gibi bir havası o kadar belli ki. Bu yüzden annem hiç hoşlanmadı. Zemin döşemesinden, kapılarına, süslemelerine kadar buranın ikinci sınıf olduğu belli...
Atatürk'ün kaldığı odalar ne kadar sade... Isınma masrafı olmasın diye özellikle küçük odaya yerleşmek istemiş. Büyük lider olmak böyle işte... Kendini BÜYÜK sanarak değil. Yaptıklarınla BÜYÜK kitlelere iyilikler bırakarak... Çok büyüksün Atatürk...
Saraydaki parkeler özel el işi... Üzerine basılmıyor. 150 yıllık... Korunuyor. Ama Arap Kralı gelince iş değişiyor. En son kendisi geldiğinde burada yemek yemiş... Büyük salonda halılar serilmiş., yemek daveti yapılmış...
İbrahim Paşa, Türk - İslam Eserleri Müzesi: İçerisi çok nemli ve sıcak... Rahatsızlığı olanlar girmesin derim. Annemi çıkarttık mesela. Çok güzel eserlerle karşı karşıya kalıyorsunuz. Üstelik çok büyük bir tarihle de yüzleşiyorsunuz. Anadolu Selçukluları, Büyük Selçuklular, Osmanlı, Karamanoğlu... (Ama Karamanoğlu'na ait tek parça esere rastladım. Elişi oyma kocaman bir ahşap kapı. Üzüldüm tabi. Çünkü, annemler Karaman Beyliğinden geliyor. Dedem safkan Karamanoğlu. Soyadları da Karaman. Dedem hiç kan karışmadan gelen gerçek bir safkan Karaman Beyi idi.) Daha neler neler... Adını hatırlamadığım ne medeniyetlerimiz... İslam alemine ait eserler... Burası çok güzel bir müzeydi. Altında da etnoğrafya müzesi vardı. Dolaştık... Tavsiye ederim, buraları... Sultanahmet Meydanında...
Ortaköy: Burada bir mola ve yemek.. Denize, camiye ve martılara karşı... İstanbul turu bugün de devam edecek... Ama 3 gündür duraksız geziyoruz...

17 Eylül 2006

çevre, saygı... bunlar birbiriyle bağlantılı değil mi?

Dün vapurdayım. Üst katta dışarda oturuyorum. Kenarda genç bir çift ve 3-4 yaşlarında oğulları var. Çocuk ağzında sakız, denize doğru dönmüş seyrediyor, konuşuyor falan... Derken sakızından sıkılıyor, çıkarmak istiyor. Baba önce aşağıya bakıyor ve çocuğa diyor ki "fıydırıver hadi"...
Çocuğun eli yıkanacak... Bu sefer anne aşağıya bakıyor. Kimse var mı diye? (Çok düşünceliler, eğer aşağıda biri varsa rahatsız olmasın !?!?!) Anlaşılan yok... Çocuğun kolları ileri uzatılıyor ve şişedeki suyla eller yıkanıyor... Ters esen rüzgarla da bir güzel kendisi ıslanıyor :)
Ne ailede, ne de okulda veriliyor bu eğitim. Ne çevreye, ne birbirimize karşı saygılıyız. Biz yaptık oldu. Kimse görmeden fıydırıverdim oldu.
Geniş meydanlarda çöp kutusu zor bulursunuz... Tuvaletlerde ya tuvalet kağıdı yoktur, ya rezervuar çalışmıyordur... Oturduğunuz bankın tahtaları arasına sıkıştırılmış ya bisküi paketi vardır, ya kağıt mendil...

Bostancı'da çarşambaları semt pazarının kurulduğu yerde esnafın kullandığı bir tuvalet var. (Burası gayet iyi bir semt) Ev kiralama işlerimiz sırasında ben de mecburen kullandım da :(((
  • Alaturka tuvalet
  • Rezervuar çalışmıyor
  • Tuvalet kağıdı yok
  • Musluk çalışmıyor
  • Lavabo kırık ve musluğu çalışmıyor...
Ya ne var:
  • İğrenç koku
  • Direkt sokağa açılan bir kapı
  • Yerde plastik tas içinde su
Bu durumda sadece porselen bir delikten başka bir şey olmayan bu şeye tuvalet denebilir mi? İstanbul'da şehrin göbeğinde...

16 Eylül 2006

et yemeğinde üzüm olur mu?

Geçen gün canım arkadaşım Ece bloğunda annesinin et yemeklerine üzüm koyduğundan bahsetmişti. Aklıma takıldı. Benim meşhur light piliç göğüsler pişmeye yakın tavaya haşlanmış brokoli ve bir avuç taze üzüm attım. Gerçekten çok güzel oldu. Fatih de bayıldı. Bugün yine light göğüs yapıyorum, yanına yine üzüm atacağım. Bu sefer üzümü daha erken atıp biraz daha pişmesini sağlayacağım.
Sağol Ece, Sağol Candan Abla :))

NOT: Tamam hep piliç göğüs denk geliyor ama ben başka yemekler de yapabiliyorum vallahi...

Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği

Bir araya geldiğimizde ne olacak bu ülkenin hali sorusu var ya... İşte bu sorunun en güzel cevabı bu dernekte yatıyor... Yani uzun cümleler kurarak, her birimiz adettendir vatanı kurtaran konuşmalar yaparak ve bunları uygulamayarak ne kadar hizmet ediyoruz? Bu arada atı alan Üsküdar'ı geçiyor, biz de izliyoruz... Göz göre göre cumhuriyetin nimetlerinin zedelenmesine seyirci oluyoruz. Benim eski genel müdürlerimden biri derdi ki "bu ülkenin eğitim seviyesi ilkokul 4. Sorun burada". Haklı...
"eğitim şart" Bu sihirli cümle reklam olunca nasıl güldük değil mi? Şaka ama gerçek kıvamında bir söz bu... Önce eğitim. Kendimizi anlamak için, dünyamızı tanımak anlamak için, kendimizi ifade etmek, haklarımızı korumak için... Çocuklara, geleceğin annesi kız çocuklarına eğitim. Okuma hakları olmadığı için çocuk yaşta evlenip barklandıkları için... Kendini tanıyamadan kendi çocuklarını yetiştirdikleri için...
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği çok faal çalışan, kurumsallaşmış, çocukların özellikle kız çocuklarının eğitilmesi amacında çok faydalı işler yapan bir dernek... 2-3 aydır tam olarak değil ama içindeyim. Bugün de Taksim'de bir toplantıları vardı katıldım. Sevgili Türkan Saylan kendini bu işe adamış, çok değerli biri... Dernek çay-kahve eşiliğinde oturulup, vakit geçirilen bir yer değil. Katılımcı bir ortam. Birbirine saygı esas. Herkes proje üretebilir. Okeylenen projeler yapılabilir. Benim edindiğim izlenim dinamik, çalışkan bir dernek... Kendilerini şöyle tanımlıyorlar: "
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD), 1989 yılında ülkede herkese eşit bir çağdaş eğitimin sağlanması, böylece bilinçli, eğitimli, evrensel insan, çocuk, kadın haklarına saygılı, çevreye duyarlı, Atatürk ilke ve devrimlerinin aydınlığında, çağdaş bir toplum oluşturulması amacıyla kurulmuş, partiler üstü bir dernektir.

Atatürk ilke ve devrimlerini korumak, geliştirmek, çağdaş eğitim yoluyla çağdaş insan ve çağdaş topluma ulaşmak amacını güden, ülkenin “çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkması” ülküsü için bilgi, beceri ve deneyim birikimiyle, gönüllü çalışan bir sivil toplum örgütüdür."

Bir çocuğun yıllık eğitim masraflarını üstlenmekle görünürde bir çocuğu, ama aslında onun çevresini, ailesini, dostlarını da aydınlığa kavuşturmuş oluyoruz. Bunu hem kurumsal, hem de bireysel olarak yapabiliyoruz. Aşiretlerin, tarikatların elinden kurtulmuş, birey olmuş çocuklarla Türkiye daha güzel, daha güçlü değil mi?

CYDD web sitesine bir bakın derim. Başkaları birlik olmayı, birbirlerine destek olmayı, yurt içinde yurt dışında okullar açıp, çocukları eğitmeyi sürdürüyor. Biz de aydınlık çocukları çoğaltalım...

www.cydd.org.tr




15 Eylül 2006

idw'06 - İstanbul Tasarım Haftası 4

İki standa bayıldım desem yalan olmaz. Çünkü bu iki stand bizi de olayın içine kattı... Birisi Mavi Jeans, diğeri bir ebru sanatçısının standı...
Mavi standında kocaman beyaz bir masa... Üzeri her tür boya malzemesi dolu... İster kumaş, ister kağıt doyamak için... Tasarım yarışması yapıyorlar. Aslında tam yarışma da denmez... Konu İstanbul... İsteyen yapıyor resmini. Özel resim kartları hazırlanmış. Bilgilerini yazıyorsun. Numara verip kaydediyorlar. Beğenilirse uygun konsepte göre kullanıyorlar. Telif haklarını da bu durumda veriyorlar. Beni o kadar çekti ki. Hemen oturdum, bir şeyler yaptım ben de. Çok hoşuma gitti. (http://www.mavijeans.com/designweek2006.asp)

Ebru sanatına bayıldım... Ama açık hava olduğundan kokusu yoktu. Meğer sığır ödü konduğu için bu kokuya tahammül etmek kolay değilmiş... Ama nasıl dinlendirici, nasıl hoş bir iş anlatamam. Yapanlara çalışmalarını veriyorlar. Ben çerçeveleteceğim :))) (Görmemişin ebrusu olmuş :)
Nasıl ama güzel değil mi :))

idw'06 - İstanbul Tasarım Haftası 3








Cam Atelyesi. Herhangi bir kalıp kullanmadan tamamen elle şekil vererek çok güzel çalışmalar yapmış... Heykel yapar gibi. Başka bir teknik kullanılmamış. O nedenle her parça tek.. Aynısı yok, ancak çok benzeyeni olabilir...


Bu da Çin gerçeği... Çin'de üretilen dünya markalarının şablonu... Çin üretimde bu kadar büyüyünce dünyanın en büyük, en önemli markalarının üretimini de yapar olmuş...
Sonuçta böyle sıradan bir şablonun içine milyon dolarlık firmalar hapsoluvermiş :))

idw'06 - İstanbul Tasarım Haftası 2

Bir yanda İstanbul Teknik Üniversitesi'nin yaptığı güneş arabası... Diğer yanda ilk bisikletler. Nereden nereye gelmişiz...



Alparda firması ofis mobilyaları konusunda çalışıyormuş. Çok güzel tasarımlar var. Fonksiyonel, ferah, minimal... (www.alparda.com)






Vitra'nın standındaki tasarımları çok beğendim. Orijinal çalışmalar çoktu...

idw'06 - İstanbul Tasarım Haftası 1

Balat'ta tarihi Galata Köprüsü üzerinde yapılıyor İstanbul Tasarım Haftası. Sabah ben de gittim. Haftasonu çok kalabalık olur diye bugünü değerlendirdim. Kısa kısa notlar ve fotolar iletiyorum. Hürriyet Gazetesi geçmişten günümüze bazı gazete kapaklarını büyütmüş. Kısa bir tarih turu... 5 tane eski sayılardan basın köşesi... Bugün neler yaşadğımızın, neden yaşadığımızın yanıtları bazıları...




14 Eylül 2006

Tarihi yarımada: Eminönü - eksiler 3

Topkapı sarayında gözüme neler çarptı bakın?
Güneşten korumak için belli ki perde yapmışlar. Ama dikişi, görüntüsü yine saraya yakışmıyor. Uyduruk olmuş... Perdenin üst kısımları cırt cırtlı... Bu perdelerden benim de var. Ama Sığacık'taki evimin üst kat odalarındaydı. Alt kata bile böylesini yakıştırmamıştım. İstanbul'a gelirken de bırakmıştım. Yanımda getirmedim. Düşünün artık!
YAKIŞMAMIŞ!


Bahçede girilmez yollar için inşaat sahalarında kullanılan kırmızı-beyaz plastik şerit kullanmışlar. YAKIŞMAMIŞ!





Ben seneler evvel İtalya'ya gitmiştim. Eski Roma'ya kimseyi almıyorlardı. O zaman bana şöyle bir bilgi verilmişti: "Bir araştırma yapılmış. Eski Roma'ya şu kadar turist gelse, hepsi bir kere ellese, aşınmadan dolayı eserlerin ömrü şu kadar azalır"
Ya bizim eserlerimiz? Onlar aşınmaz taştan mı acaba? Bilmediğim için soruyorum...



Kanaltürk'te "Kürşat Başar'la" programı var. Onu seyredeceğim. Başladı bile. Çok beğeniyorum programı. Bugün kapıma İkea katalog bırakmış. Bayılıyorum... artık günlerce aylarca bakarım :)
Nescafe yeni aromalı 3'ü biraradalardan çıkarmış. Badem, çikolata, fındık aromalı. Nefis nefis... Şimdi kendime çikolatalı yapacağım... Çikolatalı herşeye bayılıyorum.

Bugün akbil aldım. Toplu taşım için kart yani... Deniz otobüsleri çok ucuza geliyor böylece. Ama adı neden Akbil? Neden ille de AK? Oysa canım İzmir'imde böyle dayatmalar yoktu. Orada bunun adı "kentkart"tı... Farkı görüyor musunuz? Kentlilik, gelişmişlik, medeniyet...

Tarihi yarımada: Eminönü - eksiler 2

Tarihi meydanlarda, tarihi binaların yanında trajikomik binalar var. Türkiye'nin en pahalı arsalarının üzerinde yanındaki eserlerden utanmaksızın başını uzatmış binalar var. Kim çizdi, kim yaptı, kim ruhsat verdi? Dikdörtgen, kibrit kutusu gibi yapılar... Camiler aralar sıkışmış... Tarihi binalar nefes almakta zorlanıyor... Unesco'nun dünya mirası listesindeyiz ama bu yıl zor listeden çıkarılmaktan kurtulduk. Yanlış bilmiyorsam 2 yıl süre daha tanıdılar. 2 yıl çabuk geçer...
Yoruma gerek yok resimler birer kanıt. Eminönü'nü kurtarmak için sürekli panel, konferans falan yapılıyor. Ama bana göre havanda su dövülüyor. Onun kaşı, bunun gözü durumları vardır herhalde... İstimlak etmek öyle kolay mıdır canım? Aaaa!!!!!
Resimlere bakın ne demek istediğimi anlayacaksınız. Artık üzülmüyorum böyle şeylere bakarken. Utanıyorum. Annemin babaannesi "ayaklar baş oldu" dermiş... Taaa o zamanlardan varmış demek ki... Ayaklar baş olunca başı dönüyor tabi, ne yapacağını şaşırıyor. Kime dayanacağını şaşırıyor. Sonra bir kere birine dayandı mı kolay kolay doğrulamıyor galiba...

Tarihi yarımada: Eminönü - eksiler 1

Övgülerin yanında gözüme çarpan olumsuzlukları da yazmak gerek...

Hürrem Sultan Hamamı içindeyiz. Halı ve kilim sergisi vardı. Demir borular içinden kablolar geçiyor. Borular bir yerde ayrılmış, çirkin bir görüntü oluşturmuş. ORTAMA ASLA YAKIŞMAMIŞ...




Hürrem Sultan Hamamı girişinde serginin duyurusu var. Ama bakar mısınız özensizliğe! Koli bantlarıyla kaç yerinden yapıştırılmış duyuru ilanı. Yakışıyor mu?





Topkapı Sarayı bahçesinde yemek yedik. Saray içindeyiz. İncelikten, kaliteden dem vurdum sürekli... Ama saray bahçesinde, ne kadar fast food olursa olsun plastik sandalyeler, uyduruk masalar yakışıyor mu? Sarayın görkemine yakışıyor mu? Sarayı huşu içinde dolaştık, buraya geldik hiçbirşey kalmadı. Sıradan bir fast food işte...


Sultan Ahmet Türbesi girişi... Dünyanın sayılı mimari eserlerinin tam kalbine öyle şeyler yapmışlar ki... İnsanın nutku tutuluyor. Burası giriş-informasyon-bilet vs görevlisinin kulubesi... YAKIŞIYOR MU?




Hayat çok güzel. Hayatın nimetleri de... Hayata her yönden ve kocaman bakmak ne kadar güzel... Atatürk sen olmasaydın bizim bakışlarımız bu kadar geniş, bu kadar berrak olur muydu?

Tarihi yarımada: Eminönü 7

Herşey çok güzeldi. Kimbilir dolaşmadığımız yerlerde neler var. Haremi görmedik mesela... Binalar, takılar, el işleri hatta silahlar bile o kadar ince bir zevkin ürünü ki... Düşünmeden edemedik. Biz bu kadar zevkli bir toplumken nasıl oldu da şimdi uyduruk, özensiz işler yapmağa başladık? Hap yap para kap...










Topkapı Sarayı'nın denizden görünüşü... biraz içe kapalı değil mi? Denizi, manzarayı, eşsiz güzelliği kucaklar gibi değil de... Sırtını dönmüş gibi değil mi?

Tarihi yarımada: Eminönü 6

Topkapı Sarayı için şu siteyi ziyaret edin... Bilgisayarda sarayı dolaşıyorsunuz...
http://www.360tr.com/topkapi/index.htm










Bu gül var ya... Kokluyorsunuz... İçiniz mis gibi gül kokusu doluyor... Başınız dönüyor... Kokusuz güllere alışınca bunca zaman, insan bir tuhaf oluyor :)

Tarihi yarımada: Eminönü 5

Şu çınar ağaçları nelere şahit oldu acaba? Kimleri gördü, hangi törenleri yaşadı, hangi kazan kaldırmaları gördü? Hangi zaferler müjdelendi önünde? Bunun gibi ulu çınar çok saray bahçesinde... Zaten saray olmasa bu burun da yeşili unutacak. Betonlar yutacak... Sınıra dayanmış aç kurt gibi bekliyor betonlar...
Hazineyi de gezdik. Zümrütlü hançeri de gördük, kaşıkçı elmasını da. Daha neler neler.. Ne tahtlar, ne beşikler. Altınlar, elmaslar, zümrütler... Çocukken kaydırak oynadığımız boyuttaki taşları düşünün... İşte o boyda elmas, yakut, zümrüt... neler neler... Kaftanlar çok güzel. Tam benim tarzım... Renkler, desenler, kesimler inanılmaz zevkli... Bazı kaftanların astarı doldurulmuş. Padişah zayıftı heybetli görünmek istiyordu herhalde diye düşündük :)

Dünyada günümüze gelebilmiş sarayların en eskisi ve genişi Topkapı Sarayıdır. Atatürk’ün emri ile 1924 yılından beri müze olarak kullanılmaktadır. Konumu Halic’i , Boğaziçi’ni ve Marmara denizi gören, çok gözel manzaralı, İstanbul’un ilk kuruluş yeri olan bilinen akropol tepesidir. Tarihi İstanbul üçgen yarımadasının en uç noktasında, 5 km.yi bulan surlarla çevrili, 700.000 m2 özel araziye sahip bir kompekstir. İstanbul’un fethini 1453’te gerçekleştiren genç Fatih Sultan Mehmet, İmparatorluk tahtını bu şehre taşımıştı. Kurduğu ilk saray şehrin ortasında bulunmaktaydı. 1470’lerde yaptırdığı ikinci saraya, önceleri yeni saray, yakın tarihlerden beri de Topkapı Sarayı denilmektedir. Burası, tarihte bilinen diğer Türk sarayları gibi, klasik bir Türk sarayıdır. Kaynak: www.istanbul.gov.tr









Burası boğaza bakan balkon... Enfes manzara değil mi? Heryere hakim... O yıllarda boğazın güzelliğini hayal edebilir misiniz?

Tarihi yarımada: Eminönü 4

Vee Topkapı. Burada hissettiğimiz duygular çok başka... Hele dünyanın heryerinden gelmiş insanlara bakınca... Bu mütevazi görünüşlü (zira içten o kadar da mütevazı değilmiş), ulu ağaçların boyunu aşmayan güzelim binaların içinde bir zamanlar ne hayatlar yaşandı, ne tarihler yazıldı... Ne güçlü günler oldu, ne entrikalar döndü...
Saray bahçesine girince çevreyle ve doğayla barışık, sizi ezmeyen ama içine kapalı bir hava sezinledim.




Yüksek binalarla size tepeden bakmayan, gücünün görünüşte değil özde olduğunu bilen insanların yaşadığı bir yer havası var... Yapış yapış şaşaa, depdebe, burası saraydır çığırtkanlığı yok. Ama kalite var, klas bir havası var. Kendine özgülüğü var.
Özellikle Fatih, Kanuni dönemlerine ait gördüğümüz şeyler için Fatih'le (kocam) aynı şeyleri düşünmüşüz. İmparatorluğun sonlarına doğru özellikle de II.Abdülhamit dönemlerinde bir şaşaa başlamış. Gösteriş başlamış. Dışı seni, içi beni yakar gibi... İmparatorluk zayıfladıkça güç gösterisi ortaya çıkmış... Biz böyle düşündük gördüklerimizden. Bir kere daha ortaya çıkıyor ki bilgi zenginliği esastır...

Tarihi yarımada: Eminönü 3

SULTAN AHMET TÜRBESİ:
Burası, duvarları nefis çinilerle bezenmiş etkileyici bir yer. Girişte ayakkabılarınızı çıkarıyorsunuz. Poşet veriyorlar. İçine koyuyorsunuz ve böylece dışarda bırakıp çalınmalarını önlüyorsunuz.
Sultan Ahmed Camii'nin bahçesine bitişik olup Alman Çeşmesi'nin karşısındadır. 1617 yılında ölen Sultan I. Ahmed yapılan türbe ancak 1620 yılında Sultan II. Osman döneminde tamamlanmıştır.Dört köşeli mermer bir türbedir ve üzeri tek kubbeyle kapatılmıştır. Abanozdan yapılmış olan kapısının üstünde ayetler yazılıdır. İçi, çepeçevre duvarları dolaşan ayetler ve çini panolarla süslüdür. Pencere araları renkli çinilerle bezenmiştir. Türbede Sultan I. Ahmed, Sultan IV Murad ve Sultan II. Osman'ın sandukaları ile birlikte toplam 36 tane sanduka bulunmaktadır. Kaynak: www.istanbulyeditepe.com

HAYDARPAŞA GARI:
Tamam burası Eminönü'nde değil... Ama karşısında... Ekstradan bir Haydarpaşa fotoğrafı iyi olmaz mı :)






SULTAN AHMET CAMİ: Meydanlara ismini vermiş muazzam eser. Ama, detayları başka bir gezide olacak... :(