29 Mart 2007

Şov devam ediyor.

İran, İngiliz askerleri esir aldı.
İngiltere hop oturdu hop kalktı.
Bizimkiler yine arabulucu oldu.
Bayan askerin iadesi hakkında sabaha karşı zirveler, telefon trafiği hızlanmış... Sabah arabada zirveler yapılmış... Edebi ifadelerle süsleyerek, Hollywood tarzı montajlarla verdiler haberi...

Ben bütün bu gelişmelere seçim öncesi PR faaliyetleri diyorum. Bunlardan daha çok göreceğiz. Hele bir bakın bakalım. Yaraya merhem olan bir aktivite var mı?
Sadece, bizim merhamet duygularımızı harekete geçirmesi tahmin edilen şovlar var...

İngiliz askerin iadesini küçümsemiyorum. Ama, Irak'ta türkmenlerin katledilmesine de aynı yoğunlukta tepki bekliyorum... Göreviniz gereği...

trafik kazası

Bugün E-5'te gidiyorum.
Önümde bir Chevrolet Calos var. Onun önünde de bir kapalı kasa kamyonet...
Calos gitti "dank" diye çarptı kamyonete ve durdu...
Adam indi aşağıya, gitti diğer şoförün yanına. El kol havada bağırıyor, çağırıyor.
"Dikkat etsene, baksana" diyor.
Öbür şoförden "tık" yok. Şaşkın bakıyor.

Ben de şaşkınım. Seyrediyorum. Neden mi?

Çünkü, arkadan çarpan aracın şoförü bu patırtıyı çıkarıyor. Neden bakmadın diye efeleniyor.. Kamyonetin şoförü de "kamera şakası"ndaymış gibi şaşkın şaşkın bakıyor.

Ne trafik ama...

28 Mart 2007

16 Mayıs'tan sonra...

Cumhuriyet Gazetesi boşuna reklam yapmıyor...
Saatler 100 yıl geriye alınacak diyor.. Tehlikenin farkında mıyız?

"İrticai faaliyette bulunan bir vakfın adresinin Arınç'ın annesine ait olduğu yönünde" bir haber bugün gazetelere düştü.
Noldu?
Meclis Başkanı haberi onayladı.
Açıklama yaptı mı?
Hem evet, hem hayır.
Haber doğru, açıklama AZ SONRA!
Yani 16 Mayıs'tan sonra. Bunu kendi söyledi.
Cumhurbaşkanlığı seçimi olacak.
Bakar mısınız! Kimse hesap verme tenezzülünde bulunmuyor. Neden 16 Mayıs'tan sonra?


Bugün, iş hacmi epeyce büyük bir iş adamıyla sohbet ettik. Laf tabi ki döndü, dolaştı... Nereye geldi? Siz bilirsiniz :))
2001 krizinde yarı yarıya servetlerini kaybeden bu işverenler aynı tabloyu bir kez daha görmek istemiyorlar. Ayrıca, koalisyon da istemiyorlar. zaman kaybı diyorlar. Yasalar çıkmıyor diyorlar. İstikrar istiyorlar. İstikrardan kasıt sanırım şu: Yasalar çıksın. Meclis tıkanmasın Hükümet ortaklı olmasın, tek muhatap olsun. Döviz inip çıkmasın.
Buradan çıkan sonuç bana göre şöyle: Herkes olanın bitenin farkında. Rejim tehlikesinin farkında. Ama, özellikle sermaye sahipleri tedirgin olmak, zarar etmek istemiyorlar. Gerginlik istemiyorlar. Yaptıklarının krizlerle yok olmasını istemiyorlar. O nedenle bazı şeyleri görmezden gelebiliyorlar. Üretim olsun, yatırım olsun bu ülke kurtulur diyorlar. (Hoş ne üretim var, ne yatırım. Özelleştirmenin de ne olduğunu gördük. Altın yumurtlayan tavukların satışı mesela)

Evet, bunları ben de istiyorum. Ben de kriz olsun demiyorum. Ama paraya bu kadar teslim olduğumuzda elimizden iplerin gittiğini nasıl göreceğiz? Başımıza çuval değil ama türban geçirildiğini...
Geçen hafta, Üsküdar taraflarında değişik semtlerdeki yerel marketlerde işle ilgili araştırma yapıyordum. bir ara gerçekten çok rahatsız oldum, tuhaf hissettim kendimi. O gün etek giymiştim bir de... Saçım açık zaten... Kendimi aykırı hissettirdiler bana... 10 kadından 8-9'u türbanlıydı çünkü.

Haftasonu Altunizade Capitol'de türbanlı bir kız gördüm. Türbanı şıkır şıkır parlak bir kırmızı... Altında ya kapriydi ya da dizde bir etek. Ayağında bapet... Amaaa asıl file çoraplar yok muydu? Evet, file çorap...
Bunun suyu çıktı artık. Bu insanlar gerçekte ne istiyor? Para mı, iman mı? ben anlamadım. Tuhaf, gülünç ve aslını inkar eden görüntüler ortaya çıkıyor. Çünkü, türbanı savundukları gerekçelerle bu giyim kuşamları örtüşmüyor. Altı kaval, üstü şeşhane bir şey sergiliyorlar...
Geçen yıl İzmir Agora alışveriş merkezinde görmüştüm birisini. Baştan aşağı maviler içinde... Türban, bluz mavi... Ucu dantelli, mavi TAYT, yüksek topuklu açık terlik... Veee elinde sigara, salına salına yürüyen bir tip...
Evet, istisna diyebilirsiniz. Ama, çıkın Bağdat Caddesi'ne ya da alış veriş merkezlerine... sinemalara gidin... Cafelere... Bu dediklerime yakın görüntülerle karşılaşacaksınız...

leblebi oldu tablaya çıktı!

Leblebi oldu, tablaya çıktı...
Bu cümle pek çok şeyi anlatır...


Son zamanlarda dinci basının önemli kalemleri TV'lerdeki tartışma programlarından eksik olmuyorlar... Vücut dilleri de pek şahane. Tabi onlar da çıksın, konuşsun, demokrasi bu demek zaten. Tahammül etme sanatı!
Benim tahammül edemediğim şu: Köşelere kurulup, kendine güvenen vücut dilleriyle bir takım insanları savunma işi yapmaları. Madem gazetecisin iyi ya da kötü fikir savunacaksın. Bir fikrin olacak. Bir duruşun olacak. Ama görüyorum ki fikirden ziyade isimleri savunmak gerek ve yeter şart. O taraflarda gazetecilik yapmak için.
Bu fikre son bir kaç programı seyrederek vardım. (Ön yargılı mıyım? Bilmiyorum) Ya başbakanın yerine konuşuyorlar, ya da güya liberal olarak tanımladıkları bir hukukçuyu savunuyorlar...
Ayrıca bugün, anayasamızdan laikliğin kalkmasını isteyen, Atatürk Milliyetçiliği'ni çıkarmak isteyen, anayasanın giriş bölümünün tamamen kaldırılmasını isteyen bu hukukçu için, bir gazeteci TV'de bu hukukçunun ne kadar liberal olduğu konusunda övgüler düzdü ve aynı fikirde olduğunu söyledi. Ve şunları ilave etti: "Laiklik kalksın. Din ve toplum birleşmeli. Böyle olunca din sadece ibadet dini olarak kalıyor. 'Atatürk Milliyetçiliği' diye ne olduğu belirsiz bir kavram var...."
Hak verirsiniz ki hepsini not alamadım. Almak istesem de kalemim izin vermezdi zaten... Bu kadarı bile yeter...
İşte bunun adı özgürlük, bunun adı, ifade özgürlüğü... Pehhhh!!!!

Soruyorum: Din ibadet dini olmayacak da ne olacak? Devlet düzeni mi?

26 Mart 2007

Bu film muhteşem

O ne müzik...
O ne görüntüler...

O ne oyunculuk...

O ne hikaye...
Bir su gibi aktı geçti film... Süper bir film... Harika... Şahane.. Muhteşem...
Ben çok beğendim... Tavsiye ederim, izleyin... Ama ağlama ihtimalini unutmayın... Ben ağlamanın ötesine geçtim... Dün akşam tv'de de "Babam ve Oğlum" vardı. Bir ara kapıp koyvermek geldi. Bağıra bağıra ağlamak geldi içimden. Filmin müziğini evde dinlediğimde bile ağlıyorum ben... İçime dokunuyor... Birşeyler oluyor anlatamıyorum... Çocukluğum aklıma geliyor. Annemin babamın genç halleri... Hepimiz çocukken, hepbirlikteyken... Ben galiba yaşlanıyorum :)) Neyse, bütün gün ağlayan insan gece yatıp uyursa... Sabah kalktığında ne olur? Yüzünde bir çift balon olur tabi ki... O balonları da makyajla kapatmaya çalışır... Ayrıca, yerli yersiz film muhabbeti açıp, izlediği filmleri anlatmaya çalışır, ne kadar duygulu olduğunu söylemeye çalışır... Ki insanlar "bu kadının gözleri neden böyle? bir şey mi oldu?" diye düşünmesin diye :))

Solcular sola!

TV'de bir program var. Bayılıyorum. NTV'de "Yorum Farkı"...
Emre Kongar ve Mehmet Barlas'ın programı...
Uzlaşmadıkları çok konu var. Tartıştıkları... Benim hem bilgilendiğim, hem de örnek almaya gayret ettiğim bir program bu...
Karşınızdakinin fikri ne olursa olsun... Siz sinirlenmeden, masaya yumruk vurmadan, naralar atmadan, benden değilsin diye mızıkçılık yapmadan, benim fikrimden başka tanımam demeden de... Tartışılabileceğini, medeniyeti, kültürü gösteriyor... Sabırları, bilgileri, fikirleri, saygıları çoğumuza örnek olmalı diyorum...
Bir de, Değerli Emre Kongar bana göre hepimizin, gözü, kulağı, kalbi ve beyni olmalı diyorum...

Bu arada başka bir tv'de de benzer program başladı. "Siyah-beyaz" isminde. Kürşat Bumin ve Değerli Ali Sirmen var... Henüz programa kendimi alıştıramadım. Genelde açtığımda son sözler oluyor...
Ama bir şey dikkatimi çekti... Her iki programda da solcular solda oturuyor :)

21 Mart 2007

Hint fakiri!

Dün taksiye bindim...
Şoför çok iyi bir adamdı. Konuyu seçimlere getirdim.
Bu arada seçimleri falan konuşmaktan utanmayın, çekinmeyin. Bu bizim en doğal hakkımız. Bizi yönetenleri konuşmayacağız, değerlendirmeyeceğiz... Eee ya ne yapacağız?
Oldu, kaymaklı ekmek kadayıfı!!!

Taksi şoförü dedi ki: "Ben ilk defa kendimi Hint Fakiri gibi hissediyorum. Hergün ne kazanacağımı bilmiyorum. Kaç müşteri gelir bilmiyorum. Herşeyim günü gününe ayarlı. Bir gün kazanamazsam herşey aksar. Siz benim bugün 3. müşterimsiniz. (Saat 15.00 ve Gümüşsuyu'ndan 4.Levent'e gidiyorum. Öğlen başlamış mesaisi.) Normalde 7 ya da 8. müşterim olurdu bu saatlerde. Durakta hiç beklemezdim. Hemen müşteri çıkardı. Bir saat beklediğim oluyor"

Yani "kral çıplak" demenin zamanı geliyor...

Kuyuya atılmış taş!

Şu iktidar partisi ne kadar demokratik...
Ülke çıkarları için çalışıyor...
Ne kadar şeffaf...
Ne kadar inisiyatif sahibi milletvekilleri ve teşkilatı var...

Cumhurbaşkanlığı seçimi ülkede gerginlik yaratıyor ya. Malum kişiler olacak mı, olmayacak mı? İlle de parti içinden olacak mı, olmayacak mı?
Halk parti içinden birinin olmasına karşı gibi duruyor. Kamuoyu anketleri (TV'lerde ve internette yapılan) bunu söylüyor. Ayrıca, devletin diğer kurumları, muhalafet partileri hep bu parti içinden cumhurbaşkanı dayatmasına karşı... Bunu aylardır söylüyorlar...

Ama iktidar partisi hakikaten bu seslere kulak vermiş olmalı ki, kamuoyu anketi düzenlemişler... Bravo doğrusu. Tarafsız ve tamamen ülke çıkarlarına yönelik bir davranış... Salt kendi diktalarını kurma hayalinde olmadıklarının göstergesi... Vallahi tebrik etmek istiyorum!!
********
- Pardon bana mı dediniz? Kamuoyu araştırması değil mi?
- Değil tabi.
- Ama öyle lanse ediyorlar. Araştırma kamuoyuna değil mi?
- Yok canım değil. Önce kendi partisinin milletvekillerine anket yaptı. Ardından kendi parti teşkilatlarına... Yani parti mensubu dışından kimseyle anket yapmadılar. Yapılan anketin bu durumda ne kadar objektif olup-olmayacağı konusunda tahminde bulunabilirsiniz. Adının da kamuyou anketi olup-olamayacağını!
- Hmmm, o zaman ben yukarıda yazdıklarımı geri alıyorum. Bu anket "dostlar alışverişte görsün" anketi demek ki!

18 Mart 2007

Debezek!

Bizde bir söz var. 'Debezek'
Sözlükte karşılığı yok. Halk arasında söylenen bir tabir bu...
Bu tabiri genelde;
"İşe yaramaz halde dolaşan, elinden bişey gelmeyen, irice, sanki işe yarıyormuş gibi oraya buraya burnunu sokan ama ayak dolaşığı olmaktan öteye gitmeyen, aceleyle iş yapmaya çalışırken önünüzde gayet kaygısız durup bir de işinize engel olan, eğilip bükülmeyen, kıvrak olmayan, boynunu bile çevirmekten aciz, kollarını yanına sallamış tipler" için kullanırız...
Debezek gibi dolaştı deriz...
Ekranlarda sıkça gördüğüm bir karakter bana hep bu sıfatı hatırlatıyor da...
:))

Umudum tükenmiş değil...

Dönüp yazdıklarımı okuyunca, umudumu yitirmiş gibi hissediyorum kendim bile.
Oysa öyle değil...
Evet, yaşadıklarımız ders almadığımızın kanıtı.
Geçmişimize sahip çıkmadığımızın...
Hülyalarda gezdiğimizin...
Ama doğruyu bulacağımıza inanıyorum...
600 yıllık kulluktan sonra, cumhuriyeti kurup tıkır tıkır işletmek kolay değil tabi...
Bıçakla kesmek değil bu... Sihirli değnek de...
Bazılarının kafası maalesef hala gerilerde olacak...
Damarlarına işleyen alışkanlıklardan kurtulması zaman alacak...
Cumhuriyete inananların da hakkıyla sahip çıkması, mücadele etmesi de bir süreç...
Biz düşe kalka bu işi düze çıkaracağız.
Benim inancım budur...
Her gelen iktidarın ne menem olduğunu göreceğiz. Akıllanacağız. Değerlendireceğiz.

Burada dikkat edilecek nokta şudur. Uyandık, uyandık... Çünkü zaman artık yoktur!

Çanakkale'de söylenmiş en anlamlı söz...

İnsanlık tarihinin en önemli karakterlerinden biri Atatürk...
Bana göre en önemlisi...
O'nun asker, lider, devlet adamı, insan yönlerini okuduk, öğrendik...
İnsan yönünü, O'nu Ulu yapan yönünü en iyi anlatan cümleleri Çanakkale'de şehit olan yabancı askerler için söyledikleri bence...
Her okuduğumda tüylerimi diken diken eden, içimi titreten bu sözler Çanakkale'de dev bir mermer tabela üzerine de işlenmiş...

"Uzak memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar: Burada dost bir vatanın toprağındasınız.
Huzur ve sükun içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçiklerle yan yana koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar, gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde uyuyacaklardır. Bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır..." Mustafa Kemal Atatürk

17 Mart 2007

Geç uyandım... Ama uyandım!

Çanakkale Türküsü
Çanakkale içinde vurdular beni
Ölmeden mezara koydular beni
Of gençliğim eyvah
Çanakkale köprüsü dardır geçilmez
Al kan olmuş suları bir tas içilmez
Of gençliğim eyvah
Çanakkale içinde aynalı çarşı
Anne ben gidiyorum düşmana karşı
Of gençliğim eyvah
Çanakkale içinde bir dolu testi
Anneler babalar ümidi kesti
Of gençliğim eyvah
Çanakkale'den çıktım yan basa basa
Ciğerlerim çürüdü kan kusa kusa
Of gençliğim eyvah
Çanakkale içinde sıra söğütler
Altında yatıyor aslan yiğitler
Of gençliğim eyvah
Çanakkale'den çıktım başım selamet
Anafarta'ya varmadan koptu kıyamet
Of gençliğim eyvah

Bir itirafım var...
Okulda sevmediğim ders inkılaptı...
Tarihten hiç anlamazdım...
Atatürk bilgim tarlada kargaları kovalamasından öteye pek geçmiyordu.
Bir de çocukken "Atam Atam, sen kalk ben yatam. Cebine fındık fıstık katam" tekerlemesini biliyordum...
18 Mart bana pek bir şey ifade etmiyordu...
Anıtkabir'i hiç görmemiştim...
Çanakkale Şehitliğe gitmemiştim...
İşte ben böyle bir Atatürk Cumhuriyeti'nin evladıydım...
Böyle boş, tıngır, mıngır biri işte...
Sonra bir gün kitaplara aşırı merak sardım...
Kitapçılarda dolaşmaktan büyük haz alır oldum...
Yerli yabancı yazarların Atatürk kitaplarını keşfettim...
Okudukça okudum... Öğrendikçe saygımın sevgimin boyutları herşeyi aştı...
Bunca yıl nasıl bu kadar ilgisiz ve bilgisiz kaldım diye düşündüm... Üzüldüm... Ama yalnız değildim. Belki de bizim kuşak ve sonrasına denk gelen eğitim sisteminin iziydi bu...
2002 yılında ilk defa Çanakkale Şehitliğe gittik.
Üstelik evlilik yıldönümümüzde... 57. Alayın ne ifade ettiğini ancak o gezide anladım... Ondan önce bir kurumun toplantı odasına verdiği "57. Alay" ismini okuduğumda biraz da burun kıvırarak mana veremediğimi hatırlayınca hala utanırım...
Geçen yıl danıştay saldırısından sonra hukukçular Anıtkabir'e yürüyünce... Evde duramadım. Fatih'le Ankara'ya gittik. 19 Mayıs'ta Ata'nın huzuruna çıkmak için. Orada olmak için. Ankara'da Anıtkabir tarifini alırken bir vatandaşın "En son ne zaman geldiniz? Çok değişiklik oldu. Müzeler eklendi" diye sorduğunda karı-koca nasıl yutkunduğumuzu da unutamam... En son ne zaman mı gelmiştik? Daha önce hiç gelmemiştik ki...
Açıkçası ben Atatürk'çü bir ailede doğmuştum... Şanslıydım... Atatürk karşıtı beyni yıkananlardan değilim çok şükür... Benim bile kendimi bulmam bu kadar yıl aldığına göre, diğerlerini kazanmak ne kadar zor düşünmek lazım...

Şu dakikalarda 18 Mart Çanakkale Şehitleri'ni anma günü başladı... Hepsini şükranla, rahmetle, saygıyla, sevgiyle anıyorum...
Layık olabildik mi bilmiyorum...

Geçmişten ders almak... Ama sözde...

Tarih tekerrürden ibarettir diyerek, büyük laflar ettiğimizi sanarak, havalanmak neye yarar?
Tarih tekerrür etmekten yoruldu, usandı...
Bıktı bizden...
Biz ne ders aldık, ne kıymet bildik, ne saygı duyduk...
Ali Baransel'in Çankaya Köşkü'ne ait anılarını içeren kitabının 72 ve 73. sayfasından alıntı yazacağım buraya...
Veee hiç yorum yapamayacağım...
Çünkü, eziliyorum, utanıyorum... Bilgi bizim yanımızda ama biz kullanmayı bilmiyoruz beceremiyoruz diye... belki de inkar ediyoruz diye...
Bu kitabı mutlaka okuyun...
(Kitaptan alıntı: S:72-73)
"...... 1975 yılının ilk aylarında Güneydoğu Anadolu'da terör ve şiddet olayları giderek tırmanmaya geçmişti. Mart ayında toplanan MGK, Siirt, Urfa, Hakkari ve Diyarbakır'da bir ay süreyle sıkıyönetim ilan edilmesine karar verdi. Kurul'un aldığı bu tavsiye kararına Prof. Sadi Irmak başkanlığındaki hükümet de uydu.
Ancak, söz konusu illerde sıkıyönetim ilanına gidilebilmesi için TBMM'nin onayı gerekiyordu. Bu amaçla Meclis'te yapılan görüşmelerde başta CHP olmak üzere, AP sıkıyönetim ilanına karşı çıktı. İlk oylamada istek reddedildi. Ancak çoğunluk olmadığı için, Meclis Başkanı oylamayı bir sonraki güne erteledi.
Oylamanın yapılacağı o gün Korutürk, Genel Sekreter Bayramoğlu'nu, Hukuk Başdanışmanı Çoker'i ve beni erkenden odasına çağırdı. Odaya girdiğimizde Korutürk ayakta duruyordu. Bir şeye canı sıkıldığında genellikle odanın içinde bir elini ceketinin cebine sokarak bir aşağı, bir yukarı dolaşırdı. Masasına oturdu. Bizler de karşısındaki koltuklarda yerimizi aldık.
Korutürk, ilerde Ortadoğu'da bir Kürt Devleti kurulabileceğinden söz etti. Bu yer için Irak'ın kuzeyinde Kerkük'ü de içine alan toprakların düşünülebileceğini anlattı. Burada kurulabilecek bir Kürt devletinin başta Amerika olmak üzere, yakın müttefikleri İngiltere ve Fransa'nın da desteğini göreceğini söyledi. Eğer gerçekleşirse, bunun Türkiye için büyük tehlike doğuracağını, bu gelişmelerin ileride Güneydoğu Anadolu bölgemizden toprak isteme küstahlığı noktasına gidebileceğini ifade etti. Ardından politikacılara sitem etti: "Siyasi partilerin oy avcılığı uğruna bu hayati tehlikeyi bir türlü görmek istememelerine doğrusu akıl erdiremiyorum. Dilerim Türkiye, geleceği görmeyen muhteris politikacılar yüzünden ileride ağır bedeller ödemez. Beni asıl üzen Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Atatürk'ün partisinin bu konularda gerekli hassasiyeti göstermemesidir."
Korutürk, Ecevit'e olan güven ve sempatisini giderek yitirdiğini belirttikten sonra, "olmaz efendim!" dedi, "Bu kadar da anlayışsızlık olmaz! Neredeyse, 'ne haliniz varsa görün' demek geliyor içimden. Ecevit, kendisini yetiştirmiş, dil bilen, genç bir politikacı. Ama maalesef tecrübesiz. Doğuda bir Kürt devleti kurma düşüncelerinin ne kadar ciddi olduğunu ilerde anlayacak. Belki önümüzdeki yıllarda Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde yaşayan Kürt vatandaşlarımızı kandırarak ayaklandıracaklar. Ellerine silah verip, çatışmalara itecekler. İşte o zaman Ecevit, bölgede sıkıyönetim ilanını kendisi isteyecek. Ama iş işten geçmiş olacak."

16 Mart 2007

AKP'li belediye başkanı

Atatürk'e hakaret et...
Fıkralar uydur, herkesi güldür... (O herkes de masum değil ya)
Ama son gülen yine sen ol... Ne o AKP'den ihraç edilmiş...
Yeter mi?
Komik olmayın..
Göstermelik ceza...
Devletin kurucusuna hakaret eden devletin resmi görevlisi hala görevinin başında mı değil mi? Siz onu söyleyin bana...
Bana ne partiye girmiş, çıkmış...
Hala Belediye Başkanı olarak resmi temsili var mı, yok mu?
Yine aynı kelimeye başvuruyorum.
YERSEN!!!!

Devlet adabı

Devlet Demiryolları Genel Müdürü'nün Japon ve Koreli misafir heyeti gelmiş bugün.
Genel Müdür, iyi evsahibi, esprili falan ya... Tüm yeteneğini sergilemiş!! Siz şimdi bu samimiyete bir tutam içtenlik mi densizlik mi tanımlayamadığım bir şeyler serpin... Ortaya çıkan ne menem bişeyse, resmi uğurlamamız da öyle olmuş...
Hani kameralar kaydetmiyor, kaydetse de sesli kaydetmiyor ya... Sesli kaydetse de Japonca ya da Korece tercüme edilemez ya... O rahatlıkla herhalde Sayın Genel Müdür de samimi konuşmuş, espri yapmış.. Hah hah ha ha...
Uğurlama sırasında söylediklerini TV'den not ettim:

"Kahve yapmayı öğrensinler. Oraya gidince sefil oluyoruz."

"Hangisi Koreliydi bunlardan?"

"Paralar geldikçe öğreniyoruz."

Bir de o eğilerek selam vermeler yok mu?

Neler oluyor hayatta...

Kolay değil uzunca ve çok güzel bir tatilden sonra dün iş hayatına yeniden döndüm...
Bir gariplik olur mu acaba diyordum... Çünkü insan yıllık izinden sonra bile uyum sağlayamıyor...
Öyle durumlar, sendromlar olmadı dün bende...
Masaya geçtim, bilgisayarı açtım... Kısa bir oryantasyon...
Sonra, tıkır tıkır çalışmaya başladım...
Sancısız oldu...
Yani çalışmayı unutmamışım :))
Bıraktığım yerden tutuverdim, gerisini koyuverdim gitti...

Migros Sanal Market


Aylarca önce sanal marketten alışveriş yaptığım için promosyonlardan, ürünlerden haberim olmuyor diye yakınmıştım. Sesimi duymuşlar diyerek olayı abartmayacağım, havalara girmeyeceğim... Ama, bugün Migros'tan mail geldi. "Haftanın fırsatları".. Ne kadar güzel, ne kadar kolay... Kampanyalar, ürünler, promosyonlar... Çok hoşuma gitti...

Anıtkabir ve Nutuk

  • Anıtkabir Komutanlığı’nın verilerine göre Anıtkabir’i ziyaret eden kişi sayıları şöyle: (Haber için tıklayınız.)

2005 yılı ----- 3 milyon 801 bin 340
2006 yılı ----- 8 milyon 148 bin 452
2007 Ocak -----603 bin 190 kişi
2007 Şubat ----- 460 bin 288 kişi
2007 Ocak ve Şubat toplam ziyaretçi sayısı: 1 milyon 59 bin 150 kişi

1999 yılı ----- 12.207 adet
2000 yılı ----- 9.708 adet
2001 yılı ----- 4.628 adet
2002 yılı ----- 8.620 adet
2003 yılı ----- 12.942 adet
2004 yılı ----- 16.602 adet
2005 yılı ----- 52.904 adet
2006 yılı ----- 88.041 adet

Bunlara bir de yüzbinlerce satan Turgut Özakman'ın Şu Çılgın Türkler kitabını ekliyorum...
Seçimler için yapılan anketlerde AKP'nin %30 çıkacağı tahminleri vız gelip tırıs gidiyor...




Reklamlardan

TV'de bir reklam...
Bir kol ve mikrofon halkla röportaj yapıyor...
Ses Kadir Çöpdemir (eğer yanılıyorsam, benzeri diyeceğim)
Ben reklamı Digiturk diye izliyorum. Bir yandan da anlam veremiyorum... Konuyla Digiturk arasında bir bağlantı kuramıyorum.
Meğerse reklam "uyu ve oyna" bebek bezi reklamıymış...
Son günlerde reklamlar sanki fikir üretilemiyormuş ya da başka dublaj sanatçısı yokmuş gibi yapılıyor.
Kavramlar karışıyor...
Yapmayın canım böyle... Aaaa!!!

14 Mart 2007

Film gibi

Türk filmlerini izlerken bazen yok artık bu kadar da olmaz dediğiniz olur mu?
Olur... Olur...
Ama hayat da bazen film gibi olabiliyormuş...
Filmlerdeki gibi tesadüfler insanın karşısına çıkabiliyormuş...
Hiç beklenmedik anda, beklenmedik olaylar sanki planlanmış gibi yaşanabiliyormuş...
Evet...
Benim başıma böyle bir şey geldi...
Geçen hafta...
Bakalım yaşayıp göreceğiz...

Şunu anladım ki... Antenlerimiz hayata karşı hep açık olmalı.

Tarafsız Bölge

Dün akşam CNNTURK'te Tarafsız Bölge programını izliyorum. Farkettim ki adı gibi tarafsız bir program olma ihtimali çok uzak.
Neden mi?
Konu: "genelkurmay andıçı"
Katılımcılar:
Ali Sirmen (Cumhuriyet Gazetesi)
Zafer Bey (Türkiye Gazeteciler Cemiyeti)
Oktay Ekşi (Gazeteci, Basın Konseyi Başkanı)
Nazlı Ilıcak (Takvim Gazetesi)
Alper Görmüş (Nokta Dergisi)
Ali Saydam (
Gazeteci, halkla ilişkiler ve iletişim uzmanı)

Bana göre Ali Saydam'in katilimiyla bir nebze tarafsızlık elde edildi ama yeterli değil. Nedenleri ise bana gore şudur:

1- Konu sadece TSK'nin andıcı değil hükümetin de andıcı olmalıydı.
2- Bu konuda mazlum taraf olan gazetecilerle konu
sadece tek taraflı tartışıldı. Değerli Oktay Ekşi Basın Konseyi adina "evet bu andıç uygundur. Bizi klasifiye etmişler, iyi etmişler" mi diyecek? Geçmişte canı yanmış Nazlı Ilıcak bu fikre katılabilecek mi? Haberi ortaya çıkaran gazeteci Alper Bey ya da gazeteciler cemiyeti adına Zafer Bey "iyi olmuş, ellerine sağlık" diyebilirler mi? Demek isteseler bile racona ters. Rollerine ters.
Niçin başka kurumlari temsilen de kişiler çağrılmadı?
3- Ali Saydam bana gore %100 haklıydı. Bunu her şirket her kurum yapmalıdır. Yapar da. Ama ham raporun boyle beceriksizce ortaya çıkması Genel Kurmayımıza yakışmadı.
4- Değerli Ali Sirmen konuyu hükümet andıcına getirmeye çalıştıkça konu yine genelkurmay andıcına yönlendirildi.
5- Aynı programda büyük reklamverenlerin hoşuna gitmeyen gazetecilerin işten çıkarıldığını itiraf eden bu gazetecilerin bu konuda taraf olmaları da çok önemli gelmedi bana...

Kısaca bu olanlar da "tarafsızlık" değil aksine "taraflılık" ortaya koydu. Objektif tartışma ortaya çıkmadı. Ama, her konuşmacı en sonunda Ali Saydam'ı tasdikler konuma geldi.

Çünkü, her kurum bu değerlendirmeyi yapmalıdır. Yapmaması hatadır. Önemli olan sızdırılmasını önlemektir.

IKEA

En sevdiğim yerlerden biri...
Ürünler, çözümler... Bayılıyorum...
Ama şöyle bir şey yaşadım... Onlara yakıştıramadım...
Geçen hafta ampul aldım, orada kontrol edemiyorsunuz.
Eve geldim. Ampul çalışmıyor.
Dün değiştirmek için gittim.
1- Sordum "yenisini alın, kasada değiştirirsiniz" dediler.
2- Kasaya geldim. Kasa görevlisi "burada değil müşteri hizmetlerine gidin" dedi. Yeniyi elinde tuttu.
3- Müşteri hizmetleri "Yenisini alın, buraya güvenlik memuru getirsin" dedi. Bozuk olanı aldı. Elimde mal yok, eski kasa fişiyle kaldım. Oynatmaya da az kaldı.
4- Kasaya gittim, yenisini elime aldım. Güvenlik görevlisine gittim. "Ama siz buradan gelmemelisiniz. Girişten gelmeliydiniz" dedi. (Malum kasaların oradayım.) O an patlamışım. "Doğru haklısınız" dedi. Müşteri hizmetlerine doğru yürümeye başladık.
5- Güvenlik görevlisi verdi yeni ampulu bana "tamam verebilirsiniz" dedi ama arada mesafe var. "Lütfen siz de gelin. Sizi görmek istiyorlar vermek için" dedim. Görevli de "tamam siz söyleyin, bana bakıversin" dedi.
6- Müşteri hizmetlerine gittim. "Görevliye bakar mısınız" dedim. İki görevli birbirleriyle bakıştılar, ellerini salladılar tamam anlamında...
7- Yeni ampulumu aldım, çıktım. Ama içim rahat değil. Ya bu da bozuk çıkarsa diye huzursuzum. Bir daha ki sefere ne yapacağımı kestiremiyorum çünkü.
Odalarımızı, dolaplarımızı sistematik ve rasyonel çözümlerle kolaylaştırmak için tasarım yapan IKEA bu konuda nasıl organize olamadı?

13 Mart 2007

Yemezler!

Bu reklam sözü benim çok hoşuma gidiyor. Günü de çok iyi anlatıyor...
Hani bizi uyuttuklarını sananlar var ya... Ekranlara çıkıp maval okuyanlar...
İşte onlara çok güzel bir cevap olarak görüyorum. Biraz argo ama onlar da ancak bundan anlar diye düşünüyorum... Zira, "al ananı git" diyecek kadar düşük ifade kullanmıyoruz. Bizim ki espri dozu fazla, zeki bir cevap sadece...
  • Gelelim "Buzda dans" olayına... Araya bir tutam din karıştırmak istemişler. Maya tutmamış... Bu millet sahte dincilerden çok çektiği için "yemezler"...
  • Ayrıca, çalışan, gayret gösteren ve hakeden birinci seçildiği için de mutluyum. O pistten kimler geldi, kimler geçti azizimmm... Buzların dili olsa söylese...
  • Acarİstanbul için belediye yıkım kararı almış. Üçe karşı dört oyla... Dört aklıbaşında insanı kutlamak gerek. İnşallah bu dava da yapanın yanına kar kalmayacak. Ama bekleyip görmek lazım. Konu unutturulursa diye korkuyorum açıkçası...
  • Soyadın Türk olacak... Sen Türkiye'den, Türk İstiklal Marşı'ndan, Türk Bayrağından, Türklükten hazzetmeyeceksin... Size de tuhaf gelmiyor mu? Bu soyadını seçen atalarının kemiklerini sızlattığın hiç aklına gelmiyor mu?
  • İstanbul'da açık artırma ile satılan karayolları arsası için Başbakan demiş ki: "Karayolları arazisi için birileri şimdi Danıştay'a gider." Ben soruyorum o zaman. "Demek ki eksik noksan bir iş yapıldı. Bildiğiniz bir şey var. Belli ki yasalara uygun olmayan bir şeyler var. Aradan kaynasın diye mi ihale yapıldı?" O halde özet şudur: İhale yapıldı ama Danıştay yerse!
  • Geçen yıl 17 Nisan'da Başbakan kas spazmı geçirmişti. Rahatsızlığı nedeniyle 23 Nisan tarihinde törene katılamamıştı. Ama, 11 Mayıs'ta AB-Latin Amerika zirvesi yapılarak kimsesiz çocuklar için futbol oynamıştı. Hatta bizim Başbakan 2 gol atmıştı. Tıp ne kadar ilerledi. Kas spazmından 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı törenlerine katılamayacak durumdasın. Tedavi sonrası uçak yolculuğu yapıyorsun, bir de futbol oynuyorsun. Tıbbın gelişmelerine gerçekten akıl sır ermiyor. Sırlar ötesi gibi bir şey bu! Şimdi yine rahatsızlanmış, kendisine insanlık namına geçmiş olsun diliyorum. Yakında var mı acaba tören falan. Yazık katılamazsa üzülür de ondan merak ettim.

12 Mart 2007

Türkçe'nin evrimi! 1985 iyiymiş :)

Sene: 1965
"Karşıma aniden çıkınca ziyadesiyle şaşakaldım.. Nasıl bir eda takınacağıma hükûm veremedim, adeta vecde geldim. Buna mukabil az bir müddet sonra kendime gelir gibi oldum, yüzünde beni fevkalade rahatlatan bir tebessüm vardı.. Üstümü başımı toparladım, kendinden emin bir sesle 'akşam-ı şerifleriniz hayrolsun' dedim.."

Sene: 1975
"Karşıma aniden çıkınca fevkalade şaşırdım.. Nitekim ne yapacağıma hükûm veremedim, heyecandan ayaklarım titredi. Amma ve lakin kısa bir süre sonra kendime gelir gibi oldum, nitekim yüzünde beni ferahlatan bir tebessüm vardı.. Üstüme çeki düzen verdim, kendinden emin bir sesle 'hayırlı akşamlar' dedim.."


Yıl: 1985
"Karşıma birdenbire çıkınca çok şaşırdım.. Ne yapacağıma karar veremedim, heyecandan ayaklarım titredi. Ama çok geçmeden kendime gelir gibi oldum, yüzünde beni rahatlatan bir gülümseme vardı.. Üstüme çeki düzen verdim, kendinden emin bir sesle 'iyi akşamlar' dedim.."


Yıl: 1995
"Karşıma birdenbire çıkınca çok şaşırdım.. Fena halde kal geldi yani.. Ama bu iş bizi bozar dedim. Baktım o da bana bakıyor, bu iş tamamdır dedim.. Manitayı tavlamak için doğruldum, artistik bir sesle 'selam' dedim.."


Yıl: 2006
"Abi onu karşımda öyle görünce çüş falan oldum yani.. Oğlum bu iş bizi kasar dedim, fena göçeriz dedim, enjoy durumları yani.. Ama concon muyum ki ben, baktım ki o da bana kesik.. Sarıl oğlum dedim, bu manita senin.. 'Hav ar yu yavrum?'"


Year: 2026
"When I sow her, ben çok yani öyle iste birden.. Off, I don't know man yaa.. Ama o da bana öyle baktı, if so asık len bu manita.. 'Hay baby..'"

Bir ihtimal daha var.

Yönetmen/Senaryo: Uğur Uludağ
Tür: Komedi
Oyuncular: Savaş Dinçel, Müjdat Gezen, Mustafa Alabora, Osman Yağmurdereli, Hülya Avşar, Volkan Severcan, Adrian Sparks, Kostas Sommer, Asuman Dabak, Yosi Mizrahi
Süre: 95 dakika
Vizyon Tarihi: 09.03.2007

Konu:
Üsküdar Musiki Cemiyeti'nden Mercan, son senelerin yozlaşmış İstanbul'u, Türk Sanat Müziği'nin yok olması ve ölen kızına verdiği söz sebebi ile eski ekibi yeniden toplamaya karar verir. Her biri konusunda birer usta olan saz arkadaşları Kenan, Asım, Faruk ve Gökhan'dan oluşan ekip, tüm hayatlarını rölantiye alıp seneler sonra tekrar bir araya gelirler. Şimdi tek eksikleri eski solistleri, senelerin Divası Alev'dir... Dünya onları dinlemelidir! Film; ana karakterlerin hayatlarını, yaşadıklarını ve çevresinde gelişen olayları paralel kurgu ve flashbacklerle seyirciye anlatmakta ve Türk Sanat Müziği'nin en güzel parçalarını yeni "cover" ritmlerle izleyiciye sunmaktadır. Komedi unsuru ve tempo tüm seyirciyi içine alacak şekilde film boyunca devam etmektedir.

Filme yeğenimle dün gittik. Onların okuluna Değerli Müjdat Gezen konuk olduğu için film nasıl yapıldı, oyuncular nasıl kabul etti detayını da öğrenmiştik. Yönetmen Uğur Uludağ aslında Müjdat Gezen'in öğrencisi. Senaryonu Onları düşünerek yazmış. Çok beğendik. Türü komedi olmasına rağmen ağladık. Bu Büyük Sanatçıların hali başka oluyor. İnsanın içini titretmeyi beceriyorlar. Hepsi büyük değer, büyük tecrübe... Sanki rol yapmıyorlar gibi... Müjdat Gezen, Mustafa Alabora ve Savaş Dinçel'in gerçek hayattaki yakın dostlukları filme de öyle güzel yansımış ki... En çok Müjdat Gezen'in hali, tavrı, bakışları, söyledikleri, söyleyiş şekli benim içime dokundu... Bir de Osman Yağmurdereli rolüne çok yakışmış ... Geçenlerde bir programa konuk oldular. Volkan Severcan şöyle söyledi: "Ben Onların hala çırağıyım. Onlar ne derse yaparım. Getir-götür işlerini bile Onların yanında olmak için yaparım." Buna yakın sözlerdi... Ustaya saygı bu olsa gerek... Ben çok etkilendim... Tavsiye ederim gidin...
Filmin özünde kaybetmeye başladığımız değerlerimiz ve hızla değişen geleneklerimiz var... Arka sıramızda 10-12 yaşlarında bir erkek çocuk vardı. Filmden o kadar sıkıldı ki. Ne anlatıyo bu diye söylendi durdu. Ama kullandığı jargon filmdekiyle aynıydı neredeyse... Biz Nursel'le birbirimize baktık. Film ne kadar gerçek diye. O kadar gerçek ki yanıbaşımızdaydı...

9 Mart 2007

Vetolar ve bana çağrıştırdıkları

ISO 9000 Toplam Kalite standartlarını bilirsiniz...
Firmalar sistemlerini uluslararası toplam kalite prensiplerine göre yazılı döküman haline getirirler. Böylece kişiye bağlı uygulamadan sistematiğe geçilmiş olur. Kısaca böyle tanımlıyorum. Firmanızı belgelendirmeniz gerekir. Periyodik olarak şirket içi ve şirket dışı denetlenirsiniz. Bunların tarihi, başlıkları bellidir.
Her ne kadar yazılı prosedürleriniz, talimatlarınız, iş akışlarınız olsa bile pratikle teorik her zaman birbirini tutmaz. Çünkü, kararlarda by-passlar çok olur. Ne bileyim doğrulama kararının tüketici testiyle verilmesini sistem olarak öngörmüşsünüzdür ama üst yönetim boşverin şimdi bunu der, siz de uygularsınız... Böyle durumlarda, yani Kalite Denetimi alarmı verildiğinde şirket hallaç pamuğu gibi atılır. Çünkü, yazdığınız sistemle uygulamalarınız ve sonuç olarak belgeleriniz uyumlu değildir. Sondan başa giderek alınmış kararları, sistematiğe uygun hale getirmeye uğraşırsınız. toplantı tutanakları yeniden yazılır. Denetimde kullanılmak üzere ilgili departmanlara dağıtılır. Kısa kesiyorum hummalı bir çalışma yapılır. Yani işin özü kaçar, sahtecilik başlar. Bunu hem şirket için denetçilik yaptığım, hem de içerden ve dışardan bir çok defa denetlendiğim için biliyorum.

Bu konuya neden geldim? Dün akşam haberlerde yabancı doktorlar yasasının köşkten vetosuna bağlı olarak meclis çalışma komisyonu veto gerekçelerini haklı bulmuş ve ona göre düzenleme yapmış... Petrol yasası vetosu da haklı bulunmuş... Hah dedim, seçim tarihi yaklaştıkça buna benzer iyi uygulamaları çok görürüz diye düşündüm. Lakin, başbakan açıklama yaptı hemen ardından. Yabancı doktorların gelmesinde ısrarlı olduğunu söyledi. Gerekçe şu "Dünyanın diğer ucuna ameliyat olmak için gidiyorlar. Doktoru getirelim buraya, ameliyatı burada yapsın." Ben çok ikna oldum. Vallahi doğru. Ameliyat için doktor yeter. Hastanenin teknik alt yapısı, araştırma bütçesi falan ufak detay. Doktor değil mi her şartta yapacak ameliyatı! Evel Allah değil mi?

Köşke Erdoğan çıksın mı çıkmasın mı tartışması ne kadar sığ! Tartışma şöyle olmalı: "Köşke AKP'nin dayattığı ve kendi zihniyetinde biri çıksın mı çıkmasın mı?" Mesela, Dünya Kadınlar Günü konuşmaları için meclis genel kuruluna sokulmayan şapkalı hanımlar için meclis başkanı "
Benim davetimle gelen hanımefendilerin şapkalarından dolayı Meclis görüşmelerine alınmaması diye bir şey yoktur. Var diyen varsa adam gibi oturur konuşur. Bağırmakla, çağırmakla onu bunu göreve davet etmekle, siyasi ve ideolojik birtakım sözler ve sloganlar bu iş olmaz" (Tıklayınız) Yani, söze klişe olarak başlayıp, ama sonuna gelemeden sabrı taşıp, gerçek duyguların ortaya döküldüğü andır.

Bu arada Youtube engellemesini hala çok yanlış buluyorum. İşinize geliyor değil mi? Fırsatı buldunuz, kaçırmadınız. Biz youtube sayesinde ne videolar izlemiştik hakkınızda... Atatürk'ün bilmediğimiz ne görüntüleri gün ışığına çıkmıştı, yüreğimiz kabarmıştı coşkuyla... Bir tane video için yaktınız herşeyi. Pire için yorgan yaktınız, çünkü işinize geldi. Madem bu kadar duyarlısınız, güçlüsünüz ve hızlısınız mesela çocuk porno sitelerine erişimi neden engellemiyorsunuz? Hiç olmazsa hayırlı bir iş yapardınız!

8 Mart 2007

Karamsar değilim

Buraya hep kara tabloları aktarıyorum...
İyi giden hiçbir uygulama yok gibi...
Bazen çok sıkılıyorum...
Ne olacağız, gerçekten sona mı geldik diye...
Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra, genel seçimleri de atlatınca ya cumhuriyeti elimizden kaçırırsak diye ürperiyorum... Bazen gerçekten buna telaşlandığım, içime sıkıntılar düştüğü oluyor.
Çevremdekiler diyor ki "Korkma, asker gelir"
Buna da öyle tepki duyuyorum ki. Biz birey olarak üzerimize düşeni yapmazsak, dökme suyla değirmen döner mi? Sorumluluğu üzerimize almadan bu işler düzelir mi? Asker gelse bir türlü gelmese bir türlü... Gelsin diye davetiye çıkar sonra, neden geldin diye on yıl konuş tartış... Havanda su döv yani...
Biz bir süreci yaşıyoruz. Bastırılmış günlerden sonra çoğunluk uyanmaya başladı. Mesela ben üniversite öğrencisiyken ülkede ne oluyor, ne bitiyor hiç bir şeyden haberim yoktu. Şimdi yeğenime bakıyorum. (Üniversite birinci sınıfta) Hem O'nun hem arkadaşlarının olan bitenden haberi var, bir fikri var, yorumu var... En azından kör değil. Tanıdık tanımadık bir çok insan da farkında biliyorum.
Bu ne demek?
Bu kendimize geliyoruz demek!
Gücümüzü keşfediyoruz demek!
Yaşadıklarımızdan ders alıyoruz demek!

İşte bu nedenle gelecek konusunda karamsar değilim. Ama çok zor dönemler geçireceğimizi biliyorum. En azından ekonomik olarak dibe vurduk vuruyoruz. Seçimleri de dört gözle bekliyorum. Aklımızı başımıza alalım ki, sonra taşlara vurmayalım...

Türkiye'de Türkçe konuşmak!

Haber için tıklayınız.
Türkiye'de...
Türk vatandaşı olarak...
Türkçe konuşacaksın...
Türkçe konuştuğun için ÖZÜR DİLEYECEKSİN...
Demokrasi şehitleri için saygı duruşu yapacaksın... Kim o şehitler? Ben söyleyeyim. Kastettikleri sizin bizim Mehmetçiğimiz değil...
Teröristbaşına SAYIN diye hitap edeceksin...

Bunları öyle uzakta değil, Türk Devleti içinde, Türk Sınırları içinde, Türk yasalarına-Türk Yargısına rağmen yapacaksın...
Dün yapmıştın,
Bugün yapıyorsun...
Yarın da yapacak mısın?

Aklıma bir söz takılıyor..."Yapana değil, yaptırana bak" diye...

7 Mart 2007

Youtube!

Siz benim haber alma özgürlüğümü neden kısıtlıyorsunuz?
Bazen ne kadar da hızlı karar alabiliyorsunuz!!!
Bu hassasiyet Atatürk hakkında yapılan çirkin video için mi?
Size gerek yoktu!
Biz zaten gerekeni yapmıştık, itirazlarımızı, eleştirilerimizi göndermiştik...
Şimdi Youtube'e giremiyorum. "Bu siteye erişim mahkeme kararıyla engellenmiştir !..." diye kırmızı bir yazı çıkıyor karşıma...

SİZ bundan önce çirkin fıkralar anlatan belediye başkanını, buna gülen cemaatini yargılayın...
SİZ internette yazı yazan terörist başının sitesini kapatın...
SİZ Türkiye Cumhuriyeti Devletini tehdit eden partinin yöneticilerini, belediye başkanlarını sorgulayın.
SİZ teröristlere şehitlik gibi mezarlık yapanları sorgulayın.
SİZ terör örgütünün bayraklarını, pankartlarını uluorta taşıyanları sorgulayın.
SİZ bu ülkeye şeriat getirmek isteyenleri sorgulayın.
...
SİZ önce kanayan yaralara merhem olun. Yasakçılıktan sıyrılın. Fırsatçılıktan kurtulun. Mal bulmuş gibi Youtube'e erişimi kapatmak marifet değildir unutmayın...

"Haydi bekarlar evlenmeye"

Acele edin...
Havuç büyük galiba...
Önce aday bulun...
Sonra basın imzayı...
Bir de 4 çocuk yaptınız mı!
Sizden kralı yok... (Haber için tıklayınız.)

Ne o ben yanlış mı anladım? Devletin başı "haydi gençler evlenmeye" deyince bir hikmeti vardır sandım!
Yok mu?
Vergi iadesinden en fazla yararlanmak için evli ve dört çocuklu olmak gerek diyorlar ama!!

Vatandaş soruyor:
- Nüfus planlaması ne olacak?
-
Efendi sen kim oluyorsun, buna mecelle (şeriat hukuku) karar verir. Hem nerde çokluk, orda bereket demişler.
- O söz başka türlü değil miydi?
- O sözler eskide kaldı. Artık değiştim, dönüştüm, geliştim. Tabi yersen!
- Dört çocuk bir de eşin geçinmesi için biçilen değer çok düşük!
- Olsun, evlenenle ev yapana Allah yardım eder. Hem
Yahu bu millet yatıp kalkıp size mi çalışacak?
- Onun yerine yatırım olsa, bizim de sigortalı maaşlı işimiz olsa?
- Öyle aile reisliği yan gelip yatma yeri değil.
- Ben bu parayla nasıl bakarım eşe-çocuğa? Bu biraz kandırmaca değil mi?
-
Ulan terbiyesizlik yapma! Artistlik yapma ulan! Hadi ananı da al git buradan!
- Bir şey daha soracaktım?
-
Dur dinle be! Dur dinle! 9 ay 10 gün be!

NOT: İtalik yazdığım sözler bana ait değil çok şükür. Sadece alıntı...

Kamplaşma!

Dün akşam Habertürk'te Perde Arkası programının sonunu yakaldım. AKP'li bir belediye başkanının Atatürk'e hakaret ettiği fıkrayı konuşuyorlardı. Öyle güzel konuştular ki... İçimizden Mustafa Kemal Atatürk sevgisi eksik olmasın dediler...
Türkiye'de kamplaşma yapılmasın diyenlere de en güzel cevabı verdiler "Türkiye'de tek kamp vardır. O da Mustafa Kemal Atatürk ve kurduğu cumhuriyet kampıdır"...

Ekranlarda Atatürk sevgisini, saygısını dile getiren gazeteci sayısı çok az. Olanlarla da bir takım kurumlar uğraşıyor sesi çıkmasın diye...
Bazıları da ülkede gerginlik olmasın, tırmanmasın diye bizi yatıştırmaya çalışıyor... İşte ben bu ikinci grubu anlamıyorum ve affetmiyorum.
Ağzına sağlık Fatih Çekirge... Kulağımızın pasını sildin...

NOT: Karikatüristlere bile dava açan başbakan zihniyeti söz konusu Atatürk olunca nerede?

6 Mart 2007

Beyaz Bere!

Sanatçı,
Türk,
beyaz bereli,
konser verecek,
Fransa'da...
Ama konser iptal ediliyor. (Haber için tıklayınız.)
NEDEN?
Çocuk "beyaz bere"li...

Hani 301 karşıtlarıydı bunlar...
Hani özgürlükçüydü...
Şu çifte standardı bizler gördük de bir de "Büyükler" görse...

Adamlar bir beyaz bereden bile ürküp, sert önlemler alabiliyor...
Size gelince 301'i kaldırın diyor, fikir özgürlüğü diyor.

Sizin eşkiya başı hapiste...
Elemanları sokakta, belediyede...
Sözde bayraklar, posterler, pankartlar ellerde...
Ne İstiklal Marşı okuyorlar, ne Atatürk resmi asıyorlar...
Adamlar petrol gelirini istiyor...
Utanmadan devlete posta koyuyorlar... (Haber için tıklayınız.)
Kalkıp "a" demiyorsunuz...
Yuh be!
Söyleyecek bir sözüm bile yok bugün size...

5 Mart 2007

Temizlik imandan gelir! diyelim öyle olsun

Araştırma şirketinden bir mail geldi. Ön bilgileri içeren maili görünce paylaşayım dedim. Ne halde olduğumuzu görelim. Burada, üretici firmalar açısından büyük bir fırsat var. Diğer yandan bizler nasıl bir hizmetle karşı karşıyayız!

KMG Araştırma Şirketi, Perakende Ölçümü ve Araştırmaları bölümü tarafından Ev Dışı Tüketim Paneli ile kağıt havlu, tuvalet kağıdı ve kağıt peçete ürünlerinin tüketim ve bulunurluk performanslarını ortaya koymuş. Panelde Cafe & Pub’lar, Restoranlar, Fast food ve yiyecek büfelerinden oluşan yaklaşık 1300 nokta ele alınmış.

Kapsam dahilindeki tüketim noktalarının
  • %85’inde tuvalet var
  • %50’sinde tuvalet kağıdı var.
  • %35'inde Kağıt havlu var.
  • Kağıt peçete ise neredeyse noktaların tamamında bulunuyor.
  • %20'sinde dispenser tabir edilen mekanizmalı peçete var.
Burada benim dikkatimi çeken rakam tuvalet ve tuvalet kağıdı bulunma oranları. Hadi diyelim ki 1300 noktanın hepsi tuvalet bulundurma gerekliliği olan yer değil. Olabilir. Alışveriş merkezidir, genel kullanıma açık tuvaletler kullanılıyordur. Bu kabul edilebilir. Ama %85 tuvalet varsa, %50 tuvalet kağıdı olması kabul edilebilir mi?
Buna ben de tecrübelerimden ekleme yapayım mı? Öyle tuhaf gelmesin herkesin başına gelmiştir. Hele hele şehirlerarası seyahatte büyük otobüs şirketlerinin tesisleri yoksa vay halinize. Benzin istasyonlarının hali içler acısı. Opet dışında. Hakkını teslim edelim. Diğerlerinde rezervuzar bozuktur, çeşmede su akmıyordur, musluk bozuktur, kapısı kapanmıyordur, alaturkadır ve pis bir plastik tas vardır, çöp kutusu yoktur...
Yani, tuvalet demek için çok cesur olmak gerekir.

4 Mart 2007

pazar sohbeti

Hani 1000 yıllık devlet geleneğimiz vardı?
Herkes bununla övünüyordu...
1000 yıllık gelenek eskidi mi? Çağdışı mı kaldı? Hantallaştı mı? Çözüm olamadı mı? Yoksa kullanmayı beceremedik mi?
Yahu bu ne? gölge oyunu mu?

Eskiler "vezir olmuşsun, adam olamamışsın" derler... Belediye başkanı olmuşsun, adam olamamışsın belli... Anlattığı fıkraya bak, gülene ve güldürene bak...

Hellim peynirini de kaptırdık! Daha konuşun siz... Hakkınızı aramaya çalışın, basın toplantıları falan... Devam edin... Atı alan Üsküdar'ı geçiyor... Adamlar akıllı, laf yerine icraat üretiyorlar... Tescil için onlar başvururken aklınız neredeydi?

İçimden 301 kere 301 çıkacak! 301 kere gölge oyunu... Yani STK'lar aşkolsun size... Bir teklif göndermediniz hükümete... Şaşırdınız değil mi? Sanki diğer konularda fikrinize dikkat ediliyormuş gibi... Mesela, terörle mücadele, mesela yabancı doktor, mesela petrol, mesela mesela mesela...

Bu da mı olacaktı? Ama sakın telaşlanmayın, provokasyona alet olmayın. Gerginlik yaratmayın.. Aaa! Uslu uslu oturun. Herkesin konuşma özgürlüğü var. Herkes fıkra anlatabilir, herkes kendi paçavrasını bayrak yerine koyabilir... Hem İstiklal Marşını ölüm sembolü olarak görenlerin de ruh durumlarını düşünmek lazım. Varsın onlar da okumasınlar. Hele bekleyelim de motive olsunlar bakalım. Ah canım canım!

2023'te ülkemize gelecek turist sayısını 63 milyon tahmin ediyorlar. Projeler buna uygun... Vay beee... Ne paralar kazanırız o vakit... Acaba diyorum, bu hesabı yaparken küresel ısınma felaketini öngördüler mi diyorum? Hemen açık yakalayacağım ya, kurnazım güya, benden akıllısı yok ya! Yazıyı okuyunca içime su serpiliyor... Tabi ki küresel ısınmayı düşünmüşler! Ama benim yine de aklıma takılan çok basit sorular var.
- Güney sahil şeridinde (en sıcak bölgemiz) golf turizmi yaygınlaşacak mı? Hani çim su istiyor ya!
- Yağışların azalacağı, su kıtlığı yaşanacağı, hatta tarım arazilerinin çölleşeceği söyleniyor. Yine de turizm patlayacak mı? İçme suyu nasıl sağlanacak?
- Su seviyesi yükselince kıyılardaki yerleşim ne olacak?
- Ormanları yok ederek yeni yerleşim yerleri, tatil köyleri falan yapılacak mı?

Küresel ısınmayla bir kaynak için tıklayınız.

2 Mart 2007

Ellerinden kayıp gitti...

"Oğlum Servan'ı okuldan almaya her gün tek başıma gidiyorum. Ancak o gün Dilara'yı bıraktığım komşumuz çok hasta olduğu için onu da yanıma almak zorunda kaldım. Hatta Dilara, benimle geleceği için çok sevindi.
Hep birlikte okuldan çıktık, eve dönüyorduk. Dilara bir anda mukavvanın üzerine bastı. Kızım, bastığı gibi de ellerimden kayıp gitti. Dilara'mı ellerimden azgın sular aldı. Düştüğünde gözleri açıktı. Baktım ona, ama tutamadım... Keşke daha sıkı tutsaydım." (Haber için tıklayınız.)

Bu acının tarifini yapmak çok zor. Saniyeleri kontrol edemeden, gözlerine-gözlerinin içine bakarak, elinden kayışını engelleyemeden, daha ne olup bittiğini anlayamadan... Gözden kayboluşunu izlemek... Bunun gerçek olduğuna inanamamak... Ne yapacağını bilememek...
Öpememek... Koklayamamak...

Gözümde canlandırıyorum. İçim düğümleniyor. Pırıl pırıl bir çocuk aramızdan kayıp gidiyor...
Hem de pisi pisine... İhmalin en büyüğü ile... Sorumlular konuşuyor... Neredeyse, utanmasalar aileyi suçlayacaklar... Halkı suçlayacaklar, neden orada yürüdünüz diye...
Yaptığın işin önünü, arkasını düşünme, önlem alma, uyarı koyma... Ölen ölür kalan sağlar bizimdir şeklinde ekranlara çık.
Nasıl bir sistemdir bu? Depremde yıkılan evler için ne müteahhit, ne belediye başkanları, ne ruhsatı veren, ne o, ne bu ceza alıyor! Almadığı gibi zaman aşımından yararlanıyorlar... Bunlar da bizi yönetiyor... Kimsede ar damarı kalmamış... Hadi onlarda kalmamış da.. Bize ne oluyor? Gidip gidip onları başımıza getiriyoruz?

1 Mart 2007

Küresel Isınma Eylemi

Hani eylem yapacaktık!
Hani bugün 19.55 ile 20.00 saatleri arasında bütün enerjileri kapatacaktık!
Hani arabalar duracak, kontak kapanacaktı!
Hani evde-işte şalterler inecekti!

Ben yaptım. Telefonun çalarsaatini kurdum... Tam vaktinde tüm ışıkları ve TV'yi kapattım. [Buzdolabı hariç :( ] Balkona çıktım...
A aa! Emin değilim ama ben yalnızım galiba! Evlerde ışıklar yanıyor...
Trafik aynen devam ediyor...

Olsun! En azından ben yaptım... Bir kişi bir kişidir...

Yine yazmak üzerine

İçimde şöyle bir enerji var...
Tarif edeyim...

Sanki uçsuz bucaksız bir yerde olsam, kocaman bir kır ortasında mesela...
Yani doğayla başbaşa kalsam, gökyüzünün altında...
İçimden uzun bir şiir, büyük bir roman fışkıracak gibi..
Sanki ağzımı açsam kelimeler dökülecek gibi...
Çok enteresan gelebilir.. Belki de inandırıcı gelmeyebilir...
Ama, öyle bir sessizlikte olsam, içim dengeye gelecek, baktı ki dışarda çıt yok... Hepsi dökülecek...
İşte böyle bir enerji hissediyorum...

Benim yazı maceram!

Beğendiğim köşe yazarları var. Onları okurken, cümlelerini inceliyorum. Şu karara varıyorum. Bu ifade ancak böyle yazılabilirdi. Fazladan bir kelime yok... Anlamı bozan cümle düşüklüğü yok... Eksik kelime yok... Yanlış yazılmış sözcük yok... Şiir gibi... Cümleler su gibi... Hiçbiryere takılmadan akıveriyor ardı ardına... Çok özeniyorum...

Ben Mayıs 2006'dan beri blog yazıyorum... Alt tarafı blog işte denebilir... Kendime göre sadık okuyucularım var... Eklediğim counter sayesinde izleyebiliyorum bunu... Neyse, anlatmak istediğim şu. Bu uğraş insanda bir otokontrol yaratıyor, önemli bir köşe yazarı değilsin ama yazdıkların sana ait. İsmin de gizli değil... Dikkat etmeye sürüklüyor seni... Ciddiyete davet ediyor... Yazıyı bitirip kontrol ederken daha titiz bakmana neden oluyor. Tekrarlanmış kelimelerin yerine başka sözcükler bulmaya çalışıyorsun.. Anlam düşüklüklerini gideriyorsun... İmlaya dikkat ediyorsun... Amatörce yaptığın bu işi ciddiye alarak ortaya çıkarmaya çalışıyorsun...
Mesela ben düşük cümle yapılarını çok sevdiğimi anladım. Anlamı düşük değil, yapısı düşük... İlle öznesi başta, yüklemi sonda olsun istemiyorum... Bazen konuşur gibi yazmak hoşuma gidiyor. Galiba yapım gereği uzun cümle de kuramıyorum. Konuşurken de uzun konuşmayı beceremem. Kısa kısa, net anlatımları severim ben. Lafı dolandırmayı da sevmem... İşte yazarken de bunu yaptığımı farkettim... Gün içinde bir konu dikkatimi çekiyor. Onu ifade etmem gerektiğini hissediyorum. Bazen not alıyorum. Hatırlatsın diye bir kaç kelime...
Bilgisayara oturunca konunun bir yerinden tutunuyorum... Sonra, içimden nasıl geliyorsa sürükleniyorum... Yüzmek gibi... Bir yerden suya atlıyorum... Yüzüyorum, yüzüyorum ve bir yerden, yeniden karaya çıkıyorum... Öyle uzun kalmıyorum bilgisayarda... Karalama falan da yaptığım yok... Nasıl kulaç atacağım diye düşünmüyorum, atıyorum işte... Sonra bir bakmışım sığ sular... Denizden çıkıyorum...
Yazı bitiyor, okuyorum, kontrol ediyorum...
Bitiyor...


Vatansever!

Geçen gün televizyonda bir reklam seyrettim. Ama hangi kanal olduğunu hatırlamıyorum. Zaplarken karşıma çıktı. Olayın şaşkınlığından detayları kaçırmışım. Kitap ya da CD seti reklamıydı. Osmanlı Padişahları ile ilgili... "Büyük vatansever Vahdettin" diye tanıtım yaptılar, İngilizlerle işbirliği yapıp, ülkesini kaderine terkedip, arkasına bakmadan gizlice kaçan padişah var ya... İşte O vatansevermiş...
Benim gözlerimde astigmat var... Acaba ilerledi mi? Çünkü, herşeyi 180 derece zıttından görmeye başladım da... Sorun ben de mi, yoksa değil mi?

Ağzı olan konuşuyor...

Bana kalırsa ağzı olmayan da neresinden olursa olsun konuşuyor. Konuşmak denirse!
Ülke bölünme tehlikesi, irtica tehlikesi ile boğuşuyor. Cumhuriyet tarihimizde en fazla tehditin olduğu yazılıyor, söyleniyor... Adamlar İstiklal Marşını okumuyor, petrol gelirlerini kendi yerel yönetimlerine istiyor, bunu yurtdışında dile getiriyor, hatta ülkede bu ekmeğe yağ çalan bir de petrol yasası çıkarılmak isteniyor, İstanbul'a vize koymak isteniyor, Karadeniz (özellikle eski Pontus bölgesi) dalgalandırılıyor, sahil bölgelerinde yabancılara satışlar hızlanıyor, GAP bölgesinin ne olduğu belirsiz, mayın temizliği adı altında gel-yerleş-senin olsun deniyor, özelleştirme altında elde avuçta ne varsa babalar gibi satılıyor! (söz bana ait değil, bizzat hükümetindir)...
Aklıma geliveren bunlar...
Bu ülkenin çanına ot tıkayan darbeyi yapan, Amerika'da "aferin bizim çocuklara!" diye kutlanan bir adam çıkıp Türkiye eyaletlere bölünmelidir diyor... (Haber için tıklayınız.) Adam yedisinde neyse yetmişinde de o demek ki... Gerçi 90 yaşındaymış... Biz de adet siyasetçiler iyice yaşlanıp, elden ayaktan düşmeye başlayınca daha da değerleniyor...
Bu fikri empoze edin bakalım şimdi de. Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar ortaya ne atarsanız kardır. Yeter ki "tehlikenin farkına varmayalım"...