25 Aralık 2006

Menemen Olayı

Menemen olayı ile ilgili bir çok kişinin hafızalarındaki bilgileri okuduk...
Her yönden gazetenin bakış açısına,
Köşe yazarlarının bu konu hakkındaki kararsızlığına tanık olduk.
Bir kez daha...
Şaşırdık...
Köşe yazarlığı dedik, mühim mesele...
Bu konuda kararsızlığı kaldırır mı dedik...

Bizler Menemen olayını, Kubilay'ın akla gelmedik şekilde şehit edilişini cumhuriyete yapılmış en büyük saldırılardan biri olarak öğrendik... Buna inandık... Doğruluğundan asla şüphe etmedik... Tarih kayıtları ve Atatürk'ün ağzından okuduklarımız buna en büyük kanıttı... Kubilay "şeriat isteriz"cilerin saldırısı ile şehit olmuştu.
-Mış'lı ,miş'li hikayeler mi, tarihi kayıtlar mı?

Cumhuriyetle ilgili her konuda olduğu gibi Kubilay konusunda aksi yönde bir bilgi daha var...

İşte bu bilginin özeti şu: "Bir grup esrarkeşin bir kaç çulsuzu kandırarak hazırladığı komplo".
Aradan yıllar geçmiş, yine, yeni, yeniden neleri tartışıyoruz. Bir grup insan ısrarla, inatla tersini söylemeye, tarihi değiştirmeye gayret ediyor.

Merak ettiğim şudur: Eğer Kubilay olayı bir grup esrarkeşin bir kaç çulsuzu kandırarak hazırladığı komplo ise, şeriat istemekle falan alakası yok ise, cumhuriyete karşı değil ise;
* Abdi İpekçi
* Prof. Dr. Muammer Aksoy
* Çetin Emeç
* Turan Dursun
* Doç.Dr. Bahriye Üçok
* Uğur Mumcu
* Ali Günday
* Prof.Dr. Ahmet Taner Kışlalı cinayetleri
* Sivas Madımak Oteli yangını
* Danıştay saldırısı
Ve aklıma gelmeyen diğerleri de "bir grup esrarkeşin" komplosu mudur?
Kubilay'ı katleden esrarkeşin torunları olsa gerek. Ne büyük bir aileymiş bunlar!

"Soydur çeker,
B.ktur kokar." atasözünün anlattığı gibi birşey herhalde...


24 Aralık 2006

Görünmeyen kolonlar!

Leo Buscaglia'nın çok kitabını okuduk gençliğimizde...
Benim meşhur deftere beğendiğim sözlerini yazmışım elbette...
91 ya da 92 yıllarında...

Şimdi onları paylaşmak istiyorum...
Hayata pozitif değer yükleyen ufak ama önemli öneriler bunlar...
İlişkilerimizdeki elle tutulup, gözle görülmeyen ama çatıyı ayakta tutan kolonlar...

* Gülmek, aptal gibi görünme riskini göze almaktır. Eee ne olur peki? Aptallar çok eğlenirler.

* Ağlamak, duygusal olarak nitelendirilme riskini göze almaktır. Elbette duygusalım. Çok da hoşuma gidiyor bu!

* Bir başkasına elini uzatmak, bağlılık riskini göze almaktır. Kim bağlılık riskini göze alıyor? Ben bağlı olmak istiyorum.

* Duyguları açıklamak, gerçek kişiliğinizi gösterme riskini göze almaktır. Gösterecek başka neyim var ki?

* Sevmek, karşılığında sevilmeme riskini göze almaktır. Ben karşılığında sevilmek amacıyla sevmem.

* Yaşamak, ölme riskini göze almaktır. Ben hazırım buna.

* Beni sevdiğini sözlerinle, hareketlerinle ve jestlerinle sık sık göster. Bunu bildiğimi varsayma. Buna karşı utanç belirtileri gösterebilir ve gereksinimim olmadığını söyleyebilirim. Bu tepkilerime inanma ve ne olursa olsun beni sevdiğini söyle.

* İyi yaptığım işler için bana kompliman yap. Başarısız olduğumda beni aşağılama, tersine bana güven ver. Olumlu takviye ve işimi takdir etmeler, başarılarımın yinelenmesini garanti eder.

* Moralin bozuk, kendini yalnız ve yanlış anlaşılmış duyumsuyorsan bunları bana söyle. Seni rahatlatma gücüne sahip olduğumu bilmek beni kuvvetlendirecektir. Dile getirilmemiş duyumsamalar yıkıcı olabilirler. Unutma, seni sevmeme karşın her zaman senin aklındakileri okuyamam.

* Neşe dolu fikir ve duyumsamalarını bana söyle. İlişkimize canlılık getirecektir. Yaşgünü dışındaki günleri, özel sevgili günlerini kutlamak çok güzeldir. Nedeni olmaksızın sevgi hediyeleri ver ve mutluluğunu dile getir.

* Bana böyle karşılıklar verdiğinde kendimi öyle güçlü duyumsarım ki, günümün geri kalanında seni görmeden de güçlü olurum.

* Gördüklerimin ya da duyumsadıklarımın önemsiz ya da gerçek dışı olduklarını söyleyerek benim benliğimi geçersiz duruma düşürme. Görüyor ya da duyumsuyorsam bunlar benim deneyimlerimdir. Ve bu yüzden, bana göre önemli ve gerçeklerdir.

* Bana dokun. Beni tut. beni kucakla. Fiziksel varlığım sevgi dolu olan bu sözsüz iletişimle daha bir canlılık kazanacaktır.

* Suskunluklarıma saygı göster. Sorunlarıma, yaratıcılığıma ve ruhsal gereksinimlerime seçenekler çoğu kez sessizlik anlarımda sezinlenirler.

* Bana değer verdiğini başkalarına göster. Sevgimizin başkaları önünde onaylanışı beni özel biri olarak gururlandırır. İlişkimizin güzel oluşunu başkalarıyla paylaşmak iyi olur.

* Yalnızca dürüstlük güvence duyumsamamıza yardımcı olur. Yalnıca dürüstlük, uzun sürecek ilişkilerimiz için gerekli olan güveni bize getirebilir. Bazen acılı da olmasına karşın yalnızca dürüstlük, birleşme ve birlikte gelişip olgunlaşmamız için güvenli çevreyi oluşturur.

Sevdiğim sözlerden yine bir demet

* Herbirimiz tek bir kanadı olan meleğiz. Ve bizler ancak birbirimizi kucaklayarak uçabiliriz. (Luciano De Crescenzo)

* İnsanın özgürlüğü, kendisine yapılanlara karşı takındığı tavırda gizlidir. (Jean-Paul Sartre)

* Sizin onayınız olmadan kimse sizi etkileyemez. (Eleanor Roasevelt)

* Kendimize olan saygımızı eğer biz vermezsek kimse elimizden alamaz. (Ghandi)

Bilmece!

I.BÖLÜM: AKP Gençlik Kollarının düzenlediği Mehmet Akif Ersoy'u anma etkinliğinde şairin bu eserini, başbakan okudu.

zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem,

gelenin keyfi için geçmişe asla sövemem.
biri ecdadıma saldırdı mı hatta boğarım,
boğamazsam hiç olmazsa yanımdan kovarım.
Üç buçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam
hele hak namına ölsem haksızlığa tapamam.
yumuşak başlı isem kim demiş uysal koyunum?
kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boynum.
kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim
onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim,
adam aldırma da git, diyemem aldırırım
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım.
(Mehmet Akif Ersoy)

*** *** *** *** *** *** *** *** ***
II.BÖLÜM:
Gelir 188 milyar YTL
Gider 204 milyar YTL
Açık 16 milyar YTL
Borç faizine ödenecek para; 50 milyar YTL.

IMF'nin tüm dünya ülkelerine açtığı kredi miktarı 21 milyar 985 milyon USD.

Türkiye'ye açtığı kredi miktarı 11 milyar 170 milyon USD.

Türkiye'nin IMF'nin bütün dünyaya açtığı kredilerdeki payı yüzde 50.8. Yarıdan fazla!

Türkiye, dünyanın en yüksek oranda faizle borç alan ülkelerinin başında geliyor.

Türkiye'nin dolar bazında IMF'ye ödediği faiz % 13 ile % 15 arasında değişiyor.

(Kaynak: Mustafa Balbay, Cumhuriyet Gazetesi, 19 Aralık 2006)


*** *** *** *** *** *** *** *** ***

III.BÖLÜM: Ünlü sözler

İmamın dediğini yap, yaptığını yapma.

Cemaat ne kadar çok olsa, imam yine bildiğini okur.


*** *** *** *** *** *** *** ***

SONUÇ: Bu üç bölüm birbirinden bağımsız mı, bağlantılı mı?
Bunun cevabı bakmakla görmek arasındaki dengede gizlidir.
Okumakla anlamak...
Duymakla dinlemek arasındaki denge gibi...



23 Aralık 2006

Marjinallik

Ne günlere kaldık! Hayret ediyorum...

Eşi türbanlı bir cumhurbaşkanına karşı olanların ufak bir marjinal grup olduğu da söylendi...

Cumhurbaşkanı Sezer'in aşırı uçlarda marjinal bir kanalın (Kanaltürk) gecesine katıldığı da...

Cumhurbaşkanı Eşi'nin en beğendiği kanalın (Kanaltürk) marjinal olması da...

İşte hayret ediyorum...

Atatürk'ten, cumhuriyet'ten yana omak bu ülkede marjinal olmak demekmiş...

Öyleyse marjinal olmaktan gurur duyuyorum...



Türk Dil Kurumu: marjinal -li
sıfat, matematik Fransızca marginal

1 . Birimleri matematik anlamda değişken olabilen.
2 . mecaz Toplumda görüş ve yaşayış biçimiyle uçlarda bulunan, çizgi dışı, aykırı (kimse).

21 Aralık 2006

Biz neyi tartışıyoruz Allahaşkına

Ta ta ta taaaammmm...
Mayıs 2007...
Ne önemli bir tarih...
Şakası yok, öyle...
Bir tartışmadır gidiyor...
- Cumhurbaşkanının eşi türbanlı olsun mu, olmasın mı?
- Başbakan Cumhurbaşkanı olsun mu, olmasın mı?
- Bu meclis seçerse meşru olur mu, olmaz mı?
- Oyları düşmüş mü, düşmemiş mi?
- Bu oyla halkı temsil eder mi, etmez mi?
- Cumhurbaşkanını halk seçmeli mi?
- CHP sine-i millete dönsün mü, dönmesin mi?

Ayyyyyy. YETER!!
Sorun neeeee, tartışılan mesele neeeee?
Benim sorularım başka!
- Başbakan aday olmadı diyelim. Aday, bu zihniyetin temsilcisi olacak mı, olmayacak mı?
- Eşi türbansız diyelim.
Aday, bu zihniyetin temsilcisi olacak mı, olmayacak mı?
- Bu zihniyetin adayı cumhurbaşkanı oldu diyelim. Mayıs'tan genel seçimlere kadar yani Kasım 2007'ye kadar hangi yasalar çıkar meclisten düşündük mü, düşünmedik mi?
- Cumhurbaşkanını da halka seçtirdik diyelim. Artık O da siyasetin vıcık vıcık ortamına bulaşır mı, bulaşmaz mı?
- CHP sine-i millete döndü diyelim. Bu yasalarla mümkün mü, değil mi? Hadi mümkün diyelim. Sadece yasa yetmez. Halkın ve STK'ların desteği ne olacak? Nasreddin Hoca'nın fıkrasını unutmayalım. Kasabalılar istedi diye, arkasında tüm kasabalının desteği ile yürüdüğünü sanırken, O'nu yapayalnız bırakıvermişlerdi...

Bir kaç tavsiye

Bağdat Caddesi'ne giderseniz eğer, İnkılap Kitabevi'nin cafesine oturun... Güleryüzlü bir hizmet, dipdibe oturmadığın bir ortam, lezzetli yiyecekler, zamanında servis... Günlük gazeteler, dergilerin son sayıları... Bunları okuyarak, arada dışarısını seyrederek, sıcacık çayınızı yudumlayarak çok keyifli bir mola verebilirsiniz. Cadde'ye ilk gittiğimizde Fatih'le kahve içtiğimiz ilk yerdi... İlk göz ağrısı mıdır nedir çok seviyorum orasını...

Sezen Aksu'nun şiir kitabını mutlaka alın. Başucu kitabınız olsun. Hayatınızın her dönemine ait bir şarkısı mutlaka vardır... Sizi anı yolculuğuna çıkaran o eşsiz şarkılar artık elinizin altında...

18 Aralık 2006

Migros Sanal Market ve Promosyon

Bir süredir market alışverişlerimi Migros Sanal Market'ten yapıyorum. Çok rahat olmasının yanında bir dezavantajı var:Raflar arasında dolaşamamak, yeni ürünleri, promosyonları farkedememek...
Sanal alem kolay ama ruhu yok...
Ben raflarda dolaşırken yeni ürünler dikkatimi çeker-di... Sanal mağazada bunu yapmak mümkün değil.
Firmaların ürün müdürleri, marka müdürleri ve Migros'un yetkilileri, sanal mağazadan alışveriş yapanlara sampling yapmayı düşündüler mi acaba? (Eğer varsa, bana hiç denk gelmemesi de ilginç olur!)
Migros üye kartları sayesinde ellerinde çok geniş ve detaylı bir data oluşturdular. Coğrafi-demografik özelliklere, tüketicinin tüketim alışkanlıklarına en önemlisi marka sahibinin stratejisine göre istenilen bölgede yapılabilir. Numune ürünleri özel bir pakette getirirler, bir boşürü olur. Hatta kişi adına özel mektup bile olabilir.
Açıkçası ben yeni ürünlerden haberdar olmak istiyorum. Bu sorunumu çözün. İlle de markete gidip dolaşmalı mıyım?

17 Aralık 2006

Ak Emeklilik

".......
Biz hep aynı kalacağız.
Her zaman güçlü, güvenilir ve dimdik ayakta.
........"

Bu sözler Akemeklilik reklam filminden ve radyo spotundan bir bölüm.
Bana göre hayatta herşey değişecek ama Akemeklilik hep ayakta, güçlü kalacak konsepti işlenmiş.
Bu güzel bir konsept ama söyleyişde hata var...
Tabi kesinlikle bana göre...
Bu reklamın senaryosu ve storyboardı bana gelseydi, ilk yapacağım iş "Biz hep aynı kalacağız" sözünün üzerini çizmek olurdu. Ben çalışırken reklam senaryolarını hep böyle inceledim. Bütünü görerek. Detaylar önemlidir ama bazen çok havalı gördüğünüz bir cümle, bütünün ifadesini istemediğiniz yerlere götürür.
Bu reklama dönersek eğer...Neden?

Verilmek istenen mesaj her zaman güçlü, dimdik kalacak olması. Her zaman güvenilen, değerinden kaybetmeyen, her zaman kendini geliştirdiği için, herşey değişirken o da gelişen dolayısıyla her yeni ortama ayak uydurabilen olması. Bu ifadeyi zaten "Her zaman güçlü, güvenilir ve dimdik ayakta" cümlesi gayet iyi veriyor. Öncesindeki 'biz hep aynı kalacağız' cümlesi bu ifadeyi pekiştirmekten öte değerini küçültüyor. Çünkü, 'biz hep aynı kalacağız' demek bu konseptte olumsuzluğu çağrıştırıyor.


Fırında güveç...

Çok kolay çok...
Hemen itiraz etmeyin...
Annem Şirince'ye (İzmir-Selçuk'ta gerçekten adı gibi şirin bir yer) gittiğinde bana güveç hediye getirmişti... O tarihten beri elimden düşmez. Ufak göründüğüne bakmayın, 4 kişilik yemek çıkıyor... Neyse ben tarifime geçeyim.
Güveci alın.
Önce bir büyük baş soğanı dörde bölün kalın kalın doğrayın. (Ben bu şekilde doğramaya "hart hart" diyorum.)
Kuşbaşı halde tavuk etini içine koyun.
Üzerine tuz, karabiber, doğranmış bol sarımsak ekleyin.
Soya sosunuz varsa bolca koyun.
Bir orta boy patatesi küp küp doğrayın.
Zeytinyağ gezdirin. Karıştırın.
Kabuğunu soyduğunuz domates dilimleriyle üzerini örtün.
Önce kısık ateşte 10-15 dk pişirin. Sonra 180-200'C fırına koyun...
Eğer, biraz daha lezzet diyorsanız domateslerin üzerine küçük küçük tereyağ parçaları koyabilirdiniz.
Domateslerin kavrulma aşamasından piştiğini anlarsınız...
Afiyet olsun...
Çok kolay, çok pratik, çok lezzetli...

15 Aralık 2006

sarı, uzun saç teli...

Geçen gün vapurdayım.
Karşımda yaşlı bir beyefendi oturuyor.
Emekli askere benziyor...
Çünkü, ayakkabılar pırıl pırıl, bir tane toz yok. Pantolon jilet gibi ütülü, kaban tertemiz, saçlar tel tel ve düzgünce taranmış...
Böyle birisi asker çağrışımı yapıyor bende...
Kıyıya yanaştık. Herkes kalkıyor.
Yaşlı bey de kalktı. Arkasını döndü veeeee...
Koyu renk kabanına sapsarı, uzun bir saç teli yapıştı...
Aklımdan şunlar geçti. Eğer karısı şüpheci ise, kuruntulu ise vay haline dedim...
İnsan masumiyetini kanıtlamak istese işi çok zor...

İki gün önce Fatih işten geldi akşam...
Ceketinde bir saç teli :)
Ama kıskanılacak bir durum yok :)
Vapur olayını yaşamasaydım ne düşünürdüm bilmiyorum :)))))

NOT: Hanımlara tavsiye... Önyargı kötü bir şey!

vergide yarı yarıya kaçak varmış...

Bu haberi kaçırmış olabilirsiniz. Ana gazetenin iç sayfalarında ufak bir çerçeve ile verilmiş. Bana göre manşet olacak bir haber...
Nedenine gelince söyleyene ve söylediklerine bakacaksınız, düşüneceksiniz, yorumlayacaksınız...
Bir sorunları düşüneceksiniz, bir söyleyeni...
Bir de ülkeyi yönetenlerin, elinde gücü tutanların, bunları çözmeye muktedir olanların kim olduğunu...
Bana göre kara mizah gibi bir haber bu...

  • "Vergide kaçaklar var. Kayıt dışı ekonomi maalesef yüzde 50. Biz bununla ülkemizi yönetiyoruz"
  • "Simit-çay hesabını yine yapıyorum. Bizim dönemimizden daha az simit-çay alabiliyorlarsa ülke bize oy vermesin. Yatarak gelmedik buraya. Koşarak geldik. Eğer hortumlama dönemi bu ülkede devam etmiş olsaydı, inanın şu anda sosyal patlamalar çok daha farklı bir konuma gelirdi"
  • "Şehirlerimiz berbat, rezil. Altyapı yok, insanımız insanca yaşayamıyor"
  • Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde 'çengel atılarak' elektrik alındığını anlatan Başbakan Erdoğan, kaçak elektrikten dolayı bir çocuğun yaralandığını söyleyerek,"Bu, bunun bedeli. Bu yola gidenin başına bu gelir. Ölmediği için dua etmeli. Biz Ankara'ya getirterek çocuğu tedavi ettirdik".
  • "İşadamlarıyla fellik fellik dünyayı dolaşıyorum. O sözü söyleyince elma, armut pazarlama sandılar. Bilimsel altyapıdan yoksunlar. Ama alıştılar, artık konuşmuyorlar"

Dilbilgisi, özel isimler

"Bazı insanlar mevkileriyle büyürler,
Bazı insanlar mevkilerini büyütürler."

Ben dilbisi nedir bilmiyor muyum?
Özel isim nedir?
Özel isime takı gelince nasıl yazılır bilmiyor muyum?

Gayet iyi biliyorum.
Ama yapmak istemiyorum.
Makama saygısızlığımdan değil bu.
İçini göremediğimden, dolu mu boş mu anlayamadığımdan...
Özel isimleri küçük harfle başlatıyorsam, apostrofla ayırmıyosam takısını, sebebi budur...

13 Aralık 2006

neler oluyor hayatta!

Neler oluyor hayatta,
bir de şu rüya gerçek olsa olsa...

Aahhh bunlar şarkılarda mı kalacak hep :(

* Tuzla'daki zehirli varillerin atılmasının suç olduğuna karar verildi. Ancak, suç var ceza yok. Suçun işlendiği tarihte ceza yürürlükte değilmiş... "Yap-kirlet-devam et" sistemi...
* THY, RJ100 tipi uçakların sonuncusunu da iade etmiş. Bunun şerefine de apronda DEVE kesmiş. Deve... Apronda... Kesilmiş... Çalışanlara dağıtılmış...
* Liman önerisinin Finlandiya'dan geldiğini söylediler. Dün NTV'de Neden programında konuşan Olli Rehn'in yardımcısı
Jean Chirstopher Filori canlı yayında özetle dedi ki: "Öneri Türkiye'den geldi. Ancak, yazılı değildi. Tüm dışişleri bakanları bilgilendirilmemişti. Zaman kısıtlıydı. Yeterli bilgilendirme yapılmamıştı."
* Baykal grup toplantısında, hükümetin yaptıklarını ve başbakanın tavırlarını küstahlık olarak yorumlamış. RTE cevap verdi (aklımda kalanları yazıyorum.): "Bu şekilde cevap vermek adabımıza uygun değil." Haklı tabi, "yan gelip yatacağına, ananı da al git" demesi gerekir.
* Limanlar konusunda menfaatlerimizi koruduklarını söylüyorlar ama Gül'ün şu cümlesi beni çok düşündürdü: "Türkiye'nin bir liman açmasının Rumlara getireceği fayda ne? Ercan'ın açılmasının Kıbrıs Türklerine getireceği fayda ne?" Yani şimdi kimin menfaati korunmuş pardon düşünülmüş olmuş? Ben anlamadım...
* Dün İran'da cumhurbaşkanı ilk defa hem de bir konferansta protesto edilmiş. Gençler tarafından. Erkekler tarafından. Daha demokratik haklar için üstelik. Peki bu protestoya karşı tepki kimden geldi? Siyah çarşaflı KADINLARDAN!!! Ellerinde Humeyni posterleriyle...

12 Aralık 2006

Bir kaç marjinal grup!

Bu cümlenin başı sonu şöyle:
"Bugüne kadar Cumhurbaşkanının eşinin başörtülü olması konusunda bazı itirazlar oldu. Artık bu itirazları sahiplenen bir kaç marjinal grup dışında sahiplenen kalmadı. Şu anda öyle bir gerçek var ki, eşinin başının örtülü olması bir cumhurbaşkanı adayı için sorun teşkil etmeyecek."..."Sn.Sezer ve Sn. Sezer gibiler mutlaka ama mutlaka siyasat yapmalıdır. Siyaset yapmayan, bence eksik kalır. Siyaset yapan insan, halkı tanır. Siyaset insanı eğitir 'terbiye eder' diyeceğim de yanlış anlaşılır. Halkı tanımanın yolu siyasetten geçer." (TBMM Başkanı B.Arınç konuşması, Kaynak: www.milliyet.com.tr)

Bu sözleri kibar bulmuyorum. Tarafsız hiç değil... Direkt rekabet kokuyor. Mesaj kokuyor... Kokuyu bırakın mesaj bulamacı olmuş. Peki mesaj kime?
Hem bana, hem de bana değil...
Bu sözler Bana değil çünkü: Biz marjinal küçük bir grup değiliz. Başörtüsü daha doğrusu temsil ettiği irade her zamanki gibi tehlikeli bir sorun. Siyaset insanı eğitebilir ama hamurunda varsa. İnsanları da tanıyabilirsin ama çevreni saranlardan ayıklayabilirsen... Ve bunun için siyasette olmaya gerek yok. Bazen durduğun yerden, belki Ankara'nın en tepesinden olana bitene bakmak da yetebilir. Söz terbiyeye gelince, işte onu önce ailede almak gerekir. O da hamurda olması gerekenlerden. Siyasete girdikten sonra olacak iş değil.
Bu sözler Bana çünkü: Karşımızda inanılmaz bir cesaret var. Halkını tanıdığını söyleyenlerin ağzından çıkan, halkını küçümseyen bir cesaret. Bizim ne kadar kalabalık olduğumuzu aslında bilip, tribünlerdeki bir avuç insana oynamak. Lakin biz de orada olduğumuzu gösterecek ne yaptık? Orada olduğumuzu bilseler, meydan bu kadar boş kalmasa, tirbünlerden inenlere müsaade etmesek, ortalık bu kadar toz duman olur mu?

-Bugün cumhuriyete, laikliğe, Atatürk'a sahip çıkmak marjinallik mı oldu?
-HAYIR
-Şu anda ki gerçek, başörtülü eşi olan cumhubaşkanı adayının sorun teşkil etmeyeceği mi?
-HAYIR



11 Aralık 2006

hanımlaaaaarrr!!!

Kadının karnından sıpayı
Sırtından sopayı ...

Pardon pardon bu değildi diyeceğim :)

Şimdi Hanımlarcım,

Karnınızdan kalsiyumu, sırtınızdan ağırlığı eksik et-me-ye-cek-si-niz!!!
Günde 3 porsiyon kalsiyumlu gıda alacaksınız en az...Süt, yoğurt, peynir... Hangisi olursa..
Ve ağırlık kaldıracaksınız düzenli, yürüyüş yapacaksınız tempolu...
Bu hem vücudunuzu formda tutacak hem de kemik erimesine karşı önlem alacaksınız...
Ay yorgunum, vaktim yok, çalışıyorum geç geliyorum, sabah erken kalkıyorum kahvaltı edemiyorum, akşam yemek yapamıyorum, dışarda atıştırıyorum, diyetteyim salata yiyorum...
Bu hurmalar sizi tırmalamasın diyorsanız;
  • Her öğününüzde kalsiyum zengini gıdalar şart. Özellikle süt, yoğurt, peynir...
  • Dumble alıyorsunuz, hergün 5'er 10'ar çalışıyorsunuz...

10 Aralık 2006

Kanaltürk gecesi

Dün akşam Kanaltürk'te kuruluş yıldönümü yemeğinin banttan yayını vardı.
Tek kelimeyle çok güzeldi. (Bu iki kelime oldu farkındayım:)
Erol Evgin "Mustafa Kemal'i gördüm düşümde" adlı bir gösteri sundu. Muhteşem şarkılar ve aralarına serpiştirilmiş çok güzel Atatürk anıları...
Arkasından Emel Sayın çıktı..
Türk Sanat Müziği söyledi ve ben hepsine eşlik edebildim. (Fatih'in kulakları ne durumda bilmiyorum şimdi. Çünkü sesim sıtma görmemiş cinsinden, cıyak cıyak) Hemen annemi aradım "seyret" diye ki zaten seyrediyormuş...
Ben "dertliyim ruhuma hicranımı" şarkısının iki makamlı olduğunu biliyordum... Bu şarkı gibi pek çok "leyla" şarkısı olduğunu da...
"İntizar"ın sözlerini de... Sözlerinin Faruk Nafiz Çamlibel'e ait olduğunu da...
En sevdiğim şarkı "Kalamış"ı hem Emel Sayın, hem de Erol Evgin söylemesin mi!
Çile bülbülüm çile...
Uzun ince bir yoldayım...
Bir sürü güzel şarkı...

Ben bu şarkıları nereden mi biliyorum?
Ben çocukken annemle karşılıklı şarkı söylerdik, şarkı tutardık. Annemin sesi güzel, benim ki milli felaketti. Dün akşam söylenen şarkıların hepsi, çocukken annemle tuttuğumuz, söylediğimiz şarkılardı... Ve O'nun verdiği, kulağımda kalan bilgiler...
Dün akşam hem "Cumhuriyet Balosu" tadında düzenlenen kutlamayı izlemekten, hem de çocukluğuma dönmekten çok mutlu oldum...


Orhan Pamuk

Orhan Pamuk kitabı okumadım hiç...
Galiba okumuş, bitirebilmiş ve anlamış bir arkadaşım da olmadı...
Bunun zıddını da çok sık duymadım...
Ettiği laflar gündeme yerleşti...
Tepki duydum...
Nobel kazandı...
Kitaplarında Atatürk hakkında olumsuz yazıları ortaya çıktı...
Yine tepki duydum...
Nobel ödülü nedeniyle konuşma yaptı...
Bir kısmını dinledim... Sıkıldım... Başka kanala geçtim...
Sonra, ertesi gün konuşmasından alıntıları dinlemeye başladım...
Cümlelerini, vurgularını, duygularını...
Beni bir paragrafıyla çok etkiledi...
O paragrafı duyduğum zaman Orhan Pamuk kafamdaki yerine oturdu...
Ben O'nu hep önyargı ile dinlemiş, önyargı ile okumamıştım. Nobel ödülünü ülkemize getirdiği için önce sevinmiş sonra bazı yazılarını görünce üzülmüştüm.
Nobel konuşmasında İstanbul için taşra demesi, üstelik bir ayağı İstanbul'da bir ayağı yurtdışında olarak, binlerce kitaba sahip bir kütüphanesi olan evde büyüyerek yine de taşra diyebilmesi haksızlık gibi gelmişti. Kitapları dünyaya ulaşan bir Türk Yazar'ın bizi küçümsemesi canımı acıtmıştı...
Halbuki konuşmasındaki o paragrafta gördüm ki, O kendine de kötümsermiş...
Karamsarmış...
Sıkılganmış...
Yalnızmış...
Kızgınmış...
Mutsuzmuş...
Babasının bavulunu açarken korkmuş. Çünkü, gerçekten iyi bir yazarla karşılaşırsa kıskanacak ve tanıdığı babası olmayacakmış...
Yazar olmuş çünkü başka bir iş yapamadığı için...
Yazar olmuş çünkü getirdiği ünden memnunmuş...

Kendi hakkında böyle konuşabilen birinin, kendisini böyle anlatabilen birisinin başka herşey için daha parlak şeyler yazamayacağını anladım. Kendi zayıflıklarını, zaaflarını, eksiklerini, duygularını bu kadar açık anlatabilmesi. Kendi hakkında böyle açık, bana göre karamsar konuşması.
Anladım ki bu O'nun dünyası, duygusu, fikri, çapıydı... O'ndan olumlu sözler beklemek, çok şey beklemek olacaktı. O'nun kendine ait bir dünyası ve görüşleri vardı. Bize uymayabilirdi... Bana göre O sıkılgan, mutsuz, tepkili biriydi...


Konuşmasından bölümler:
"Bildiğiniz gibi, biz yazarlara en çok sorulan, en çok sevilen soru şudur: neden yazıyorsunuz? İçimden geldiği için yazıyorum! Başkaları gibi normal bir iş yapamadığım için yazıyorum. Benim yazdığım gibi kitaplar yazılsın da okuyayım diye yazıyorum. Hepinize, herkese çok çok kızdığım için yazıyorum. Bir odada bütün gün oturup yazmak çok hoşuma gittiği için yazıyorum. Onu ancak değiştirerek gerçekliğe katlanabildiğim için yazıyorum."

"Ben, ötekiler, hepimiz, bizler İstanbul'da, Türkiye'de nasıl bir hayat yaşadık, yaşıyoruz, bütün dünya bilsin diye yazıyorum. Kağıdın, kalemin, mürekkebin kokusunu sevdiğim için yazıyorum. Edebiyata, roman sanatına her şeyden çok inandığım için yazıyorum. Bir alışkanlık ve tutku olduğu için yazıyorum. Unutulmaktan korktuğum için yazıyorum. Getirdiği ün ve ilgiden hoşlandığım için yazıyorum. Yalnız kalmak için yazıyorum. Hepinize, herkese neden o kadar çok çok kızdığımı belki anlarım diye yazıyorum. Okunmaktan hoşlandığım için yazıyorum. Bir kere başladığım şu romanı, bu yazıyı, şu sayfayı artık bitireyim diye yazıyorum. Herkes benden bunu bekliyor diye yazıyorum. Kütüphanelerin ölümsüzlüğüne ve kitaplarımın raflarda duruşuna çocukça inandığım için yazıyorum. Hayat, dünya, her şey inanılmayacak kadar güzel ve şaşırtıcı olduğu için yazıyorum. Hayatın bütün bu güzelliğini ve zenginliğini kelimeleregeçirmek zevkli olduğu için yazıyorum. Hikâye anlatmak için değil, hikâye kurmak için yazıyorum. Hep gidilecek bir yer varmış ve oraya tıpkı bir rüyadaki gibi bir türlü gidemiyormuşum duygusundan kurtulmak için yazıyorum. Bir türlü mutlu olamadığım için yazıyorum. Mutlu olmak için yazıyorum."


"Evet, insanoğlunun birinci derdi hâlâ, mülksüzlük, yiyeceksizlik, evsizlik. Ama artık televizyonlar, gazeteler bu temel dertleri edebiyattan çok daha çabuk ve kolay bir şekilde anlatıyor bize. Bugün edebiyatın asıl anlatması ve araştırması gereken şey, insanoğlunun temel derdi ise, dışarıda kalmak ve kendini önemsiz hissetme korkuları, bunlara bağlı değersizlik duyguları, bir cemaat olarak yaşanan gurur kırıklıkları, kırılganlıklar, küçümsenme endişeleri, çeşit çeşit öfkeler, alınganlıklar, bitip tükenmeyen aşağılanma hayalleri ve bunların kardeşi milli övünmeler, şişinmeler. Çoğu zaman akıldışı ve aşırı duygusal bir dille dışa vurulan bu hayalleri kendi içimdeki karanlığa her bakışımda anlayabiliyorum. Kendimi kolaylıkla özdeşleştirebildiğim Batı-dışı dünyada büyük kalabalıkların, toplulukların ve milletlerin aşağılanma endişeleri ve alınganlıkları yüzünden zaman zaman aptallığa varan korkulara kapıldıklarına tanık oluyoruz. Kendimi aynı kolaylıkla özdeşleştirebildiğim Batı dünyasında da Rönesansı, Aydınlanmayı, Modernliği keşfetmiş olmanın ve zenginliğin aşırı gururuyla milletlerin, devletlerin zaman zaman benzer bir aptallığa yaklaşan bir kendini beğenmişliğe kapıldıklarını da biliyorum."

(Kaynak: www.hurriyet.com.tr)

9 Aralık 2006

Salihli

Benim doğduğum yer... Geçen hafta gitmiştim ya... Güzelliklerini anlatayım demiştim... İzmir'den yola çıktınız, Ankara istikametinde ilerliyorsunuz... Baharda yol yemyeşil... Yeşil demek yetmez, yeşilin her tonu... Fışkırır adeta.. Bağlar boynunu uzatır, yaprakları coşar... Ağaçlar deseniz her boy, her şekil... Ağaçlar özgür.. Hangi ağaç canı nereyi istediyse oraya yerleşmiş... Geniş Salihli ovasının silüeti üzerinde, desen olmuşlar... Sağlı sollu bu güzelliği seyrederken "Bin tepeler"i uzaktan görmeğe başlarsınız. Kral mezarları. Yuvarlak, düzgün, onlarca tepe ovaya yayılmış...

Salihli girişine yaklaşınca sağda odun köfteci var. Meşhur... Çocukluğumuzda her hafta giderdik... Annemin-babamın kalabalık arkadaş gruplarıyla... İsmi Değirmen'di. (Sanırım hala öyle, ama eski havası yok. Eminim eski lezzeti vardır.) Gerçekten değirmen taşları vardı ve masa yapılmışlardı. Restoranın ortasından küçük su kanalı geçerdi. Küçük beyaz tabaklarda, minik odun köfteler yanında kimyon, domatesle servis edilirdi... Şimdi ise değirmen taşları yerine normal masa-sandalye var...

KURŞUNLU KAPLICALARI: Değirmen Restoranın yanında "Kurşunlu Kaplıcaları"na giden yola sapın... Hafif bir tırmanışa geçin... Ulaştığınız yerde yeşile doyacaksınız... Ağaçlar, çağıldayan mis gibi bir dere... Hemen yanında sıcak şifalı su pınarı... Bungalov evler ve otel... Herşey doğanın içinde ve doğayla uyumlu. Burası şifalı kaplıca:
- Romatizmal hastalıklarda
- Siyatik, lumbago ve kireçlenmelerde
- Nevrid- nevralji gibi hastalıklarda
- Kırık çıkık sekeleri
- Çeşitli cilt hastalıklarında
- Bazı kadın hastlaıklarında
- Böbrek rahatsızlıkları ile taş ve kum dökümünde faydalı oluyor.

Çok kalabalık olabiliyor. Bazen haftalar-aylar öncesinden rezervasyon yaptırmanız gerekebilir bungalov ya da otel için...

ALLAHDİYEN: Dağda yolculuğunuza devam edip en tepeye çıktığınızda, zirvede sizi ulu çınarlar, çam ağaçları bekliyor... Salihli'nin yazlığı denebilir buraya... Çok eskilerden beri Salihli'liler buraya müstakil evler yaptırarak yazları serin havasına koşuyor. Nefis bir manzara... Yükseklik korkunuz yoksa tabi... Yolların kenarlarına yaklaşmadan vadiyi ve ovayı tüm görkemiyle izleyebilirsiniz... Buranın kirazı ünlü... İri, koyu bordo ve tatlı... Allahdiyen'e gittiğimizde arabadan hiç inmeden manzara seyrettik. Resim çekmeyi akıl etmemişim... :(

SART ANTİK KENTİ: Allahdiyen'den inin... Sola kıvrılın Sart'a doğru... Sart Antik Şehir'ni göreceksiniz. Çok büyük bir alana yayılıyor. Gözünüz hepsini görmeye yetmiyor... Sart yani Sardes Lidya'nın başkenti. İlerleyen zamanlarda Roma, Bizans, Osmanlı dönemlerinde de önemini korumuş. Dünyadaki ilk altın para burada basılmış.
Helenistik devirden kalma ARTEMİS'te ilk bankacılık faaliyetleri başlatılmış. Mabedin yanında dünyada en eski 7 kiliseden biri yer almakta. Roma devri SARDES'in sosyal hayatında önemli bir yer tutan GİMNAZYUM, giriş avlusunun (mermer avlu) restore edilmiş iki katlı sütunlu mimarisi ile kentin en göze çarpıcı anıtsal yapıları. (Kaynak.www.manisa.gov.tr)

ADALA EGAYİD OTEL: İzmir'den gelip Ankara istikametinde Salihli'yi geçince solda Adala köyüne sapıyorsunuz... Yemyeşil ovanın ortasında... Hollandalı'larla ortak yapıldığı için halk arasında Hollanda Evleri olarak biliniyor... Ortada büyük bir yüzme havuzu... Çevresinde dubleks ikiz evler... İçi konforlu. Bakım, temizlik sürekli yapılıyor. İster kendiniz yapın yemekleri, ister restarona gidin. Bahçeler bakımlı. Güller, çiçekler bol bol... İçiniz açılır... Bir haftasonu kaçamağı, şehirden bunaldınız, sakinlik arıyorsunuz... Burası tam size göre... (Tel: +90 (236) 732 21 36 - 732 24 52 - 732 28 56)

Salihli hakkında daha başka bilgi için: www.manisa.gov.tr sitesi ile Salihli Yaşam Portalı ziyaret edilebilir.

Hacivat-Karagöz

Dün DVD aldık seyrettik evde... Hacivat-Karagöz'ü sinemada izlememiştik, çok da merak ediyorduk... Merakımıza değdi doğrusu... Bizi hem güldürdü, hem düşündürdü... Bu laf çok bayat geldi farkındayım ama aynen böyle oldu... Filmi izlerken aslında hiçbirşeyin değişmediğini anladık yüzyıllardan beri... İnsan aynı insan... Ama ona karşı koyacak, sistemi temizleyecek olan da aynı toplumdan çıkacak...
Hacivat-Karagöz kendi halinde iki farklı insan. Yolları kesişiyor, birbirleriyle atışmalı konuşmaya başlıyorlar. İnsanlar gülmeye başlıyor, eğleniyorlar. Osmanlı'nın ilk zamanları. Ünleri yayılıyor şehirde "iki komik adam" diye... Başlarda doğal halleriyle topladıkları ilgiyi Hacivat'ın kurnazlığı ile paraya dönüştürmeyi biliyorlar. Yaptıkları şey küçük dünyalarında, şehirlerinde olan biteni mizahi bir biçimde anlatmak... Yani yolsuzlukları, rüşveti, haksızlıkları... Halk buna gülüyor... Bir gün öyle şeyler anlatıyorlar ki kadı efendinin damarına dokunuyor ve kendi sonlarını hazırlamış oluyorlar... Uzatmıyorum en sonunda başları kesilerek idam ediliyorlar. (Ben bu filmi anlattım ama çok kişi izlemiş de olabilir. Olsun hafızalar tazelenir)
Bu arada halk hala gülüyor... Adamlar idam edilirken de... Kafalar uçuyor, yine tepkisiz.. Arkalarını dönüp gidiyorlar... Devletin içinde kodamanlar, sinsiler kendi çarklarını döndürmeğe devam ediyorlar...
İşte olay da bu zaten... "Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın" mantığı bu...
"Köpeksiz köyde değneksiz dolaşmak" da diyebiliriz.
"Doğru söyleyen dokuz köyden kovulur" da...


Ama en sonunda olacak olan şudur...

"Bir edene, bir eden bulunur."

kararı paylaşmak

Ben yine iş hayatından örnek vereceğim...
Ben müdürken, genel müdürden habersiz şirket stratejisine aykırı bir iş yapsam kesin beni yanına çağırır ya fırçalar ya da uyarır... Bu yaptığım hele hele şirketin temel prensiplerine uymayacak ya da şirketin stratejisini etkileyecek bir şey olursa... (Ki bilgi paylaşımına inanırım ve hayati konularda sorumluluğu paylaşarak karar vermeyi severim. Bu inisiyatif almak ya da almamak değil konunun önemine uygun davranmaktır.)

Ama gelin görün ki ülkeyi çok derinden ilgilendiren bir konuda
MGK
TBMM
Muhalafet partileri
TSK
Köşk
İlgili TBMM komisyonları
Hatta ve hatta kendi partisinin milletvekilleri, bakanlarının
bile bilgilendirilmediği anlaşılyor medyadan. Kusura bakmasınlar buna "vay be ne güzel inisiyatif kullanıldı. Devlet işi gizli yürütülür zaten" falan diyemeyeceğim.

avara kasnak

Bir deyim daha öğrendim...
Başbakan sayesinde...
Dün Afyon Sandıklı'da miting yapmış...
Kıbrıs konusundaki hamlesinden sonra onu eleştirenlere söyledi galiba...


avara kasnak işlemek (veya dönmek)

hiçbir işe yaramadan, boşuna

(Kaynak: Türk Dil Kurumu)

Papa ve Anıtkabir

Bana paranoyak da diyebilirsiniz artık... Kendimi bazen Mel Gibson'un filmindeki komplo manyağı gibi hissediyorum. Türkiye'de olanları izlediğinizde kafa yormaya kalkışınca beyin kapasitemin sınırları yetmiyor... Ya müthiş bir zekanın ürünü stratajik hamleler ya da öylesine günlük, çalakalem adımlar...
Papa Türkiye'ye geldi. Konusuna iyi çalışmış. Maaşallah uçaktan iner inmez Atatürk'e övgülerle başladı ve bizi can evimizden yakaladı. Papa'ya sempati duyamayan ben bile biraz yumuşadım. Anlatmak istediğim konu bu değil gerçi...
Anıtkabir ziyareti yaptı ve TRT skandalı patlak verdi. Hani sabit kamera vardı da, durulacak tören yerlerinin ayarlanmasına rağmen Anıtkabir'de Papa görüntülenemedi de. Öndeki subay Papa görüntüsünü engelledi de. Vay TRT nasıl oldu da bu görüntü böyle hatalı yapıldı da, bütün dünyaya servis yapan tek kanal TRT görüntülerinde Papa yeralamadı da... Vah vah.. TRT tarihi bir hata yaptı falan filan...
İşte ben buna inanmıyorum. İnanasım gelmiyor daha doğrusu... Anıtkabir'de tek kamera olacak, onu da sabitleyeceksin. Bu yıllardır yaptığın bir iş olacak. Anıtkabir'de yıllardır görüntü almasını bileceksin, İkinci bir kamera olmayacak, olan kamera hareket ettirilmeyecek, görüntü yönetmeni olmayacak ya da olacak uyarmayacak...
Bütün bu olasılıkların ardarda gelebileceğine inanmıyorum ben.
Bence koskoca Papa, katoliklerin hata yapmadığına inandığı, özür dilemeyen, büyük ruhani liderleri, bizim EN BÜYÜK VE ÖLÜMSÜZ LİDERİMİZ, BÜYÜK İNSAN, BÜYÜK DEHA ATATÜRK'ÜMÜZ önünde görüntülenmek mi istemedi acaba?

Dedim ya kendimi Mel Gibson'un filmindeki karakter gibi hissediyorum artık...

Her gün ayrı karar...

Üşenmedim son günlerdeki br olayın tarihsel gelişimine baktım. Cümle biraz havalı oldu farkındayım ama öyle derin tarihi araştırma falan değil yaptığım... Haddim değil zaten de... Ben sadece bizi yönetenlerin ne sıklıkta karar değiştirebildiğine son günlerden bir örnek vereyim dedim... Bunun gibi çooookkkk örnek var, biraz hafızalar yoklansa neler çıkar kimbilir... Mesela son bomba Kıbrıs konusu... B planı, C planı falan dendi. Kimse bizden taviz alamaz dendi. Toplantıya kadar bekleyeceğiz dendi. Dendi de dendi. Sonra birdenbire biz açarız oldu... Anlamış değilim... Bunlar beni aşan konular. Devlet büyükleri düşünümştür tabi ki...
Neyse ben konuma döneyim...

Mesela Papa ziyaretini ele alalım... Gelişi tam tamına 1 yıl önceden belli. Günü, saati, yeri herşeyi... Bu ziyaret resmi bir ziyaret...
Resmi ziyaret olunca ve bu kadar üst düzey olunca karşılıklı programlar belli olur herhalde. Bu komşu teyzenin "evdeysen bi kahveye gelicem ayol" demesi değil ki... Öyle 1 saatin içinde kapı çalınsın...
Neyse ne dedik 1 yıl önceden belli bir resmi ziyaret...
  1. Tarih 24 Kasım 2006, Milliyet Gazetesi: "Papa için zirve iptal edilemez. Başbakan Erdoğan, 'Papa geliyor diye Riga zirvesi ile oynayamayız. Dünyanın devlet ve hükümet başkanları katılacak, çoğuyla görüşme fırsatı bulacağız" dedi.
  2. Tarih 24 Kasım 2006, Hürriyet Gazetesi: "Erdoğan: Vatikan davet ederse Papa ile görüşürüm."
  3. Tarih 26 Kasım 2006, Hürriyet Gazetesi: "Gül: Başbakan büyük bir ihtimalle Papa ile görüşecek"
  4. Tarih 27 Kasım 2006, Milliyet Gazetesi: "Erdoğan havaalanında görüşebilir."
Nasıl ifade edebilmiş miyim düşündüklerimi?

7 Aralık 2006

"Vurun Türkçe'ye" enteresan bir çalışma!!!!

Youtube'de yeni bir video dönüyor. Bir çok kişiden de alkış alıyor? Hayret ediyorum doğrusu...
"Vurun Türkçe'ye" videosu...
Bu çalışmayı beğenmedim.. Nedenlerine gelince detaylara bakmak lazım arkadaşlar. Başlıklara bakıp, içeriği kaçırırsanız çok akıllıca olmaz... "Türkçe'yi kurtarmak" başlığı altında, fesli-başörtülü olmayan başka film bulunamamış mı?
Sarıklı-cübbeli hocanın latin harflerini dilin çürümüşlüğüne sebep göstermesi normal mi? Sarıklı-cübbeli hoca aynen şöyle söylüyor: "Bunlar batıldır. Bunlar mefailün, failün, failatün bile bilmezler. Eğer bir gün çocuklarımız bizi anlamayacaksa, bunun sebebi latin harfleri vasıtası ile gelen gavurcadır."

Bu şekilcilik bence. Başlığa bakıp, bravo ha... Adamlar kendi ideolojilerine göre bir iş yapmışlar. İrdelemek yerine alkış tutuluyor...
Ee ondan sonra da biz neden bu hale geldik, ne olacak bu ülkenin hali ha?

Lütfen arkadaşlar detaylara bakalım!!

Z planı!

Hani "B" planı, "C" planı vardı...
Ne oldu onlara?
Daha çok yenice havaalında yapılan basın toplantısında söylendi... Araya zaman girdi ben mi kaçırdım?
Ne çabuk "Z" planına geldik?
Hani o kadar yaygara, afra, tafra nereye gitti?
Daha biz AB'den geri bilgi beklemiyor muyduk?
Hani toplantı vardı orada söylenecekti bütün kozlar?
Ben mi karıştırıyorum?


Amaaannn ben de konuşuyorum yani... Öğrenemedim gitti şu sistemi...
Ver coşkuyu ver coşkuyu... Ay pardon dilim sürçtü, ver sözleri ver sözleri...
Gel patırtı kopart, mangalda kül bırakma, vatan-millet-sakarya...
B, C'ler sırala havalısından...
Sonra, başladığın yere geri dön...
Ne olacak biz hatırlamıyoruz nasıl olsa...

6 Aralık 2006

Yoğurtlar sulanmasın!

Marketten aldınız yoğurt...
Açtınız yediniz...
Buzdolabına koydunuz...
Ertesi gün...
Bir baktınız su salmış...


İşte bunu engellemek için.
Yine marketten aldınız yoğurt...
Açtınız... Hemen yemediniiiiiiiiiiiz!
Yoğurdu karıştırdınız...
Şimdi yediniz...
Buzdolabina koydunuz...
Çıkardınız baktınız su salmamıııışşşşş :)))
Yine yediniz... Yine yediniz...


NOT: Bunu bilen var mıydı? Ben yeni keşfettim...

5 Aralık 2006

Tarihe geçen vecizeler

  • "Elhamdülillah şeriatçıyız" (21.11.1994, Milliyet)
  • "Yılbaşına karşıyım" (19.12.1994, Sabah)
  • "Ben tekkeye değil dergaha gittim" (22.11.1997, Gözcü)
  • "Ata'ya saygı duruşunda sap gibi ayakta durmaya gerek yok" (12.05.1994, Hürriyet)
  • "Her 10 Kasım'da yaygara kopartılıyor" (19.11.1994, Hürriyet)
  • "İçki yasaklansın" (01.05.1996, Hürriyet)
  • "İstanbul'u Medine yapacağız" (Akis)
  • "Bütün okullar imam hatip yapılacak" (17.09.1994, Cumhuriyet)
  • "Sarık operasyonu çok komik" (15.05.1995, Sabah)
  • "Yeşil (kaldırım rengi) medeniyettir" (25.06.1994)
  • "Sadece imamlar resmi nikah kıysın" (09.05.1995, Milliyet)
  • "Ben Millet Meclisi'nin de dua ile açılmasından yanayım" (08.01.1996, Milliyet)
-Belediye başkanlığı döneminde bekediye meclisinin her açılışı İstiklal Marşı yerine Kuran okunarak yapılmış.
  • "Ben İstanbul'un imamıyım" (08.01.1995, Hürriyet)
  • "Mayo reklamı şehvet sömürüsüdür" (06.03.1996, Hürriyet)
  • "Milli Piyango zulümdür" (29.09.1994, Hürriyet)
  • "Taksim'deki caminin temelini inşallah atacağız" (01.07.1994)
  • "Cumhurbaşkanı'nın imam hatipli olacağı günler yakındır" (05.02.1996, Akit)
  • "Türkiye kendine din olarak Kemalizm'i almış ve başka hiçbir dine hayat hakkı tanımayarak kitlelere zorla dikte ettirmiştir..."
  • "Türkiye'nin yarınında artık Kemalizm'e ve Kemalizm benzeri rejimlere, sistemlere yer yoktur. Kemalizmin yeniden kendini üretmesi sözkonusu değildir. Bizim için en üst belirleyici İslam'ın etkileridir. Herşey ona göre belirlenir"
  • "Camiler kışla, minareler süngü, kubbeler miğfer, müminler askerimizdir"
  • "Demokrasi bizim için bir amaç değil, araçtır. Amacımıza ulaşana kadar demokrasiye bağlıyız."
  • "Demokrasi bizim için bir tramvaydır. İstediğimiz durağa gelince ineriz."
  • Bir miting sırasında halka sesleniliyor: "Yolumuzun ortasında inek oturmuş, yolumuzu kapatıyor, menzile ulaşmamızı engelliyor. İneği yolumuzdan önce lafla, usul usul, sonra evvelallah sizlerin yardımıyla, artık nasıl olursa, nasıl denk gelirse kaldıracağız."
  • "Türkiye'yi eyaletlere bölmek lazım. Merkezi yönetimin bir takım yetkileri bunlara verilmelidir. Belediye başkanları da bu konuda en yetkili olmalıdır. O bölgelerdeki her türlü eğitim de bunlara bırakılmalıdır."
  • "Hem laik hem müslüman olunmaz. Ya müslüman olacaksın, ya laik. İkisi birarada olunca ters mıknatıslanma yapar. Mümkün değil, ikisi birarada olamaz."
  • "Referansımız İslam'dır. Tek hedefimiz İslam Devletidir."
  • "1,5 milyarlık İslam alemi, müslüman milletimizin ayağa kalkmasını sabırsızlıkla bekliyor. Kalkacağız, bu ayaklanma başlayacak."
  • "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir lafı koskoca bir yalan, egemenlik kayıtsız şartsız Allah'ındır."
  • "Türkiye'yi pazarlıyorum. Bizim için verilecek para önemlidir. Herşeyi pazarlar satarız, parayı veren düdüğü çalar"
  • "Bir tutturmuşlar laiklik elden gidiyor diye, millet isterse tabi gidecek be"
  • "Kadın nereye isterse oturur, sana ne yaa! Ayıp yaa!" (Kars'ta AKP toplantısında haremlik selamlık oturulmasını eleştiren gazeteciye)
  • "Bana verilen maaş çok düşük, yetmiyor. Sen ne kadar maaş alıyorsun?" (Almanya Başbakan'ına)
  • "Türkiye'de kürt sorunu vardır. Bunu Türkiyelilik kavramı ile çözmeliyiz. Türkiyeli kimliği her vatandaşın üst kimliği olmalı, Türk kavramı da alt kimlik olarak değerlendirilmelidir. İsteyen isterse yine ben Türküm derse desin." (Diyarbakır'da halka yapılan konuşmada alt üst kimlik tartışmasıyla Türk kimliği de Ermeni, Rum, Kürt gibi alt kimlik olarak geösteriliyor)
  • "Pkknın cenaze töreninde bayrağını açması da, F-16'ların akçaktan uçuş yapması da yanlış. İki tarafın da yaptığı yanlış." (Terör örgütü ile TSK'ya eşit yaklaşılıyor)
  • "Ben müslümanım diyenin aynı zamanda laikim demesi mümkün değil."
  • "Dur dinle be! Dur dinle! 9 ay 10 gün be!" (Vatandaşa)
  • "Yahu bu millet yatıp kalkıp size mi çalışacak?" (Erzurum'da çiftçilere)
  • "Sana mı kaldı türban konusunda karar vermek, bu ulemanın işidir. Ulema ne diyorsa o olur" (AİHM'ne Danıştay'ın türban kararı ile ilgili)
  • "Efendi sen kim oluyorsun, buna mecelle (şeriat hukuku) karar verir." (Türban kararı ile ilgili Danıştay'a)
  • "Sallamaaa.., elini kolunu sallama.. heryerin oynuyor be!" (Muhalefet milletvekillerine)
  • "Ulan terbiyesizlik yapma! Artistlik yapma ulan! Hadi ananı da al git buradan" (Mersin'de çiftçiye)
  • "Biz hukuka aykırı bir şey yapmıyoruz. Mecellede (şeriat hukuku) böyle kaide var." (Atamaların köşkte veto edilmesi ve işlerin vekaletlerle yürütülmesi üzerine)
  • "Askerlik yan gelip yatma yeri değil" (Şehit yakınlarına)
  • "Ne konuşucam ben o kadınla yahu!" (Şehit anasına)
  • "Söyleyin şu sahtekara ne istiyormuş." (Almanya'da yeşil sermayeye para kaptıran gurbetçiye)
  • "Burası (kafasını göstererek) basmıyor. Hayatında iki koyun gütmediği için bunu kavrayamıyor." (Yök Başkanı Prof. Teziç'e)
  • "Kendisine kefilim, babam gibi güvenirim, O'na kendime inandığım gibi inanırım." (Birleşmiş Milletler'in terörist ilan ettiği El Kadı hakkında)
  • "Onları hoplatacağım." (Terörist El Kadıyı eleştiren muhalafet üyeleri ve gazetecilere)
  • "Biz de durduk yerde onlara operasyon yapmayız." (Pkk sözde ateşkes kararı verince. )
  • "Neyse ki yaşına başına saygı duyuyorum. Ağzı olan konuşuyor be!" (Rauf Denktaş'a)
  • "Ulusalmış, milliyetçiymiş. Ne milliyetçisi yahu. Bunlardan olsa olsa saman milliyetçisi olur."
  • "Sanki maçta gibi bağırıp çağırıyorlar (Türkiye laiktir, laik kalacak) diye. Bunlar hoş şeyler değil." (Akp genel kongresinde)
  • "Sana üç nokta koyarım."

Ankara'nın göbeğinde şeriat...

Beyler soruyorlar irtica varsa bize söyleyin... İşte buyrun... Bugüne kadar ki örnekleri beğenmediniz... Döndü dolaştı irticanın adı Atatürkçülük oldu... Aklın bittiği yer burası galiba... Ankara'nın göbeğinde bir eğitim panelinden görüntüleri izleyelim... Aklın bittiği yeri bir kez daha görelim...

Haftasonu bir kadınla tanıştım... Torunu gelini Kuran kursuna gidiyormuş. Gelininin başı ağrıyormuş... Kuran hocası demiş ki: "Tırnaklarını keserken parmaklarının sırasına dikkat edeceksin. Şu sırayla keseceksin ki baş ağrın geçsin." Sonra da sıralamış tırnakları hangi sırayla keseceğini "1.Küçük parmak, 2.Orta parmak, 3.Baş parmak, 4.Yüzük parmağı, 5.İşaret parmağı"
Olur mu öyle şey canım dedim... Ama hoca dedi, bilir O dedi...

İşte aklın bittiği yer....

4 Aralık 2006

sinirden titriyorum

Biraz önce Kanal D haber bülteninde Ankara'da yapılan bir "eğitim paneli"nden görüntüleri seyrettim. Katılanlar öğretmenmiş... Toplantı Kuran-ı Kerim ile açıldı. İstiklal Marşı yok... Haremlik-selamlık düzen içinde... Kadınlar bırakın türbanı, kara çarşaflı olan bile var. Elinde eldiven olana kadar...
Cumhuriyet okulları bugünkü çürümüşlüğün nedeniymiş. Asker, Yök ve hatta Cumhurbaşkanı irtica adı altında İslam'a saldırıyormuş... Atatürk İlke ve İnkılapları bize din diye kakalanıyormuş bu okullarda... Bir de imza kampanyası başlattılar... İstiklal Marşı okunmasın, andlar okunmasın...

Bunlar bu cesareti nereden buluyorlar diyemiyorum, o kadar belli ki nereden buldukları... Yurt içinde, yurt dışında bunları besleyen onca kaynak var herhalde... Vatan haini olmak lazım diycem fazla kaçacak, batmış bir imparatorluktan bağımsız bir cumhuriyet kurmuş insanlara dil uzatmak için... Ülkesini satmış, yetmemiş gizlice bırakıp kaçmış, yetmemiş kurtuluş savaşı verenler için idam fetvasını onaylayan bir padişahın ardından hala imparatorluk sevdasında, halifelik sevdasında olanları insan yerine koymuyorum... Hoş sebep bu da değil ya... Bizim coğrafyamızın hayranı çok çünkü... Kafasında akıl taşıyan hiç kimse bugün ki nimetlere, cumhuriyete, Atatürk'e dil uzatamaz. O'nu ancak saygıyla anmak bizim haddimiz olabilir. Fikirlerini benimsemek, takip etmek... Yok efendim cumhuriyetin ilk yıllarında fikir özgürlüğü yokmuş, tek parti düzeni varmış... Yahu kardeşim seni Osmanlı adam yerine koymuş mu? Senin ne hakkın varmış o zaman, fikir özgürlüğünü hemen öğrendin de bir de savunması kaldı. Ne okulun, ne hastanen, ne yolun vardı. Hiçbirşeyin yoktu, itilmişlikten başka...Beyler İstanbul'da yaşarlar, Anadolu uzaktan bakardı... İnsanoğlu nankör. Haklarını almış, üstelik bir çok ülkeleden önce... Tıkır tıkır işleyen bir sistem ... Beylere hanımlara yetmemiş... Siz beni dinden soğuttunuz... Siz beni çileden çıkardınız... Sizden tiksiniyorum.
Hergün bir tane cüretkar çıkıp konuşuyor... Buna konuşmak denirse...

Atatürk, aradan geçen bunca yılda sana layık olamadık ya, sana layık işler beceremedik ya... Ona yanıyorum... Ama eminim sana layık olduğumuzu göstereceğiz. Meydan bu kadar boş değil. Her şey bu kadar basit değil...

Ne oldu bizlere?

Yıl 1938... Fotoğrafın başrolunde Dedem ve Anneannem var... Annemin babası ve annesi... Tarihe özellikle dikkat çekiyorum. Cumhuriyetin tazecik zamanlarında bir düğün... Herkes modern kıyafetli, nedimeler gelinlikli... Düğünden önce resmi nikah töreni... Herkes şık... Kaç yıl önce... Oysa şimdi gazeteleri açın, bakın bakalım düğünler-nikahlar için nasıl kıyafetlere özeniyorlar? Kafasının dışını örtmekle uğraşıp, içini boş bırakıyorlar...
Yandaki fotoğraf ise 1938'den de önce. Anneannem (soldaki gençkız) daha evlenmemişken... Kız arkadaşları ile deniz kenarında... İnsan üzülüyor. Hele hele son zamanlarda çıkan yersiz konuşmalar, beyanlar insanı mahvediyor. Atatürk'e dil uzatmak bu kadar kolay oldu demek ha... Ben inanıyorum ki bunların acısı çıkacak. Bir söz vardır "Ölecek köpek, cami avlusuna ..er" diye.. Böyle olmasa bile buna benzer bir sözdü. Ben artık bazılarının cami avlusuna girdiklerini düşünüyorum... Onların bu saadeti uzun sürmez...

Ben çocukken anneannem namaz kıldığında O'nun yanına giderdik, seccadesinin yanında O ne yaparsa aynını yapar, dua bilmediğimiz için de sadece "bıdı bıdı bıdı" tekrarlardık... O'nun bir komşusu vardı, yaşlıydı. Doğal olarak evde oyuncak falan yoktu. O'na gittiğimizde bize rengarenk onlarca tespih çıkarırdı. Biz onlarla renk renk oynardık. Kolye yapardık... Dedem hacıydı ama her akşam rakısını içerdi. Anne tarafımda sadece çok yaşlılar başörtüsü takarlar. O da sadece sokakta... Yoksa erkekle erkek, kadınla kadın gibi muhabbet etmesini çok güzel bilirler. Erkek-kadın ayrımı, çekinmesi yok. Kadına her zaman öncelik var. Babamın ailesinde ise kadına saygı has safhada... Elimizde tepsi ile ikram yaparken amcam bizi ayakta karşılardı... Babam sabah erken kalkar kahvaltıyı hazırlar ve marş gibi "kız çocuklarıııı, kız çocukları" diyerek üçümüzü de uyandırırdı... Bizden bir bardak suyu ayağına istediğini bilmem. Ne kılığımıza karıştılar, ne arkadaşlarımıza... Aksine "sağlam bir erkek arkadaşınız her zaman olmalı" diye büyüdük biz... Din baskısı, din korkusu değil, yaradan inancı verildi bize... Annemin eski kıyafetlerine bakıyorum... Şimdi olsa rahat giyilmez diyorum...
Ne kadar modern, ne kadar çağdaşmışız... Cehaletten uzak bir toplum yeşeriyomuş... Akıllı, kültürlü, bilinçli... Ne yaptılar bize? Nasıl yaptılar? Bunların cevaplarını az çok biliyoruz artık internet sayesinde. Bütün bu senaryolar hep su yüzüne çıkıyor... Ama asıl biz buna nasıl izin verdik? Hala nasıl izin veriyoruz? Elimizi kolumuzu bağlamışlar sanki... Resmen bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete şeklindeyiz. Şakası yok, tehlikedeyiz...

Ege turu...

Papa'nın gelişi en çok benim işime yaradı... Fatih bir akşam dedi ki "Ben Papa'yı izlemek için İzmir'e gideceğim. Görevliyim." Bunu söylemesi ile benim çantamı hazırlamam, biletimi ayarlamam bir oldu... Meğer dünden hazırmışım... Biriken millerimle hemen uçak bileti alındı. Olay böyle ani gelişince daha güzel... Salı günü İzmir'e indim. O havanın güzelliği neydi öyle... Tertemiz bir sabah, bulutsuz parlak bir gökyüzü, güneş pırıl pırıl... Havaş'tan indim... Alsancak'tayım... Zaten sabahını çok severim. Ece'de missss gibi bir kahvaltı... Denize karşı, kordon keyfi... Kırmızı ojelerimizi ölümsüzleştirdik bu fotoğrafla... Hem karnım doydu, hem ruhum... Ve bu tüm seyahat boyunca da devam etti :))
O gün halamı ve amcamı da gördüm... İstanbul'a taşınırken görememiştim, İzmir'de değillerdi... Halam'ın meşhur böreklerinden denk geldi. Yedim tabi, affetmedim... Amcam (Amca diyoruz ama aslında eniştemiz bizim. Ama ablamlar ve ben kendimizi bildik bileli O'na amca deriz. Çok severiz, çok sayarız) Amcam Atatürk'ü görmüş çocukken. Anlattı, ne güzel...:) Bunca zaman hiç bilmiyordum bu anıyı.
O gün son durak Asu'ydu... Biz ablamla 3,5 aydır görüşmedik. Dile kolay alışkın değiliz pek bu kadar ayrılığa... Bana kesin talim
at verdi. Akşam 18.05 evde olacaksın diye. Ben gerçi ancak 18.20'de olabildim... Asu'yla rakı-balık keyfi bile yaptık... Çene muhabbet :)
O akşam Asu bana "sakız likörü" verdi. Daha doğrusu ısrar etti önce ben pek oralı olmadım. Bunu kaçırma dedi. Buzdolabının en alt rafının en arkasından çıkardı şişeyi. Aman iyi ki içmişim. Bu kadar güzel bir lezzet olamaz. Hem yoğun sakız lezzeti, ağzın heryerini dolduruyor. Ama ağır değil.. Alkol zaten tam kıvamında... Yutarken insanın ağzında ve boğazında bıraktığı tat büyüleyici...
İzmir'de çok kalmadım. Asıl niyetim Salihli'ydi zaten.
Anneme gitmek... Cananım'la da hasret giderdikten sonra Salihli'ye doğru yola çıktım... Salihli'ye giderken yol muhteşem manzaralıdır... Hele baharda bağlar coşar, yeşil fıskırır, ağaçlar taçlanır... Görülmeye değer olur... Salihli'den başka sefer bahsedeyim uzun uzun...
Ece izlediği bir filmden bahsetmişti... Anneler, kızları, yeğenler... yani bolca kız birarada... Biz de aynen öyle olduk. Annemin, ananemin ve ablamın kızları bu hafta hepimiz gittik... Bu fotoğrafta Asu henüz gelmediği için yok. Ananem, annem, teyzem, ablam, Nursel bizim ailenin kadınları biraradayız :))

Biz de bir adet vardır... Misafire binbir türlü ikram yaparlar. (Ben nedense çok çekmemişim :)) Annemin mönüsünden şöyle bir detay versem fikir verir herhalde: Zeytinyağlı yaprak sarma da vardı, etli lahana sarma da... Ablamın mönüsü, ananemin mönüsü de yarışır haldeydi. Hal böyle olunca ben de İstanbul'da aklıma gelir üzülürüm diye her şeyden yedim. Patlayana kadar...
Bir adetimiz daha var. Kimse kimseye iş yaptırmak istemez. Ve herkes diğerine öncelik sunar. Bazen öyle olur ki biz dalga geçeriz artık. Sofraya oturulacak. "Önce sen. Hayır olmaz, ben oturmam, önce sen otur allahaşkına"... Yemek servisi olacak "önce bana koyma...." Sofra toplanacak "sen otur ben yaparım". Kahve yapılacak.. Kahve konusunda iş rahat eğer Nursel varsa direkt O'na yıkıyoruz görevi :))

Bu gezi öyle hoşuma gitti ki... Çok özlemişim... Karnım doydu o ayrı, ama ruhum doydu en önemlisi...
Anacığımın kanatları altında pek keyifli günler geçirdim... Önceden aklıma gelmeyen pek çok kişiyi bile merak ettim. Galiba insanın yaşı ilerledikçe geçmişe merak sarıyor...
Gezi plansızdı, ama çok güzel oldu. Vapurdan, yoldan aradım evdeysen, müsaitsen geliyorum diye. Şansım yaver gitti pek çok kişiyle görüşebildim. Akrabalarım, arkadaşlarım... Göremediklerim çok oldu. Çünkü zamanım yetmedi... :(

Dün akşam İstanbul'a indim, Kocama kavuştum yine...