27 Eylül 2007

Dalya!!

Bugün bize dalya!
10 yıl yaşandı...
İki ayrı çizgiyken, salına salına birbirimize yaklaştık, zaman zaman birleştik, tek çizgi olduk...
Çekirdek olduk birbirimize yettik...
Gün oldu, arkadaşım oldu, sırdaşım oldu, sevgilim oldu, babam oldu...
Güç aldık birbirimizden, güç verdik...
Bugün evliliğimizin 10.yılı doluyor...
Kocaman on yıl... İnsan ne çok şey sığdırabiliyor içine... Sevinçler, acılar...
Yaş 38 olmuş... 40'a gelmişsin bile...
Yaş ilerledikçe aldığım herşey kırmızı olmaya başlamış...
Saçımı ilk defa bu kadar uzattım hayatımda...
Topuklu ayakkabıları bu kadar çok giymeye başladım...
İnsan büyürken, ilerde aklında kalmasın, vakit geç olmasın diye elinden ne geliyorsa yapmaya çalışıyor...
Şimdi aklımızda şu var... Parayı kazanıp, köşeye koyup... Sığacık'a geri dönmek...
İkinci dalyadan önce orada olmak var... Bu ikimizin hedefi, rüyası...
Benim bir hedefim daha var... Madem İstanbul'a geldik... Boğaz'a karşı yaşamadan gitmeyelim bari... Onu da tadalım inşallah...
Başka hayallerim de var.. Ama onlar Sığacık'tayken de yapılır nasıl olsa :)) Dünya turu gibi... Gemiyle seyahat gibi...

mahalle baskısı

Son günlerde "mahalle baskısı" yorumları aldı başını gidiyor..
Liberal, entel yazarlarımız ise "daha demokratik bir Türkiye", "normalleşme sürecine girdik" vs demeye devam ediyorlar. Nereye kadar? Ha soruyorum nereye kadar? Nedir bu demokratikleşme, normalleşme?
Bostancı'da oturuyorum. İlk defa bu yıl esnaf öğle yemeği vermiyor.
Bir arkadaşım ve eşine Fenerbahçe Marina'da etrafı rahatsız eder endişesiyle rakı-şarap verilmiyor.
Haberlere bakıyorum. Bir tanesi ekonomi şöyle oldu böyle demiyor... Ya ne diyor? İlkokulların ayşegül serisi gibi Başbakan ABD'de hikayeleri veriliyor.

Dün Tuzla'ya gittik eşimle. Balık yemek için. Giderken de düşündük acaba balığın yanında şarap verirler mi vermezler mi diye? Geçen sefer gittiğimiz restauranta girdik, sorduk. Sahibi ne keyifli aydın bir adam. Bizde öyle yasaklar olmaz. Kim ne isterse yer içer dedi... İçimiz rahat kurulduk, pencere kenarında masaya... Evin hikayesini dinledik... Eski rumlardan kalma... 20 yıl öncesine kadar dibinde deniz... Ama şimdi doldurulmuş... Sahibi Selanik'li... Duvarlarda eski İzmir resimleri...

Nedir mahalle baskısı? Bence ibadetini göstere göstere yapmak güdüsü... Ben tersten bakıyorum olaya... Mahalle baskısı yasakları getiren bir tetiklemedir... Kraldan çok kralcılıktır... Ama hepsi aynı yola çıkar... Yani kendin için değil başkalarına yaranmak için göstere göstere ibadet yapmaya kalkışmaktır...

9 Eylül 2007

liderini arayan insanlar...

Benim yazdıklarımı takip edenler tarzımı, düşüncemi, okuduklarımı, izlediklerimi bilirler...
Fikrim, yönüm bellidir...
Hangi kitaplara meraklı olduğum...

Ama şimdi "4 sarışın" isimli bir kitap okuyorum... New York'lu dört kadının dedikodu ve skandallar arasında koşuştururken yaşadığı bin türlü statü endişesini konu edinen ve ünlü "Sex and The City" film ve romanın yazarına ait bir kitap ...

Çünkü seçimlerden sonra TV'lerdeki programlara dayanamıyorum... Hangi kanalı açsam "vay şu kemalistler", "1930'ların statükocu eğitim politikaları", "bırakın ulus devletçiliği, globalizm denen bişey var", "anayasanın ilk dört maddesi değişsin", "normalleşiyoruz", "daha demokratik Türkiye için" gibi zırvaları duymak istemiyorum... Meydan kimlere kalmış, seyretmek istemiyorum... Devir benim de gibilerin devri değil... Devir otobüsleri seferlerinde durdurup namaz kılmak için onca insanı bekleten, bunu da din adına göstere göstere ve başkalarının haklarını çiğneyerek yapanların devri... Bu vıcık vıcık şeyleri izlemek, havanda su dövenleri duymak canıma tak ediyor... Hem sonra sözde iyi ama özde iflas etmiş bir ekonomiyi parlatarak anlatanları da duymak istemiyorum... Kimsenin eşini falan da merak etmiyorum... Hırsla, asıla asıla, sözde ezilmiş itilmiş olmakla edebiyat zaferi kazananların çarpık gülümsemelerine hiç tahammül edemiyorum...

999 kodları yaratıp bir grubun parti binası önüne, diğer grubun Anıtkabir'e gitmesini seyretmek istemiyorum... Anıtkabir'den güç alarak kalabalık yapmalarını istemiyorum...

Ben liderimi arıyorum... Ortaya çıkacak, en sade, en anlaşılır dille "durun bi dakka. Durum budur budur budur diyecek. Biz nerede yanlış yaptık diye muhasebe yapacak... Bu yanlışların sorumluluğunu üstlenebilecek... Önümüze çözümle gelecek... Her kafadan ses çıkaran bizleri bir potada toplayabilecek... Sonra benimle misiniz diye soracak? Evet diyeceğim...
Ama şu an liderim yok...
Liderimin adını bilmiyorum...
Adını bilmiyorum... Çünkü liderim bu bildiklerim değil...
Gelsin bekliyorum...

4 Eylül 2007

Dün'ü arıyorum ve bir lider!

Yazasım yok...
Eleştiresim de...
Hangisini yazayım diyorum... Hangi birini... Zıvanadan çıktı artık iyice...

Herkes ağzına dolamış "daha demokratik bir Türkiye için" lafını... Bilen bilmeyen bu lafı çiğniyor sakız gibi...
Anayasa bunun için değişiyor...
Cumhurbaşkanında bunun için israr ettiler...
Bağımsızlar bunun için meclise girdi...
TSK'ya bölücü dediler ama hep daha demokratik bir Türkiye için...
Anayasanın ilk dört maddesinin de kalkmasını bu yüzden istiyorlar...
Tek devlet, tek bayrak, tek dil de bunun için kalkmalı...
Örtünelim, tesettüre girelim... İnsanlar daha demokratik bir Türkiye'de yaşadıklarını anlasınlar...
Asker ağzını açmasın çünkü daha demokratik olacağız...
...
Eeeee?

Neler oluyor bi farketsek diyorum.
Daha demokratik ne demek kim kafasında yorumladı bunu?
Devletin içinde bir allahın kulu yok mu?
Türkiye zaten yeterince demokratiktir... Bunun dahası yoktur diyebilecek...
Zira demokrasi olmasaydı sen bu lafları bu kadar rahat eder miydin?

Ben bir lider arıyorum... Hepimiz öyle... Karşı tarafın lideri belli.
Bizim tarafta bizi toplayacak, ikna edecek, peşinden sürükleyecek lider arıyorum...