28 Şubat 2007

Türkiye tanıtım filmi

Türkiye'nin tanıtım filmi CNN ve BBC World'de yayınlanmaya başlamış. Film önceki görüntülerin mixajı gibi geldi bana... Müziği etkileyici bulmadım. Packshot "welcome home" ile bitiyor. Bu film bu sloganla örtüşmüyor. Çok ezbere yapılmış gibi geldi... Welcome home dediğinizde insanın duygularını ateşleyecek ne vaad veriyorsunuz? Beni gerçekten evimde hissetmemi sağlayacak hangi unsuru öne çıkartıyorsunuz? Bu güzel ve güçlü bir vaat ama buna ulaşan ne duygusal fayda var, ne de rasyonel fayda...
Eğer "welcome home" diyorsanız insan öğesini koyacaksınız. Sadece Zeugma mozaiklerine geçiş için bir kızın yüzünü koymak yeterli değil. Bizim misafirperverliğimizi koyacaksınız, yemeklerimizi koyacaksınız, lezzeti ıskalamayacaksınız... Bunlar olmadan welcome home öyle havada eğreti kalır...
Ya da bunu kampanyanın çatısı gibi düşünüp alt mesajları açan başka filmler hazırlayıp yayınlayacaksınız. Birbiriyle entegre çalışacak...
Ben bizim tanıtım filmlerimizi bu açıdan mesaj kalabalığı had safhada olan, ziyan edilmiş çalışmalar olarak görüyorum. Profesyonel yaklaşmadan herşeyi gösterelimle ortaya etkisi yüksek, işe yarar çalışmalar çıkmıyor...
Uyumayalım arkadaşlar! Uyumayalım!

Orda kimse var mı?

Terörist başı internette köşe yazıyor...
Kitap bastırıyor...
DTP kongre yapıyor. İstiklal Marşı okumayı reddediyor. Atatürk resmi zaten yok.
Malum kişiye "sayın" diye hitap ediyorlar...
Kerkük'e saldırı Diyarbakır'a yapılmış sayılır diyorlar...
Amerika bugün Kürdistan diye telaffuz ediyor...
Bu liste daha uzar. Şöyle gazeteleri karıştırıverin yeter...
Ankara önce "huzur olacağına inanırsak tabi ki konuşuruz" diyor. Kuzey Irak'tan fütursuz sesler yükselince çark ediyorlar "bu işin halklara ne bela getireceğini" söylüyorlar...
Bir bağırtı çağırtıdır gidiyor... Herkese sert mesajlar veriliyor. Falan filan...
Bugün bir atasözü okudum. Buraya yazayım dedim.
Konudan konuya mı atlıyorum? Yok canım size öyle geliyor!

İngiliz atasözü:
An empty barrel makes the most noise.
En çok ses, boş varilden çıkar.

28 Şubat... Ben de yazmazsam çatlarım.

Bir kıyamettir koparılıyor. Sağduyulu köşe yazarları hariç...
Aşağıdaki kararları okuyan aklı başında hangi kişi itiraz edebilir? Hangi madde akıldışı? Hangi madde rejime aykırı?
Şimdi, sorumlu kişiler bu fiilleri yapacak. Sonra bu listeyi okuyup imzalayacak. Ama sonra gereğini yapmayacak. İşi unutturmaya çalışacak. Kararları sümenaltı etmeye çalışacak. Ne şiş yansın ne kebap şeklinde dolaşacak... Tabirimi mazur görün "yemezler"... Çocuk mu kandırıyorsunuz, devlet mi yönetiyorsunuz diye adama sorarlar... Ne talih ki daha sonra da "neden sordun" diye yıllarca yazarlar... Ben de bunu anlamıyorum.
Yani, nadide kristal bardağı masanın kenarına koyacaklar göz göre göre... Düşerse kırılır, dikkatlı koy diye uyaranları dinlemeyecekler. Caanım bardak düşüp, kırılacak. Uyaranlar bardağı yerden alıp, yapıştıracak. Ama siz dönüp de "bardağı bile bile neden kırdın kardeşim?" diye hesap soracağınıza, diğerlerine "neden güzel yapıştırmadın?" diye sormayı iş bileceksiniz... Bize de böyle anlatacaksınız hikayeyi... Bir mazlum edebiyatıdır başlayacak...
İşte ben de buna bozuluyorum.

28 Şubat Kararları

VikiKaynak, özgür ansiklopedi

Millî Güvenlik Kurulu'nun 28 Şubat 1997 tarih ve 406 Sayılı Kararına Ek-A (rejim aleyhtarı irticai faaliyetlere karşı alınması gereken tedbirler)

1-Anayasamızda cumhuriyetin temel nitelikleri arasında yer alan ve yine anayasanın 4'üncü maddesi ile teminat altına alınan laiklik ilkesi büyük bir titizlik ve hassasiyetle korunmalı, bunun korunması icin mevcut yasalar hiçbir ayrım gözetmeksizin uygulanmalı, mevcut yasalar uygulamada yetersiz görülüyorsa yeni düzenlemeler yapılmalıdır.

2-Tarikatlarla bağlantılı özel yurt, vakıf ve okullar, devletin yetkili organlarınca denetim altına alınarak [evhid-i Tedrisat Kanunu gereği Millî Eğitim Bakanlığı'na devri sağlanmalıdır.

3-Genç nesillerin körpe dimağlarının öncelikle cumhuriyet, Atatürk, vatan ve millet sevgisi, Türk milletini çağdaş uygarlık düzeyine çıkarma ülkü ve amacı doğrultusunda bilinçlendirilmesi ve çeşitli mihraklarin etkisinden korunması bakımından:

a-8 yıllık kesintisiz eğitim, tüm yurtta uygulamaya konulmalı.

b-Temel eğitimi almış çocukların, ailelerinin isteğine bağlı olarak, devam edebileceği Kuran kurslarının Millî Eğitim Bakanlığı sorumluluğu ve kontrolünde faaliyet göstermeleri için gerekli idari ve yasal düzenlemeler yapılmalıdır.

4-Cumhuriyet rejimine ve Atatürk ilke ve inkılaplarına sadık, aydın din adamları yetiştirmekle yükümlü, milli eğitim kuruluşlarımız, Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun özüne uygun ihtiyaç düzeyinde tutulmalıdır.

5-Yurdun çeşitli yerlerinde yapılan dini tesisler belli çevrelere mesaj vermek amacıyla gündemde tutularak siyasi istismar konusu yapılmamalı, bu tesislere ihtiyaç varsa, bunlar Diyanet İşleri Başkanlığı'nca incelenerek mahalli yönetimler ve ilgili makamlar arasında koordine edilerek gerçekleştirilmelidir.

6-Mevcudiyetleri 677 sayılı yasa ile men edilmiş tarikatların ve bu kanunda belirtilen tüm unsurların faaliyetlerine son verilmeli, toplumun demokratik, siyasi ve sosyal hukuk düzeninin zedelenmesi önlenmelidir.

7-İrticai faaliyetleri nedeniyle Yüksek Askerî Şûra kararları ile Türk Silahlı Kuvvetleri'nden (TSK) ilişkileri kesilen personel konusu istismar edilerek TSK'yi dine karşıymış gibi göstermeye çalışan bazı medya gruplarının silahlı kuvvetler ve mensupları aleyhindeki yayınları kontrol altına alınmalıdır.

8- İrticai faaliyetleri, disiplinsizlikleri veya yasadışı örgütlerle irtibatları nedeniyle TSK'dan ilişkileri kesilen personelin diğer kamu kurum ve kuruluşlarında istihdamı ile teşvik unsuruna imkan verilmemelidir.

9- TSK'ya aşırı dinci kesimden sızmaları önlemek için mevcut mevzuat çerçevesinde alınan tedbirler; diğer kamu kurum ve kuruluşları, özellikle üniversite ve diğer eğitim kurumları ile bürokrasinin her kademesinde ve yargı kuruluşlarında da uygulanmalıdır.

10-Bu maddenin tam metnini Turkiye'nin uluslararası ilişkilerini ilgilendirdiği için yayınlayamıyoruz.

11-Aşırı dinci kesimin [ürkiye'de mezhep ayrılıklarını körüklemek suretiyle toplumda kutuplaşmalara neden olacak ve dolayısıyla milletimizin düşmanca kamplara ayrılmasına yol açacak çok tehlikeli faaliyetler yasal ve idari yollarla mutlaka önlenmelidir.

12-T.C. Anayasası, Siyasi Partiler Yasası, Türk Ceza Yasası ve bilhassa Belediyeler Yasası'na aykırı olarak sergilenen olayların sorumluları hakkında gerekli yasal ve idari işlemler kısa zamanda sonuçlandırılmalı ve bu tür olayların tekrarlanmaması için her kademede kesin önlemler alınmalıdır.

13-Kıyafetle ilgili kanuna aykırı olarak ortaya çıkan ve Türkiye'yi çağdışı bir görünüme yöneltecek uygulamalara mani olunmalı, bu konudaki kanun ve Anayasa Mahkemesi kararları taviz verilmeden öncelikle ve özellikle kamu kurum ve kuruluşlarında titizlikle uygulanmalıdır.

14-Çeşitli nedenlerle verilen, kısa ve uzun namlulu silahlara ait ruhsat işlemleri polis ve jandarma bölgeleri esas alınarak yeniden düzenlenmeli, bu konuda kısıtlamalar getirilmeli, özellikle pompalı tüfeklere olan talep dikkatle değerlendirilmelidir.

15-Kurban derilerinin, mali kaynak sağlamayı amaçlayan ve denetimden uzak rejim aleyhtari örgüt ve kuruluşlar tarafından toplanmasına mani olunmalı, kanunla verilmiş yetki dışında kurban derisi toplattırılmamalıdır.

16-Özel üniforma giydirilmiş korumalar ve buna neden olan sorumlular hakkında yasal işlemler ivedilikle sonuçlandırılmalı ve bu tür yasadışı uygulamaların ulaşabileceği vahim boyutlar dikkate alınarak, yasa ile öngörülmemiş bütün özel korumalar kaldırılmalıdır.

17-Ülke sorunlarının çözümünü "Millet kavramı yerine ümmet kavramı" bazında ele alarak sonuçlandırmayı amaçlayan ve bölücü terör örgütüne de aynı bazda yaklaşarak onları cesaretlendiren girişimler yasal ve idari yollardan önlenmelidir.

18-Büyük Kurtarıcı Atatürk'e karşı yapılan saygısızlıklar ve Atatürk aleyhine işlenen suçlar hakkındakı 5816 sayılı kanunun istismar edilmesine fırsat verilmemelidir.

28 Şubat 1997 tarih ve 406 sayılı MGK Kararı'nın Eki'dir. (Kaynak: Vikikaynak)

27 Şubat 2007

ordan burdan...

Telefonuma İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nden mesaj geldi. Seçimleri hatırlatıyor. Diyor ki:
"Sevgili İstanbullu'lar demokratik hakkınızı kullanmak için son gün 1 Mart! Lütfen muhtarlıklarınızdan seçmen bilgilerinizi güncelleyiniz. İst. Büyükşehir Belediyesi" Benim cebimi nereden buldu, nasıl buldu?

Küresel Isınma gerçekten bir felaket. Üstelik öyle bizden yüzlerce yıl sonra falan değil. Ömrümüz normal olursa göreceğiz.. Gün gün çöküşe tanıklık edeceğiz. Ne kadar korkutucu... İyi ki çocuğumuz yok diyoruz bazen.

Çevre Mühendisiyim ben. Çok severek okumuştum. Ama çoğu genç gibi ben de mesleğimi yapmadım. Halkla İlişkiler bölümünde başladım, sevdim... Pazarlamada devam etti iş maceram... Şimdi diyorum ki "keşke okulda kalsaymışım, keşke mesleğimi yapsaymışım..." Keşkelerle işimiz olmaz artık. Bir söz var çok güzel: "Yaptığımız şeyler için pişmanlık zamanla geçer. Ne var ki; Yapmadığımız şeylere pişmanlığın çaresi yoktur. (Sydney J. Harris)"

Ben çaresiz pişmanlık içinde değilim. Ama mesleğimin bu kadar önemli olacağını ve çok yapmak isteyeceğimi tahmin edememişim.

23 Şubat 2007

Siyasi pazarlama planı

Seçimlere şurada ne kaldı?
Pazarlama planları çoktan hazırlanmıştır...
Şimdi de uygulamaya kondu planlar...
Mesela, iktidar partisinin reklam ajansıyla anlaştığı medyaya yansıdı... Hem de ne ajans... Dilimize pelesenk olmuş marka ve sloganları yaratan ajans...
Ama bu iktidarın dilimize pelesenk olan öyle çok sözü var ki...
Geçmişten gelen tam bir hazine... Bu hazineyi Aralık arşivimde 05 aralık 2006 tarihli
"Tarihe geçen vecizeler" isimli yazımda bulabilirsiniz...
Seçimler yaklaştıkça PR faaliyetleri de başladı...
Eşinin doğumgünü nedeniyle İstiklal Caddesi'nde elele dolaşmalar...
"Leyla ile Mecnun"un dünya premierini izlemeler... Sahneye çıkıp sanatçılara çiçek vermeler...
Muhallebiciye gidip doğumgünü kutlamalar...
Bu sebepten İstiklal Caddesi'nin bol su sabunla yıkanması, pırıl pırıl hale getirilmesi...
Muhallebicinin tanıdık olması. (Belediye Başkanı'nın değil mi?) Kendi kalabalıkları ile yürümeleri... Halkın dönüp bakmaması... Ki bu nokta önemlidir. Halkın dönüp bakmaması gayet olumludur. Ya bir de dönüp baksaydı neler olurdu acaba?
Ne olacak tatsız bir doğumgünü!

18 Şubat 2007

Ey Gazeteciler!

Neden bu kadar sessizsiniz?
Bana dokunmayan yılan bin yaşasın diye mi?
Yoksa yılan size çoktan dokundu da uyuştunuz mu?
Umarım ilk seçenek değildir.
Zira, bunu hazmedemem...

Bugünler geçip, yarınlar geldiğinde, dönüp arkama baktığımda, kim ne demiş, kimin tavrı neymiş hatırlayacağım. Kimin bir duruşu varmış, kimin yokmuş bilceğim.
Siz belki zamana ayak uydurabilirsiniz o gelecek günlerde.. Her devrin devrin lisanını da konuşabilirsiniz...
Ama sebep her ne olursa olsun, siz bugünlere ses çıkarmadınız ya... Hatta bize gerçekleri gösterdiler diye, haksızlığa uğrayan meslektaşlarınıza da destek çıkmadınız ya...
Ben artık kolay kolay unutmam bu yaptığınızı...
O kadar!

Seçimler ve gelecek

Bu yıl iki seçim var...
Önce bir uyarı:
EY VATANDAŞ!
SON SEÇİMDE BİZAHMET OY KULLANMAYAN VATANDAŞ!
MUHTARLIĞA BİZAHMET GİDİP T.C. KİMLİK NO'sunu KONTROL ETMEYEN VATANDAŞ!
BİZAHMET 4-5 YILDA BİR GELEN VATANDAŞLIK GÖREVİNİ YERİNE GETİRİVER.
GETİRİVER Kİ SENİN YÜZÜNDEN SIKINTI ÇEKMEYELİM...

Bu uyarıyı yaptıktan sonra, seçimlerden sonrasına ilişkin düşündüklerimi paylaşayım.
Cumhurbaşkanı seçimi yapılacak. AKP kendinden birisini çıkaracak yukarı. Yazılacak, çizilecek, eleştirilecek ama hayat devam edecek.
Arkasından genel seçimler olacak. AKP kaçıncı olur bilemem. İktidardan muhalefete düşerse yazılacak, çizilecek, yörüngesinden çıkan çarklar yerine oturtulacak. Kolay bir süreç değil ama, demokrasi ufak bir sıyrık atlatmış sayılacak. Yaralar sarılacak, hayat devam edecek.
Yok hükümeti kurma görevi yeniden AKP'de olursa... İşte o zaman anayasal görevler devreye girecek. Yanlış kaynamış kırıklar tekrar kırılıp, doğrudüzgün kaynatılacak. Sancısı da biraz olacak ama kesinlikle iyileşecek.

Bu noktada, vatandaş olarak, sivil toplum olarak asıl görev senin. Sen önce oyunu kullanacaksın. Oyunu bilinçli kullanacaksın. Neye layık olduğunu da kendi iradenle belirleyeceksin. Bugünlerden aldığın dersleri unutmayacaksın. Atatürk'ün sözlerini hatırlayacaksın. O'na layık olduğunu kanıtlayacaksın. Kanıtlamalısın!


İzmir'den Ablam geldi!

Ankara'dan abim geldi...
Evde bir bayram havası...


Biliriz değil mi bu şarkıyı? Biliriz biliriz...


Benim de İzmir'den ablam geldiiiiii!!!
Sürpriiiizzzz...

Sordum nereyi görmek istersin diye...
Ortaköy dedi.
Bizim tur da Ortaköy merkezli şekillendi.
Şöyle ki:
Önce Ortaköy'de kahvaltıyla başladı.
Sonra mı?

İstanbul deyince akla…
Önce Taksim gelir…
Atmadan kırk takla…
Poz verelim meydanda…

Meşhur Taksim Meydanı…
Yedi düvel bilir adını…
Görmemek yakışmaz…
Sen de at adımını...

*** *** *** *** ***


İstiklal Caddesi’ne gidelim bir boy…
Tramvay geliyor oy oy…
Yanımızdan geçerken tarih…
Kaçırmayalım, poz verelim boy boy…

*** *** *** *** ***

Meşhur Galatasaray Lisesi…
Bu kapıdan kimler geldi kimler geçti…
Kapıların yanında kaldık küçücük…
Zarfa değil mazrufa bak demişler…
Boyumuz değilse de ruhumuz büyük…

*** *** *** *** ***

Öyle bir yer ki, en tepedesin…
Koca İstanbul avucumun içindesin…
Yüzlerce yılın üzerindeyken…
Şahane bir rüya içindesin…

*** *** *** *** ***

Galata Mevlevihanesi’nin içindeyiz
Yüce ruhların kendini aştığı,
Derin zenginliklerin taştığı
Mütevazi kapının önündeyiz…

*** *** *** *** ***

Sonra Cezayir Sokağı...
Yağmur artınca ve dolaşmanın tadı kaçmaya başlayınca... Nişantaşı'ndan vazgeçtik...
Evimize döndük...
Mükellef soframızı hazırladık. Rakıları içtik. Üstüne kahve...




15 Şubat 2007

İnsanlık daha ölmedi!

Bugün yaşadığım olayları taze taze aktarayım... Aktarayım ki insanlığın kapı ayakta durduğunu anlayalım.
1- Ben bir derneğe üyeyim. Yeni üye oldum. 1-2 ay oldu. Derneği, çalışma komisyonlarını anlamaya çalışırken, yıllık olağan Genel Kurul Toplantısı tarihi belli oldu. Ben de yıllık raporu yazmaya gönüllü oldum. Rapor, sunuş falan hazırlamaya alışkın olduğumdan beni zorlamadı. Bir de sunuş hazırladım. Dernek yönetimi teşekkür ettikçe, ben ezildim. Emeğime, gayretime gösterdikleri saygı ve şükran bana çok şey düşündürdü. Hepimiz iş hayatında olduk. Arada istisnaları saymazsak, teşekkür eden insanlara hasret çalıştık. İşte biz, bu iş hayatından uzaklaşınca, birey olduğumuzu hatırlayınca, gönüllü çalışanlarla beraber olunca insanlığımızı tekrar hatırladık. Çok şükür ki unutmamışız...

2- Bugün eve dönüyorum. Orta yaşlı bir hanım bana adres sordu. Yeni olduğumu o adresi bilmediğimi söyledim. Hanım neden arıyormuş biliyor musunuz? Evine fatura mektubu gelmiş. Ama yanlış adres. Faturanın sahibinin telefonu kesilmesin, problem olmasın diye kadıncağız sokaklarda adres soruyor. Şu iyi niyete, şu düşünceli harekete bakar mısınız?

Bulaşık eldiveni

Konu yersiz ve saçma gelebilir. Kızım senin ne zaman ne yazacağın hiç belli olmuyor da diyebilirsiniz... Napalım ikizler burcundan olsa gerek bu çeşitlilik...

Bulaşık eldiveni kullanıyorum mutfakta... Biliyorsunuz, alışverişimi de Migros Sanal Mağaza'dan yapıyorum. Eldivenim eskidi daha doğrusu yırtıldı. Dur bakayım şunun markası, numarası neymiş sipariş vereyim dedim... O da ne! Eldivenin üzerinde ne marka var, ne numara. Yani illa ki markete gitmem gerekiyor, ill ki eldiven poşeti üzerine elimi koyup ölçeğine göre karar vermem gerekiyor.
Halbuki, bu eldivenler markalı pahalı ürünler... Lafı dolandırmayayım. Yani kastettiğim şudur: Bu markalar Ar-Ge, pazarlama, tüketici ihtiyaçları vs konularında araştırma yaparlar, para harcarlar, buna göre strateji belirlerler...
Yani onlara yakışmıyor bu durum. Sanki, "ne alırsan 1 YTL" pazarından aldık!?!?!
Hıhh!

Çocuktan al haberi!

Büyüklere sorduğunda sana doğruyu söylemezler, o nedenle çocuktan al haberi demiş atalarımız. Doğru söylemişler...

Geçen akşam Habertürk'te gece kuşağında Fatih Çekirge ve Murat Çelik'in programını küçük dilimi yutarak seyrettim.

Yayına AKP Elazığ Milletvekili Zülfü Demirbağ bağlanarak ilk ağızdan anlattı hikayeyi...
Olay şu:
Kızılcahamam kampında milletvekilinin kızı Abdullah Amcası ve Tayyip Amcasının fotoğrafını cep telefonu ile çekiyor. Abdullah Amcasının fotoğrafına güllerle montaj yapıyor ve gösteriyor. Amcası çok beğeniyor, bana bundan ver diyor. Çocuk evde bunu hazırlıyor. Kartlara bastırıyor. Tayyip Amcasından böyle bir talep olmamasına rağmen O'na da kart yapıyor fotoğrafından ve arkasına yazıyor, imzalıyor. Sabah, milletvekili babası evden çıkarken veriyor iletsin diye. Milletvekili babası da diğer evraklarıyla birlikte alıyor, yoğunluktan bakamıyor. Sabah grup toplantısına katılıyor. Cebinden çıkarıyor ve milletvekili arkadaşlarına gösteriyor. Resimleri de, arkasındaki yazıları da. Salondaki bir TV kamerası zoom yapıyor ve hem kartları hem yazıları okuyor. Kız çocuğu Tayyip Amcasına hitap ediyor "bugüne kadar bize zorla Atatürk'ü örnek almamız söylendi. Ama herşey zorla olmuyor. Şimdi anladım ki örnek almamız gereken lider sensin" şeklinde bir yazı kaleme almış. Grup toplantısı başlayınca Abdullah amcası resmi istemiş olduğu için O'na veriyor. Tayyip Amcası istemediği için vermiyor. Ama milletvekili arkadaşlarıyla resme yazıya bakıyorlar, konuşuyorlar, gülümsüyorlar.

Fatih Çekirge kız çocuğunun hangi okula gittiğini sordu. Milletvekili babası cevap veremedi önce. Bir saniye bir saniye diye bekletti durdu. Herhalde bu arada eşine sordu falan, cevap geldi.

Haberin sonunda neye şaşıracağımı şaşırdım. Hangi açıdan baksam bilemedim. Çünkü,
* Milletvekili çocuğunun okuduğu okulun adını bilemiyor.
* Milletvekili Başbakana ve Dış İşleri Bakanına giden fotoğraflara evde bir göz atma gereği duymuyor. "Kızım neler de hazırlamış bakalım" demiyor.
* Atatürk zorla örnek gösteriliyormuş! Böyle mi düşünülüyor, düşündürülüyor?
* Ülke sorunlarını çözecek, vizyon geliştirecek olanlar milletvekilleri di mi?
* Hı hı oldu!

Eğitimde atılımlar!!!!

Eğitimde atılımlar deyince olumlu da anlayabilirsiniz, olumsuz da... Olumlu algıyı ne kadar arzu ederdim. Lakin, eğitimde doğru bilgilerin atıl-dığı güzide günler yaşıyoruz...
Herşey hallaç pamuğu gibi atılmış durumda... Ama korkmuyorum elbet toplanacak bu dağınıklık. Geç olmadan olsa iyi olur...
Haberde yorum yapmaya gerek yok, ayrıntılar aşağıda...

Haberin tamamı için tıklayınız.

ESKİ KİTAP

YENİ KİTAP

Tekke ve zaviyeler bilime ve laik yaşama aykırı, çağdışı kurumlar ve birer sömürü merkezleri durumuna geldikleri için kapatıldı İslam dini ile bağdaşmayan inançlar ve adetler ortaya çıktığı için kapatıldı
bbbbbbbbbbbbbbbbbbbbbbbbbb
Şeyh Sait ve Derviş Mehmet'in birer tarikat mensubudur BU BİLGİ ÇIKARILDI
II. Abdülhamit aydınlara karşı baskı uyguladı BU BİLGİ ÇIKARILDI
Vahdettin ile Damat Ferit İngilizlerle işbirliği yaptı Vahdettin yapmadı, Damat Ferit yaptı
Atatürk'ün Samsun'a çıkışı konusunda Atatürk'ün Padişah Vahdettin hakkındaki sözleri yer alıyordu. Atatürk’le Vahdettin arasında bir uyum olduğu yazıldı.
Padişah Vahdettin İngiltere'ye sığındı Padişah Vahdettin Malta'ya gitti
Türk kadını bilinçlendikçe kendiliğinden onu Orta Çağ yaşayışına hapseden kılıklardan kurtuldu, modern kıyafetleri benimsedi. Cumhuriyet Dönemi'nde kadınlar için giyim kuşam konusunda herhangi bir yasa çıkarılmadı

Paşam!

Bana sorsalar LİDER kimdir diye?
Dinlemesini bilendir...
Konuşmasını bilendir...
Kültürlüdür...
Kelimeleri iyi kullanır...
Sesini daha iyi kullanır...
Kendini ifade etmesi için bağırmasına gerek yoktur...
Hedefi olmalıdır...
Hedefine inanmalıdır, inandırmalıdır...
Akıllıdır, çalışkandır...
Saygılıdır, saygındır...
Vizyonu geniştir...
Bize rağmen değil, bizimle bizim için çalışır...
Bugün başka, yarın başka konuşmaz...
Bizi enayi yerine koymaz...
Kendini yetiştimiştir... Eğitimlidir...
Tarihten, sanattan, bilimden, spordan haberi vardır...
Bizi yüreklendirendir, peşinden sürükleyebilendir...
Kendine güvenendir, kendine inanandır derim bir çırpıda...
İnsanın içini güvenle doldurandır...
Benim için gelmiş geçmiş en büyük lider belli...ATATÜRK


13 Şubat 2007

Aile kavuşması

Cumartesi gecesi kuzenimin nişanı vardı. O nedenle İzmir'e gitmiştim. Fatih çalışıyordu gelemedi. Gelin kızımız Manisa'lı olduğu için nişan Manisa'da yapıldı. Yeğenim Hüsam o gece hepimizin kavalyesi oldu :) Nişan çok güzel geçti. Bülent bizim için kuzen değil kardeş gibidir... Artık bir kardeşimiz daha oldu. Sonuna kadar huzurlu, mutlu, sağlıklı hayatları olsun... Nişanın benim açımdan en güzel yanı ise gurbet-hasret olayları tabi ki... Nişanlı çiftimiz bir gece önce çalacak müzikleri seçmişler. Hepsi çok güzeldi. Eski şarkılar çoğunlukla... Ama herkesin bildiği o güzel şarkılar... Böyle eskileri hatırlatan şeyler çok kolay ağlatmaya başladı beni... O gece de bana dokunsalar ağlıyor muyum :) Ne ayıp değil mi?

Annemler Salihli'den bizden sonra geldiler. Salona girişiyle benim sırtım dikleşti sanki...
Biz üç kız bir masada oturduk. Nişana kuzenimin arabasıyla gelmiştik. Neden kendi arabamızı almadık, Salihli'ye giderdik diye hayıflanmıştık. Kalbimiz temizmiş Bülent arabayı siz götürür müsünüz demez mi? Körün istediği bir göz Allah verdi iki göz şeklindeyiz... Gece anneme gittik. Kahve içtik, lafladık. Sabah yataktan Nurlu'nun telefonu ile zar zor kendimizi kazıdık. Nurlu'nun mükellef kahvaltısına gittik. Öğlen olunca da yola çıktık geldik. Yani Ege Turumuz yine hızlı, dolu dolu ve süper geçti... Napalım, darısı bir sonraki seyahate artık...

Miniatürk, Atatürk ve ben

Önceki yazımda Miniatürk'ten hiç Atatürk'le ilgili resim olmaması dikkatinizi çekmiştir. Özel bir sayfa yapayım dedim de... Yorum yok, bol ve büyük resim var... Miniatürk'te bir de Zafer Müzesi var. Atatürk resimleri, Kurtuluş Savaşı canlandırmaları...
Ayrıca, hediyelik eşya satan bir dükkan var. Atatürk heykelcikleri yapmışlar... Tanıyana aşkolsun. Hiç benzemiyor...

Atatürk'ün Selanik'teki evi
Anıtkabir


Çanakkale Şehitliği

Zafer Müzesi

Dolu dolu bir hafta...

Yaklaşık 1 haftadır yazmıyorum... Haberleri de bu arada çok takip edemedim... Ama gündem hep yoğun ve önemliydi... Lakin biri var ki, bunları çözecek, sorumluluk mevkiinde olan biri... "derin devlet" diyor başka bir şey demiyor. Ülke içerde dışarda acayip önemli olayları yaşıyor... O tutturuyor "derin devlet"... Yani kafayı derinlere gömüyor... Devekuşu gibi...

Neyse, konumuz bu değil bugün... Geçen hafta İzmir'den Canan gel
di... 3 günlüğüne geldi. Süper bir program yaptık. Çok fazla yer gezdik... Yediğimiz içtiğimiz konuştuğumuz güldüğümüz bizim olsun... Size gördüklerimizi anlatacağım :))
Çarşamba günü öğlen geldiği için programı Bağdat Caddesi ile kısıtlı tuttuk. Önce Bostancı Pazarı'na uğradık tabi ki... Penyeler, pijamalar aldık... Ivır zıvırlara baktık. Oradan Cadde... Dolmuş'a binip Caddebostan'a gidilir, oradan geriye yürüyerek dolaşarak gelinir ki zaman iyi değerlendirilmiş olsun...

Perşembe günü ise saat 08.35 deniz otobüsü ile Kabataş'a indik. Önce Mısır Çarşısı önünde kafelerde çay içtik gevreklerimizi yedik. Mısır çarşısında gezdik. Ki öyle büyük bir yer değil. Gezdik dediysem bir tur attık. Canan üzüm çekirdeği aldı. Çok faydalı... Oradan Kapalıçarşı'ya yürüdük... Çok güzel bir yer.
Ben çok seviyorum orayı. Bol bol dolaştık, dükkanlara vitrinlere baktık. Oradan tramvayla Yerebatan Sarayı'na geldik. Çok güzel bir yer... İlk defa gördüm ben... Çok etkilendik. Işıklandırma çok güzel, çok etkileyici. Görevli memur bize bilgi de verdi. Mesela gözyaşı sütununu anlattı. Sarnıcın inşasında 7000 işçi çalışmış. 3000 tanesi ölmüş... Ölenlerin anısına üzerinde damla desenleri olan "gözyaşı sütunu" yapılmış... O sütun üzerindeki deliğe başparmağımızı sokup 360 derece döndürerek dilek diledik.

*** *** *** *** *** *** ***
Sultanahmet Me
ydanı'na çıktık. Bu arada Belediye "seyyar kitap" uygulaması başlatmış. İnsanların kamuya açık mekanlarda buldukları kitapları okuyup, tekrar bırakmalarıyla kitabın okunma sayısını artırma ve daha çok kişiye ulaşması sağlanacak. Güzel bir çalışma bence. Ben kitabı aldım. (İstanbul'a şiirler) Canan Ayasofya'yı dolaşırken (daha önce dolaşmıştım) cafelere oturup okumaya başladım. Ama kitabı beğendim, bırakmaya gönlüm razı gelmedi. Aldım kütüphaneme koydum. Yani, zinciri kırdım.
Sultanahmet Meydanı'nda poz verdikten sonra camiye girdik. Camiye daha önce de girmiştim ama çok beğeniyorum burayı. Aydınlık, pırıl pırıl, huzur veren bir havası var Sultan Ahmet Camisi'nin. O işçilik, görkem insanı çok etkiliyor. Hele cami avlusuna padişahın atıyla girdiği kapıdaki zincir perde beni çok etkilemişti. Daha önce yazmıştım. Padişah Allah'ın evine girerken mağrur girmesin, başını eğerek girsin diye yaptırmış. Ne büyük ve ince düşünce! Tabi cami içinde de poz verdik. Ama bakar mısınız bir benim pozuma bir Canan'ın pozuna. Ben gayet cami içinde olduğumu bilerek poz vermişim. Arkadaş ise sanki kordonboyu'nda :)))
Camiden çıkınca acıktık ve asıl Sultanahmet Köftecisi'ne gittik. Selim Usta yazan yer... Köfte, piyaz ve irmik helvamızı afiyetle yedik. Kredi kartı geçmiyor. Peşin ödüyorsunuz... Köfte çok lezzetliydi gerçekten... Duvarlarda bir sürü fotoğraf, anı mektubu vardı. Ben nereye mi oturmuşum? Recep Tayyip Erdoğan belediye başkanı iken yazdığı mektubu çerçevelemişler. Tam onun önündeki sandalyeye...

*** *** *** *** *** *** ***
Karnımızı doyurduktan sonra Miniatürk'e gittik. Ne güzel bir yer orası öyle... İzmir'imizin saat kulesi...
Nemrut Dağı... Sümela Manastırı... Mardin Evleri... Meclis Binası... Daha neler neler... Çok güzel bir yer... Biz oradan çıkınca hemen şu da olmalıydı, bu da olmalıydı diye konuşmaya başladık. Farkettik ki yapılanı öveceğimiz yerde, hemen eleştirmek bizim kanımızda var... Bunu farkedince sustuk. Bu yapılan çok iyi, daha iyisi de mutlaka yapılır dedik kapattık konuyu.

*** *** *** *** *** *** ***
Çay vektimiz gelmişti. Ver elini Piyer Loti yaptık... Çikolatalı pasta (çok güzel değil. Hatta hiç özelliği yok) ile çay içtik. Bahçesindeki
havuzda kırmızı balıkları seyrettik. Manzarayı içimize sindirdik. Dönüşte de teleferikle mezarlık üzerinden aşağıya indik. Biraz önce bir haber aldım. Yılların "Piyer Loti"sini değiştirmek istiyormuş belediye... Bu zihniyeti anlamak mümkün değil artık. Ne tarih, ne kültür, ne sanat, ne bilim... Anladıkları ne var... Var olanı sahipleneceğine, taş üzerine taş koyacağına... Sokak ismi, kaldırım rengi, kaldırım taşı değiştirmekten başka anladıkları yok belediyecilikten...










*** *** *** *** *** *** ***

Son durak Süleymaniye Camii kaldı. Eminönü'nden yayan yukarıya tırmanmaya başladık. Öyle kolay olmadı... Günün bütün yorgunluğu çökmüştü üzerimize... Dilimiz dışarıda Süleymaniye bahçesine girdik. Camiyi görünce tüm yorgunluğumuz geçti. Muhteşem bir yer... Muazzam... Şehre hakim bir manzara... Mimar Sinan'ın dehası... İnsan "neydik ne olduk" diye düşünmeden edemiyor... Bu akılları, bu mimariyi, bu sanatı yaratan atalarımız değil miydi? Ne oldu da bugünlere geldik? Bu muhteşem yapıların duvarına iğrenç şekilsiz binaları yapıştırdık?










*** *** *** *** *** *** ***

Sonra, gerçekten çok yorgun olarak deniz otobüsüne bindik Bostancı'ya geldik. Taksiye binmek istedik. Gideceğimiz yeri yakın buldu bizi almadı. Cuma günü İzmir'e gideceğimiz otobüs biletini aldık. Eve geldik ama ne konuşacak ne bir adım daha atacak halimiz kamıştı... Erkenden sızdık. Ertesi gün ise planlarımızı iptal ettik. Evde keyif yaptık. Geç kalktık, kahvaltı.. Bir ara dışarı çıktık o kadar... Zaten akşamına da otobüse binip İzmir'e gittiiiiikkkkkk....

5 Şubat 2007

DEPREM!

Geçen yıl Sığacık'ta deprem merkezindeydik... 3000'den fazla artçı deprem yaşadık... Korkunun izi yoktu sayılır bende...
İstanbul'a geldik. Yavaş yavaş ürkeklik, ağır vasıta geçişlerinde şöyle bir dikkat kesilme toparlanma vaziyetim başladı. Sonra cüzdan, kimlik, araba anahtarı, ruhsatını her akşam başucumda bir paket olarak koymaya başladım. Fatih'le birbirimizi telkin etmeye başladık. Geçen yıl ben korkmuyordum O korkuyordu. Ufacık bir sallantıda evi ilk terk eden O oluyordu. Şimdi "Bak bu sefer ben de korkuyorum. Öyle bırakıp kaçmak yok. Ona göre" diyorum...
Şaka değil yaşadığımız şey tam olarak böyle...
Bir taraftan da, 30 yıl içinde yıkıcı bir deprem olacağı bilim adamlarınca söyleniyor. Ki bu otuz yıl 1999'da başladı... Bayağı bir geriye saydık yani... Deprem sonrası ilk kullanılacak hastane, okul gibi yerlerin yani kamuya ait yerlerin onarılmadığını öğrendik... Onarılmaya başlasa bile bizim göremeyeceğimiz zamanlarda bitecek...
Derken, hükümet "ulusal deprem konseyi"ni lağvetti (Haber için tıklayınız.)... Yani, gerçek, tek elden uyarı-bilgilendirme yapan birim kaldırıldı...
Şimdi, korkularımla kaldım tek başıma...
Bir aydınlık bilgiye susamışken
Koyuverdiler karanlığa...

Her şey trajikomik... Bedavaya yaşıyoruz... Yaşatılıyoruz...

4 Şubat 2007

Hakkımı helal olsun mu?

Bunu, çok güvendiğim, çok saygı duyduğum Cumhurbaşkanıma söylüyorum...
Bu kadar sessiz giderse hayal kırıklığına uğrayacağım...
Bugüne kadar olan güvenim, tüm beklentilerim sarsılacak...
Bu kadar sessiz, olağan ve durağan devir-teslim yaparsa...
Sesini duymak istiyorum... Bize seslensin istiyorum...
Varlığını bilmek artık yetmiyor... Çünkü varlığı dört duvar arasında...
Ve zaman daralıyor...
Karşımıza geçsin istiyorum, konuşsun istiyorum...
Akıl almaz yasaları sağduyusu ve hukuka olan inancı ile veto hakkından başka yanımıza gelsin istiyorum...
Seslenmekten, konuşmaktan kastım, kelime anlamından ibaret değil...
Gereği neyse, yetkileri neyse yapsın istiyorum...
O "çok iyiydi, namusluydu, ülke çıkarlarını herşeyin üs
tünde tuttu, kibardı, şaşaayı sevmedi, dürüsttü, laikliği korudu, çok güvendim, çok saygı duydum" diyeceğim...
Ama, en sonunda kibar bir şekilde sessizce görevini teslim etti, geldi-geçti diyeceğim.
Bize bir şey söylemeden gitti diyeceğim.
Ve böyle gerçekleşirse eğer...
Hakkımı helal etmeyeceğim.



NOT: AB istedi diye MGK sivilleşmiş, iki ayda bir toplanır olmuş, psikolojik harekat bölümü kapanmış... Peki, MGK işin en başındaki bu uygulamaların nereye varacağını psikolojik açıdan bilememiş mi? Her adımın, her yasanın, her atamanın neleri getireceğini ve götüreceğini öngörememiş mi?



3 Şubat 2007

Yaşgünü haftası


Ocak sonu ablamın doğumgünüydü... Uzaktayım, ne hediye yapabilirim diye düşünürken... Fotoğraflardan bir power point sunuşu hazırladım. Efektli, müzikli... Yaptığım şey çok hoşuma gitti. Ablam da sevdi... O güne kadar yaşanmışlığa kesit atan çok hoş bir hatıra oldu...
Sonra, kocamın doğumgünü geldi. Sürpriz olsun diye saklı gizli bir çalışma daha yaptım. Dün gece 01'e kadar çalıştım. Bugün sabah erken kalktım, rötuşları yaptım. Aslında doğumgünü dündü. Ama seyahatteydi, zamanım nasılsa vardı... Yine de çalışmayı bugün sabah bitirdim, CD'ye basılma işlerini sonraya bıraktım. Derken sabah bir telefon... Sürpriiiizzzz.. Kocam havaalından çıkmış eve geliyor...
Dosyayı görmesin diye bilgisayarda zor bulacağı yere kaydettim. Kopyasını USB belleğe attım... Ki CD'ye yazdırayım falan... Fatih geldi. Hoş beşten sonra işim var diye fırladım dışarı... Bizim caddedeki yere gittim. Hem DVD, hem de pps formatında iki CD yaptık. CD kapağını hazırladık, bastık, Cd kutusunun kağıdını da yaptık.
Dönüşte seyretmek için iki film aldım. Eve gelince hepsini masanın üzerine koydum, film aldım seyrederiz diye... Allahım eline almıyor CD'leri. Eee tabi O kapıdan ben bacadan olayına anlam veremediği için tepkili...
En sonunda, eline aldı... :)))
Nasıl hoşuna gitti...
Neredeyse 20 yıl önce yazdığım ilk ve tek şiirimi O'na ithaf ettim... Çok güzel bir anı oldu. Bundan sonra her yıl yapacağım... Daha güzel bir arşiv düşünemiyorum...

Sinemalar

Son günlerde iki filme gittim...
Biri Son Osmanlı-Yandım Ali.
Diğeri Beynelmilel.
İkisini de çok, pek çok beğendim...
Amerikan tarihini gayet yakından öğrendiğimiz sinemalarda nihayet kendi tarihimize döndük dememe kalmadı... Film Almanya'da 18 yaş sınırına takıldı... (Haber için tıklayınız.)
Tabi buna tepki ne olacak?
Boşuna beklemeyin...
Kültür Bakanı nasılsa uyuyordur şimdi...
Başbakan ise derin mevzuların içine daldığı için, gerçek hayatta neler oluyor farkında değildir...
Petrol yasası, sağlık yasası, sosyal güvenlik yasası, tohumculuk yasası, üniversite rektör atamaları, imam hatiplileri çoğaltmak gibi mühim mes-eleler varken.. Elin oğlu filmi bir grup gence varsın yasaklasın.. Ne var bunda... Midnight Expres'i hepsi gördü de ne oldu canıııımmmmm....

Bu arada, bu filmleri yapanları gerçekten kutluyorum. Bu ülkenin aydınları, sanatçıları ne yapar? Yarın bu sanatlarını yine icra edeceklerini düşünebiliyorlar mı? Bu kadar rahat olacaklar mı? Mesela, insanın içinden aşk-meşk şarkıları dışında da bir şeyler bestelemek falan gelmez mi? Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamate...

1 Şubat 2007

Ulusa seslenmek ya da seslenmemek!

Ayda bir yayınlanan "ulusa sesleniş"i seyretmeyi tercih etmiyorum, ama gülmek için seyrediyorum zaman zaman... Aslında gülmek demeyelim. Sinirlerim gerginleştikçe yüzümde karmakarışık bir ifade çıkıyor, gülsem mi ağlasam mı bilemediğim duygularla dinliyorum konuşmayı...

Ocak ayı değerlendirmesini içeren ulusa sesleniş yine enteresandı. Bilerek mi, bilmeyerek mi yaparlar bilmem...

Mesela, Bolu Tüneli'nin açılışından uzun uzun bahsetti. Yok efendim 14 yıldır devam ediyormuş, Onlar bitirmiş... (Evet ne kadar bitirildiğini görüyoruz hergün TV'lerden. Sürekli kapanıyor, buzlanmayı önleme projesi daha yokmuş, firma açmayın kaza olursa sorumluluk almam demiş...)

Mesela, Hrant Dink cinayeti ile ilgili emniyet ne kadar başarılı çalışma yapmış, 30 küsür saatte katil hemen bulunmuş... (Evet, 11 ay önce emniyetin muhbiri bu cinayetin olacağını bildirmiş. İstanbul ve Ankara'ya resmi yollarla haber verilmiş. İhbar değerlendirilmiş ama ciddi bulunmamış! Emniyet içinde şimdi sorgulama başlamış.)

Mesela, ne kadar kalkındığımız, gelir seviyemizin ne kadar arttığını anlattı. (Evet, altın yumurtlayan tavuklarımızdan turizm gelirleri, fındık gelirleri bu yıl neden düştü? Düşürüldü?)

Bu süslü lafları dinleyeceğime;
* Yabancı doktorlara imkan sağlayan yasayı nasıl hazırladığınızı, Türk Doktorlarından ne götüreceğini,
* Sağlık yasasıyla pek çok insana osteoporoz, kolesterol gibi hastalıkların ilaçlarının neden verilmediğini,
* Petrol yasası ile yabancı şirketlere ne kıyaklar çekildiğini, "milli menfaatleri korumak" maddesini neden kaldırdığınızı,
* Tohumculuk yasasının çiftçilerden ne götüreceğini,
* Atmosfere sera gazı veren ülkeler arasında Türkiye'nin %110 artışla neden başı çektiğini, hangi önlemleri planladığınızı,
* Global ısınmaya karşı ne gibi önlem, bilgilendirme ve eğitim yapacağınızı (yapacaksanız tabi),
* Kirlenen doğal kaynakları, nehirleri, gölleri ve yok olan ormanları nasıl yeniden kazandıracağınızı (kazandıracaksanız tabi... Hatta, ormanlar sitelere dönüştürülüyor),

Daha pek çok madde sıralanabilir... Ben bunları duymak istiyorum. Ölçülebilir, gerçekleştirilebilir, kısa vadeli, uzun vadeli, BİZİM MENFAATLERİMİZİ koruyan projeleri ve biten projelerin sonuçlarını dinlemek istiyorum... Yani somut bilgiler istiyorum...

Sesleniş başlamadan az önce ana haber kuşağı vardı TV'lerde... Başbakan Etiyopya'daydı. Orada fakir semtleri, aileleri ziyaret etti. Nazik yorumu, insanlara nazik yaklaşımı ile yine çok duygulandı, çok duygulandırdı ekran başındakileri... Hele toplanan çocuklara bir ufak paket içinden dağıtılan çikolatalara izdiham olunca korumasına "Ulan Turgut senden yoğurt olmaz be!" çıkışı yok mu? İşte beni duygulara gark eden an o andır...