30 Temmuz 2006

Sen yok musun Tibet !!!

Valla, abartmıyorum... Beni her gören ne kadar gençleştiğimi söyledi... Bunu duymak bile bana yeter.. Henüz ayinleri yapalı 3 hafta oldu... Ama bu tepkiyi almak çok çok çok hoşuma gitti...

Hatırlatma: Kitap adı: Tibet'in Gençlik Pınarı

Kitabın ikincisi çıkmış. Genişletilmiş hali... Aldım okuyorum...

Altınova'daydım...


Haftasonu Altınova'daydım. (Ayvalık). Otobüsten indim, Asu (Asuman Ablam) karşıladı beni... Arabaya bindik, sitelere gittik... Uçsuz bucaksız ovalar... Gözalabildiğine... Yemyeşil... Toprak çok verimli olduğu için ALTINOVA denmiş zaten... 30 yıllık hatıralar var...
30 yıl önce sadece 2 site vardı koskoca sahilde... Biri bizimki... Heryer tarlaydı... Artezyenlerden su dere gibi fışkırırdı... Çeşmelerden, hortumlardan kana kana su içerdik. (Şimdi eve şişe su alınıyor.).. Kumsal inanılmaz genişti... (Neredeyse yarı yarıya küçülmüş, deniz almış kumsalı. Görünce çok şaşırdım.) Okullar kapandı mı soluğu Altınova'da alırdık... Kuzenler, arkadaşlar.. Herkesin kendi yaşıt grubu vardı... Denize girerdik, üşüyünce çıkıp kumlara yatardık. Isınır tekrar denize koşardık. Bu sefer de mayomuzun içine giren kumları temizlerdik... Rüzgar denizden esti mi yükselen dalgalara balıklama atlamak süper olurdu... Karadan eserse de deniz dümdüz olur ama kıyıda ne varsa denize uçardı...
Çok ilerde sal vardı. Onun ilerisinde de "beyaz ada" dediğimiz, çok açıkta ama ayaklarımızın bastığı bir yer...
Doğru düzgün güneş kremi bile sürmezdik... Bu yüzden benim çillerim bir kat daha fazla.. Hem de annem korumamı söylemesine rağmen, inadımdan yüzümü yara yaparak...
Akşamları soğuk olurdu... Kazaksız dışarı çıkılmazdı... Gazinomuz vardı. (Hala var. Hala adı gazino) Tavla, okey, king falan orada dönerdi... Disco 85'imiz vardı... Sonra yaşımız büyüyünce Ayvalık'a açılmaya başlamıştık... Ohhhh Ayvalık Tostu. Yani Avşar Tostu... Yok böyle güzel tost... Ama ben bu sefer yiyemedim. Annemin güzel yemeklerinden sıra gelmedi ki... Immmmm, tost nefis olur... Meraklısı mutlaka Ayvalık'a gidince yesin...
Ben 5-6 yaşındaydım Altınova'ya ilk gittiğimizde... Nesiller büyümüş.. Benim yaşıtlarımın kocaman çocukları var artık... Ama Altınova'yı özlemişim bu sefer... Mehtap bizim balkondan öyle güzel görünür ki... Bu sefer denk gelmedi...
Komşularmızı, arkadaşlarımın annelerini, arkadaşları, kuzenleri herkesi gördük... Haftasonu çok güzeldi... Annemin yemekleri yine harikaydı.. Hatta ablamla bana yemek de verdi... Biz hala ufağız ya... Ondan :)) Sarmalar harikaydı, hünkar beğendi, köfte... Valla çok güzel bir haftasonuydu... Ama kocam evdeydi, çalıştı, gelemedi... Biz de anne-kızlar keyif yaptık...

27 Temmuz 2006

başlık koyamadım... Her telden diyelim :)

Dün Nurlu (Nurdan Ablam) ve Nursel'le (Nurlu'nun kızı) buluştuk Alsancak'ta... Alışveriş için... Ben Alsancak'ın sabahını çok severim. Koyu gölge olur her sokak... Serin serin. Ama öğlen oldu mu heryer yanar...
Bu ayakkabıcılara ne olmuş anlayamadık... Kaliteli ayakkabıcı dükkanları bir bir kapanmış meğerse... Biz dün bütün gün ablama ayakkabı almak için dolaştık da... Şöyle her zaman (özel günlerde tabi) giyilebilecek, klasik abiye bişey... Ama ayakkabıcı yok.. Haaa var olanlar çiçekli, böcekli, pullu, payetli, bantlı, renkli, menkli bişeyler... Al bu sezon bir düğüne giy, bir daha giyme... Biz öyle aramıyoruz tabiii.
Sorduk soruşturduk... Meğer ekonomik açıdan iyi ayakkabıcılar bir bir kapanmış, iflas etmiş... Maliyetleri karşılayamaz olmuşlar...
Biz de dolaştık dolaştık... En sonunda ilk baktığımız yere geri döndük ve oradan aldık... Neresi mi?.. İnci ayakkabı.. Eskiden Zaptçıoğlu diye ünlü bir ayakkabıcı vardı. Şimdi o dükkanda hizmet veren İnci'den...

Ben yarın Altınova'ya (Ayvalık) gidiyorum. Anneme... Şööööyle güzel bir kaç gün geçireyim, şımarayım. Anacığımın kanatları altında çocuk olayım :)))

Onurlu olmak...

25 Temmuz 2006

bir kuzeni darılttık galiba :)

Eee bende kuzen bol... Bir tanesiyle fotoğrafımı yayınlayınca, bir tanesi "benim neden yok" demez mi?
Kıssadan hisse: Demek ki sitemi okumaya başlamışlar... Bu hoşuma gitti... :))

Burası Cennet: Sığacık

İzmir'den Çeşme otobanına girin.. Seferihisar yol ayrımından çıkın... Duble yolda Seferihisar merkezine gelin... Işıklı kavşaktan sağa dönün (Tansaş'ın yanından) Doooğğrruuuuu Sığacık (Teos) istikametine gelin... Denizi gördüğünüz yer SIĞACIK... Sakin, huzurlu, bol oksijen... Cennet yani...
İşte biz 2 yıldır burada yaşıyoruz... Bostanlı'dan kalktık geldik yerleştik. Fatih ve ben aklımıza geleni uygulayabilen insanlarız... Nerden tat alıyoruz, oraya dümeni kırabiliyoruz...

Bu güzel iki yılın 1 yılını ben doya doya yaşadım. Evimizin, Sığacık'ın tadını doya doya çıkardık. Ben ekstra olarak işi bırakmış olmanın avantajını sonuna kadar kullandım... Heryer yürüme mesafesi, yaz oldu mu parmak arası terlik yeterli.. Bugün bunu giyeyim, üstüne şu olur mu, ne takayım derdi yok... Düşündüğüm şeyler, bugün ne pişirsem, kocamın ütüsüz gömleği yok değil mi, çimler uzadı mı, çiçekler açtı mı, ağaç büyüdü mü? Ohhhh, bu hayat çok güzelmiş. İş hayatında tadına varamadığımız güzelliklermiş... Biz şanslıyız galiba.. Emekli olmadan, bu yaşta bunu tattık...


Balık bol.. Hele burada "isketelya" diye bir balık var ki... Unuttuğumuz balık lezzetini tekrar hatırlattı bize... Derin su balığı, kültürü yok.. Arada çıkıyor...
Balıkçı Mehmet'e (Alem Balıkçılık) gidin Fatih'in ismini verin size en güzel balıkları seçsin...



Bu sabah çıktım Sığacık'ı dolaştım... Fotoğraf çektim... Şöyle bir baktım, uzun uzun... Bu cennet bırakılır mı diye...

24 Temmuz 2006

24 Temmuz 1923... Lozan Antlaşması


"Bu antlaşma, Türk Milleti aleyhine, yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması ile tamamlandığı sanılmış büyük bir suikastin çöküşünü bildirir bir belgedir. Osmanlı Devrine ait tarihte benzeri görülmemiş bir siyasi zafer eseridir."
Mustafa Kemal Atatürk (Kaynak: wikipedia.org)
"Osmanlı Devleti eski antlaşmalar adı altında birtakım ayrıcalık haklarının tutsağı idi. Hıristiyanlara ayrıcalık tanınmıştı. Osmanlı Devleti'nin Osmanlı toprakları üzerinde yaşayan yabancıları yargılama hakkı yoktu. Kendi ülkesinde bulunan Türk unsurlarından aldığı vergiyi yabancılardan alamazdı. Ülkeyi bayındırlaştıramaz; demiryolu, okul yaptıramazdı. Bu gibi girişimlere yabancı devletler engel olurdu."
Mustafa Kemal Atatürk
(Kaynak: wikipedia.org)

23.7.1923' te Lozan Barış Antlaşması imzalandı. Bu antlaşmanın Türk Ulusunca taşıdığı önemi anlamak için Sevr Antlaşması 'yla karşılaştırılması yeterlidir. Bu antlaşmayla:

1. Ülkenin bugünkü sınırları çizildi.

2. Yunanistan' la aramızdaki sorunlar düzeltildi.

3. Kapitülasyonlar kaldırıldı.

4. Kabotaj hakkı kaldırıldı

5. Boğazlar rejimi saptandı.

6. İtilaf devletleri, İstanbul ve Boğazlardan kuvvetlerini geri çektiler.

7. Fransızlarla aramızdaki borçlar sorunu konferans sonuna bırakıldı.

(Kaynak: mustafakemal.net)

30 yıl önce... 30 yıl sonra...

Dün 4 kuşak birlikteydik..
Ne kadar güzel değil mi?
Anneannem,
teyzem-eniştem, kuzenlerim ve kuzenimin karısı, oğlu...
Sığacık'ta bizim evde güzel bir mangal keyfi yaptık...








Benden tam 30 gün büyük olan kuzen Levent'le, bundan tam 30 yıl önce çekildiğimiz fotoğrafı hiç unutmadık. Pantalonlarımız bile aynı... Dün 30 yıl sonra aynı pozu verdik... Bakalım bir 30 yıl sonra nerede poz vereceğiz...




23 Temmuz 2006

Kızıl Elma nedir?


Medyada sıklıkla duymaya başladım... Kızıl Elma... Medyada esen havaya göre iyi mi, kötü mü anlayamadığım bir kavram... Ben itiraf edeyim anlamını bilmiyordum... Bugüne kadar cahil kalmışım... Herkes biliyor mu, yoksa hepimiz cahil miyiz acaba?

Milliyet Gazetesi, 29 Ağustos 2003 tarihli yayınından alıntı:
"
Nerede olduğu ya da olacağı belirtilmeyerek, yeryüzündeki bütün Türklerin birleşip kuracakları ideal ülke veya bütün Türklerin bir araya toplanması ülküsü. Hedeflenen amaç üzerinde parıldayan, som altından yapılmış kızıl renkli bir top olarak simgeleştirilen bir hayal ürünü olan "kızıl elma", Oğuz Türkleri arasında da dünya hakimiyetinin sembolü olarak kabul ediliyordu.
Kızıl Elma, cihan hakimiyeti ülküsüne bağlı olarak halk kitlelerine ve askerlere adı ve efsanesiyle yayıldı.
Kızıl Elma efsanesi Oğuzlarda başladı, İran'da hüküm sürdü, Türk boylarına ve Osmanlılara geçen bir sembol haline geldi. Oğuz Han'ın elde etmek istediği Pekin, Türklerin ilk Kızıl Elma'sı oldu. Osmanlı'nın ilk Kızıl Ema'sı ise Anadolu'da beylikler dönemine son verip Türk birliğini sağlamaktı. Daha sonra Osmanlı'nın Kızıl Elma'sı İstanbul oldu. İstanbul fethedilince Kızıl Elma da Roma'ya St. Pierre'nin kubbesine taşındı.
Türkçülük fikrinin doğması 1908'de Türk Derneği'nin kurulmasıyla başladı. Bunu 1911'de kurulan Türk Yurdu izledi. Türkçülük akımı 1900'lü yıllardan itibaren siyasi ve askeri kesimlerin desteğiyle oldunluk kazandı. Kızıl Elma'nın Turan olarak şekillendiği dönem Cumhuriyet'in kurulma dönemiydi. 1960'dan sonra Kızıl Elma, Turan fikrini A.Türkeş geliştirdi.
"

22 Temmuz 2006

ÖZÜMÜZE DÖNELİM...

Yaşadığımız ortamı tarif etmek istemiyorum. Böyle yaparsam kesinleştirmiş olacağımdan korkuyorum... Ama en iyi çare korkuların üzerine gitmek değil midir? Korkuları teşhis etmek değil midir? Teşhis edince kaçmazsın zaten, bilirsin çünkü.. Eksik tarafını bilirsin, onu tamamlarsın... Açın TV'leri, açın gazeteleri... 1000 yıllık devlet geleneğimizden, onurumuzun zedelendiğinden, devletin başındakilerin birbirinden haberi olmaması, danışman enflasyonu, sürekli önümüze havuç konması ama havucun ipinin hep daha uzağa çekilmesi... gibi gibi gibi.. Bunları duymuyor musunuz son yılarda.. Hatta son aylarda...
Sonra Türk Milleti'nin sessizliği, tepkisizliği konuşuluyor... Ben de katılıyorum. Gerçekten sessiz, tepkisiz insanlarız. Ama sınırımız var. Bir yere kadar... İnsanların yanıldıkları konu bu... Sabırlı ve kibar insanlarız biz... Karşımızdakine efendi muamelesi yaparız. Karşımızdaki anlamaz da suistimal etmeğe başlarsa biraz zaman veririz... Sonra mı? Boşuna dememişler "yumuşak atın çiftesi pek olur" diye... Bizi telkinle uyutmaya çalışıyorlar.. Sessiz, tepkisiz diye... Hangi milletin tarihinde bunca başarı, bunca gelenek var. Hangi tarihte KURTULUŞ SAVAŞI var... Bırakın allah aşkına... Uyumayalım, kendimize gelelim, değerlerimizi hatırlayalaım ve özümüze dönelim... Kaliteli bir hayat için önce kendimizi bilmemiz gerekmez mi? Kendimizi bilirsek, bizi yönetenleri de elekten geçirip seçmez miyiz?
Unuttuğumuz ne varsa bize ait olan, hatırlayalım. Her birinizden gelen değerlerimizi buraya ekleyeceğim. Bu öyle güzel bir iş olacak ki... Hadi hemen yazın...

Benim aklıma şimdi geliverenler:
Atatürk Misafirperverlik
Nasreddin Hoca Dede Korkut
Mevlana Yunus Emre
Karagöz-Hacivat Karacaoğlan
Köroğlu Nazar boncuğu
Aile birliği Aile büyüklerine saygı
Kötü gün dostluğu hıdırellez
Aşık Veysel Keloğlan
Nemrut'te güneş Aspendos
Efes Harabeleri Mimar Sinan
Şelaleler Antik kentler
hamam Türk Kahvesi
Türk Lokumu Peri Bacaları
Lidya (Sart) Uygarlığı (ilk paranın keşfi)

Kocam kızdı ?!?!? Neden mi?

20 haziran'daki yazımda "internet ve kitaplar için can dostum" demiştim ya... İşte bu sözlerle kocamı kızdırdım. Ben pür heves oluşturduğum siteyi gösteriyorum. O'ndan geçer not almak için yapmadığım şirinlik kalmıyor... Yazının bir bölümü O'nun dikkatini çekiveriyor... Eee benim kocam detaycıdır, habercidir, gözünden kaçmaz. Size bakarken etrafı da görür, sizi dinlerken etrafı da dinler... Hal böyle olup da o bölümü okuyunca "yaaa Armağan Hanım can dostunuz bunlar mı?" diye edalı bir şekilde sormaz mı? (işte bu noktada şirinlik mirinlik yetersiz kalacak biliyorsunuz)
Bunu sormaya gerek var mı? Benim en önemli dostum kocam.. Sırdaşım, akıldaşım, neşe kaynağım, dayanağım... Tamam böyle düşünüyorsunuz... Hepiniz de bunu biliyorsunuz.. Ama o detaylar yok mu? Hayatımızın tuzu, biberi, tadı detaylar...
Zaten aksini düşünmediğimiz bir konuda, zaten herkes biliyor ki, zaten O da biliyor alışkanlıklarına kapılıp bu ufak ama önemli detayları hayatımızda atlamayalım...
Ben akıllandım... Ya siz?


Yakınlarınız, sevdikleriniz, dostlarınız, akrabalarınız için bol detaylı günler...

21 Temmuz 2006

Tibet'in Gençlik Pınar II

Tibet'le ilgili herşeye inanırım ben. Yıllardır da elime geçen kitaplarını okumaya çalışırım... Ama bu kadar olur... Size bahsettiğim bu kitap var ya.. bir mucize adeta.. Çok yürekten okumuş, içinde söylenenleri çok yürekten yapmıştım... Sonuç inanılmaz..
Herşeyi kitaba bağlamak haksızlık olur. Ama kitap sizi bir kenara çekip, kendinizi dinlemenizi sağlıyor.. Gücünüzü açığa çıkarıyor.. enerji dolmanın ipuçlarını veriyor.. Eğer kitabı iyi bir anahtar olarak kullanırsanız sonuç gerçekten şaşırtıcı..
Ne diyelim... Ben Tibet Halkının bu gücü kullanma kabiliyetine her zaman inandım...

Ben de sanal alemdeyim artık :)

Ne kadar güzelmiş... Yani düşüncelerini çok kişiyle paylaşmak... Mail yoluyla yaptıklarımı artık kendi adresimden yapacağım. Eğer beni merak ederseniz konuğum olacaksınız günde 3-5 dk. Ben sizi dört gözle bekleyeceğim... Bugün kimler okudu, kimler beğendi, kimler eleştirdi... Bu merak var ya beni çok heyecanlandırıyor...
Köşe yazarlarına hep imrenmiştim. Şimdi kendi çapımda, kendi köşemin yazarıyım... "Köşe yazarı" dedimse haddimi biliyorum... Ben çapımı, sınırımı biliyorum... Bu konuda daha "ham" bile değilim ki "pişdim, yandım" demeye de çok fırın ekmek olduğunu biliyorum.
Kendimi çok özgür hissediyorum. Demek ki yazmak böyle birşeymiş... Bu siteyi size açtıktan sonra kendimde sorumluluk hissedeceğim. Yazamadığım gün olursa kızacağım kendime. Yani site artık benim değil de sizin gibi olacağım... Bunları hissediyorum. Tekrarlıyorum. Demek ki yazmak böyle birşeymiş...

20 Temmuz 2006

Sınır ötesi harekat mı? ben istemiyorum...

Eğer TBMM toplanmazsa, milletin ortak uzlaşması sağlanmazsa bu hükümet bodozlama ve kasımpaşalılık gereği Irak'a girecek... Zaten önünü sonunu düşündükleri yok... Maksat "heyyytt ben dedim mi yaparım.. Kanımız yerde kalmaz" havaları...
Peki sonra ne olacak? Ben sade bir vatandaşım, işlerin iç yüzünü pek bilmem. Ama eğer biz herşeye rağmen Irak'a girersek vay halimize... Karşımızda ABD askerlerini bulacağız. Yani ABD hükümetini... Dahası BM, AB ve bilimum cemiyetler... Yani onların ekmeğine yağ çalacağız... İstenen beklenen bu değil mi? Sonra, oranın demokrasi adına işgali ve "free curdistan"... Türkiye yavaş yavaş ve maalesef göz göre göre çukura itiliyor.. Bunu da tek başına başbakan yapıyor. Çünkü kadrosunun
beyanlarından %100 onay verdiği anlaşılmıyor...
Önümüzde çok önemli bir süreç var. Umarım Cumhurbaşkanı, Genelkurmay buna dur derler. AKP içindeki akl-ı selimler de dur derler...

Bu iş "allah allah" sesleriyle Viyana kapılarına dayanmak değil... Bu iş akılla, mantıkla çözülecek bir iş... Ama en önemlisi bu hükümetle çözülecek iş değil. Onların boyunu aşıyor...

TBMM neden toplanmıyor?

Ülke olarak çok kritik günlerden geçiyoruz. Kaderimizi belirleyecek kararların öncesindeyiz. Tüm ülkeyi ilgilendiren bu kararlar öncesi TBMM neden tatilden çağrılmıyor ve olağanüstü toplanmıyor? Muhalefet ısrarla TBMM göreve başlasın diyor.
Neden hükümet tek başına açıklamalar yapıp, tek başına yürümeye çalışıyor? Üstelik, meclisin olağanüstü toplanmasını gerektirecek bir gündem yok diyor... Meclisi olağanüstü toplayacak daha nasıl bir gündem bekliyorlar anlamak mümkün değil...
Bunun vebali taşınabilir mi?
Neden sorumluluğu paylaşmıyor?
TBMM milletin sesi değil mi?
Orada iktidarıyla, muhalefetiyle tartışılsın, karar alınsın...
En önemlisi alınan karar ülkenin kararı olsun, sadece iktidarın değil...
Bu vebali onlar taşıyacak olabilir...
AMA BUNU HEP BİRLİKTE YAŞAYACAĞIZ...

12 Temmuz 2006

Bu kitap kütüphanemde 3 yıldır duruyormuş. Bir zamanlar Tibet'e ilgi duyduğum için çokça kitap okumuştum. Ama bunu unutmuşum. Ne zaman mı hatırladım?
Geçen gün TV programlarında zap yapıyorum. TV8'de Derya Baykal'ın programına takıldım. Konuk Ayşenur Yazıcı. (Çok kültürlü bir kadın olduğunu da sitesini ziyaret edince anladım.) Bir kitaptan bahsediyordu. Kitaptaki Tibet'in 5 ayininden ve mucize sonuçlarından. Vücuttaki enerji girdaplarını harekete geçirerek genç kalmanın basit sırlarından. Çok enteresan geldi programı dinledim hatta sitesine girdim. Ama aklım kitaba takılmıştı. Bir baktım bende var. Hemen okudum. Uygulamaya bugün başladım. Toplam 5 tane hareket var. (Tibet'liler ayin diyorlar) Oldukça basit hareketler. İlk hafta 3'er adetle başlıyorsun. Hergün yapmak şartıyla. Her hafta hareket sayısını 2'şer artırıyorsun. 21 harekete ulaştığında vücudundaki enerji girdapları eskisi gibi düzene giriyor ve vücut kendini toplamaya başlıyor. Bakalım. Ben deneyeceğim. Sonuçlarını paylaşırım.

9 Temmuz 2006

yaş 37... selüliti nasıl önlerim?

Bir zamanlar yazlıktaki en güzel vücutlu kızdım... Hala da kendimi öyle sanıyordum. Ta ki geçenlerde bir arkadaşımla denize gidip resim çekilene kadar. Bu yaşta kendimi idare ettiğimi sanıyordum... Oysa fotoğrafları görmem bir milat oldu...
Bel kalmamış. Kalmadığı gibi katmanlaşmış... Bacaklar kalınlaşmış... Odun gibi yani... İnanamadım. Hemen bir kilo verme uygulamasına girdim. Ne mi yaptım? Çok basit. .Hemen anlatıyorum. Lütfen siz de not edin. Yapması basit, sonuç harika...
SABAH: En az 45 dk hızlı tempo (120 adım/dakika) yürüyüş. Eve gelince yerde karın ve göbek sıkılaştırma hareketleri. 20-30 kere dumble çalışması.
1 büyük bardak süt. Çingene salatası (çökelek, domates, salatalık, kuru üzüm, ceviz, meyve... gibi malzemeleri doldurun. Lezzeti süper oluyor.)
ÖĞLE: Bir kase yoğurt (üzerine meyve, kuru üzüm, reçel suyu vs doldurun.) Yanında Eti Form çeşitleri çok iyi gidiyor. Bazen de zeytinyağlı yemek yiyorum.
Aralarda bol su.
AKŞAM: Bol salata, zeytinyağlı yemek, ızgara et.
Ben kabak çekirdeği sevdiğim için akşamları bir ufak kase yerim. Hem çok faydalı. Çinko için mutlaka yemek gerekirmiş. Hele erkeklerde prostatı önlemek için birebirmiş.

Banyoda mutlaka bacaklarıma masaj yapıyorum selülit için.
Bunları uyguladım. Aç kalmadım. Gayet iyi beslendim. Selülitlerim gözle görülür biçimde azaldı. Bacaklarım inceldi. Karnım ve belim forma girdi. Veee en güzeli 3 kg verdim.
Haydi kızlar, önce kendinizi ince ve selülitsiz hayal edin. Buna inanın. Uygulayın. Sonuç mutlaka başarılı oluyor.