30 Ekim 2006

bir kac bilgi daha...

Malta katolik...
Bosanma yasak...
Kurtaj yasak... (Sicilya yakin, oraya gidiliyor)
Dunyada "teen pregnancy" yani kucuk yasta hamilelik siralamasinda ise IKINCI...

Maltalilar diyor ki "Bizim icin iki sey cok onemlidir. Onlara dokunmayin. Birincisi katedraller, ikincisi cocuklar)

Bu ne perhiz bu ne lahana tursusu!


Bizim apartin onunda bir insaat yapiliyor. Aman nasil yavas gidiyor anlatamam. Icim daraliyor bir gun gidip iki tas da ben koyayim diyorum. Insaatta beni rahatsiz eden bir sey vardi. Dun nihayet kesfettim... Simdilik 4 katli gorunen apartman insaatinda KOLON yok.. Evet kolonsuz... Tipki lego oynar gibi birbirine gecmeli biriketlerden yapiliyor...

Dun arkadasimin bilgisayarinda resimlerimi derledim. Malta gezisi ile ilgili aklima gelen notlari daha ayrintili yazayim dedim:
  • MOSTA DOME: Arapca "merkez" anlamina gelen Mosta Katedrali soylediklerine gore Avrupa'nin 3. buyuk desteksiz kubbesi. (Selimiye'yi gormedim ama Sultanahmet'le bile karsilastirmak olmaz... Ben diyim 50 siz diyin 100 kisilik iste) Ikinci dunya savasinda Almanlar bombalamis. Kubbeyi delmis, sonra onarmislar. Bombayi sakliyorlar. Tablolarda ve heykellerde altin varak kullanilmis. Ove ove bitiremiyorlar.
  • St. PAUL'S CATACOMBS: Yerin altinda yapilmis mezarliklar. MS.4. yy donemi. Romalilar mezarlarin sehrin icine yapilmasini yasaklamis. Yerin altinda kayalar oyulmus bu yuzden.
  • TA'QALI CRAFT VILLAGE: Mdina'nin 2 km disinda bir yer. Onceden havaalani olarak kullanilmis. Simdi ise Mdina camlarinin uretildigi, seramiklerin yapildigi, hediyelik esya satilan bir bolge haline getirmisler.
  • MARSAXLOOK: Arapca "marsa" yani liman kelimesi ile guneydogudan esen akdeniz ruzgarinin adi olan xlook'dan turemis. Kucuk balikci tekneleri ve baliklariyla unlu bir yer. Bizim yazliklardaki gibi hediyelik esya saticilari boydan boya siralanmis. Burasi her zaman korsanlarin ve Osmanli'nin ciktigi yer olmus. Karaya cikmak buradan kolaymis. Osmanli'lar 1565'teki buyuk kusatmada buradan cikmis.
  • HAGAR QIM TEMPLERS: 1839'da kesfedilmis. "fat lady" heykelleri Valetta'daki arkeoloji muzesinde sergileniyormus. Ben daha gormadim. MO 2400 ya da 2000 yillarina ait oldugu varsayiliyor.

29 Ekim 2006

29 Ekim Cumhuriyet Bayrami

Bizim icin anlamli gunlerden birini daha yasiyoruz... Hep birlikte... Sonsuza kadar da yasayacagiz bu gurur gununu... Hic kimse, hic bir guc de buna engel olamayacak... Cumhuriyetten bikanlar olabilir... Onu degistirmek isteyenler de... Ama cumhuriyet iliklerimize o kadar islemis ki bize ragmen koparip atmak cok zor...
Ustelik yuzlerce yil hakan, sultan, padisah gucu altinda yasamis bu millet sadece 83 yilda cumhuriyeti nasil da icine sindirmis... Kimin sayesinde? Tabi ki Ataturk... Dehasi, bilgisi, tecrubesi, vizyonu, insancilligi, durustlugu, akli, vicdani... herseyi ile...
Ey bu cumhuriyeti degistirmek isteyenler! Isiniz kolay degil, hatta imkansiz. Sizler yani geri kafalilar, cahiller, bilincsizler, hurafeciler ufacik bir azinlik olarak, 3.sinif vatandas olarak yasayip gideceksiniz. Simdi biraz palazlandiniz diye kendinizi bir sey sanmayin... Bu devir de bitecek... En gec kasim 2007'ye kadar...
16 devlet yikilip 17 devlet kurulmasini bir sey sanip, 18.'ye hazirlananlar... Bilin ki imkansizin pesindesiniz... Eforunuzu bos islere degil ulkenin faydasina kullanin...
Fotograflari Hurriyet internet sitesinden aldim... Istanbul'da olma zamaniymis ya... kacirdim... Saglik olsun... Bu coskuyu buradan da hissetmek cok guzel...
Daha nice uzun yillar Cumhuriyet Bayramlarimizi anacagiz nasil olsa...

28 Ekim 2006

Malta turu

Gecen gun Malta"lilarin milli gelirleri yuksek demistim... Bu bilgiyi de gelmeden once internetten "falan" ogrenmistim. Falan diyorum nereden oldugunu hatirlamiyorum ama kendim uydurmadigimi biliyorum. Meger boyle degilmis. Bugun "Highlight of Malta" turuna ciktik. Tur rehberi soyledi. Ortalama gelir 60 Malta Lirasi (1 LM=4,5 YTL gibi) haftalikmis.
Bugun katedraller gorduk. Malta caminin yapildigi yere gittik. Burada seramik unlu... Mesela evlerin numaralari mutlaka seramik hos rakamlardan olusuyor. Ayrica her evin bir ismi var. Onlarda seramige yazilmis sirin seyler. Sigacik"taki evimiz icin "1" rakamini aldim... Ilerde takacagim tabi :) Seramik yapilan yeri de gorduk. Alelade kucuk bir atelye... Ama ballandira ballandira anlatiyorlar gorseniz... Onemli olan bu iste... Gezerken hep Turkiye"de yapilacak ne kadar cok sey var diye dusundum. Anlatilacak ne kadar cok yerimiz var... Doga, tarih gercekten icice... Bunu yazarken bu laflarin sloganlasmis oldugunu farkettim birden. Ama icini cok doldurmadigimizi da... Neyse,
Mesela tura basladik. Minibuste gidiyoruz universite binasindan (bildigin betonarme binali universite.) bahsediyorlar uzun uzun...
Su burada cok degerli... O nedenle herhalde cicekli bahceler cok degil... Suya az ihtiyac duyan bitkiler var cogunlukla...
Su an fotograf koyamiyorum. Cunku internet kafeden oldukca zor, ugrasmiyorum...
4000-4400 yillik prehistorik caga ait tapinak kalintilarini gorduk...
Akdeniz"e bir cok acidan baktik... Cok hos bir duygu bu... Akdeniz... Akdeniz"in tam ortasinda olmak...
Akdeniz demisken, burada ben tam akdenizlilik imaji hissetmiyorum. Binalarindan midir, yesillik olmamasindan midir, ciceksizlikten midir... Nedenini bugun yolda gelirken surekli dusundum bulamadim...
Mesela tarihi binalar... Cok hantal bana gore... Yani ince, elegant bir zevkin ustaligin elinden cikmis gibi degil... Belki arap esintisi oldugu icin, belki yapildigi donem boyleydi... Yeni binalarin ise hic stili yok... Catisiz, duz, cesitli aluminyum dogramalara sahip, kimisi altin dis gibi parlayan... Denizse deniz tamam alasi var... Nereye baksan Akdeniz...
Belki aradigim Akdeniz civiltisi... Akdeniz renkleri... Akdeniz cicekleri... Bilmiyorum...

(Burayi elestirirken cuvaldizi da kendime batiriyorum... Maalesef ne tarihin ne doganin kiymetini bilmedigimiz icin)

27 Ekim 2006

Brandy!!

Evet dun Brandy ile tanistik... Bir grup kizdik... Ciftlige gittik... Bana Brandy'yi uygun gorduler... Bana O'nu sectiler... Tanismamiz oyle basladi... Uzun boylu. kahverengi sacli harika bir sey... Onceleri pek sakindi iliskimiz... Sonra hep birlikte dolasmaya ciktik, butun kizlar ve partnerlerimiz... Malta'nin arka tarafinda tepelerde, muhtesem Akdeniz manzarali kiyilarda... Yani cok romantik... Ama Brandy gorundugu gibi sakin cikmadi... Once sakin sakin yuruyordu grubun arkasinda... Sonra gruba yetismek icin birden kosmaya basladi ve bunu butun yol boyunca yapti... Ama insan kizamiyor dogrusu... Ozgur ruh... Yaklasik 1 saat dolastiktan sonra ciftlige yaklasinca herkesin gittigi yoldan degil kestirmeden sapiverdi ve yine kosmaya basladi... Ben biran ciglik cigliga kaldim... Ama gunun sonu harikaydi... Muhtesem bir tecrubeydi :))

Sizin akliniza ne geldi bilmiyorum ama biz dun bir at ciftligine gittik... Brandy cok tatli bir at... Ama sahsina munhasir galiba... Cani istiyor durup otluyor, cani istiyor yavas gidiyor, bakti ki geride kaliyor hoooppp kosturmaya basliyor... Digerlerine bakiyorum, hepsi uslu uslu ip gibi geliyorlar. Dun cok guzeldi... Brandy'yi unutmayacagim...

Haaa bir de bacaklarimda agri var, oturmak da biraz sanci veriyor ama olsun buna deger...

25 Ekim 2006

artik gucluyum :)

Dun ogleden sonradan beri tamamen gucluyum... Bunda arkadaslarimin ve akrabalarimin mesajlarinin da (tam bunlari yazarken Nurdan Ablamlar aradi :) )etkisi buyuk ama en onemlisi su:
Dun kocamla gun boyu mesajlastik. Aslinda bir gun onceden basladik... Malum ruh halim tabi :)
Insanin demotive olmasi ve motive olmasi ne kadar enteresan bir surec...
Duygularim aklimin onune gecti... Engelleyemedim... Halbuki aklim hep uyardi "sacmalama" diye ama nafile... Benim motivasyon yerlerde gezdi... Iste bu ruh halinden kocam sayesinde kurtuldum. Bana attigi mesajlar beni yukari cekti. Ne soyleyecegini, nasil soyleyecegini nasil da iyi biliyor! Cunku beni cok iyi taniyor... O'nun attigi ipe tutunarak sag salim gunisigina kavustum. Hayatimin ne kadar onemli bir parcasi...

Bazen dusunuyorum cep telefonlari, bilgisayarlar olmasaydi kim nereden bilecek icinizdekileri... Mektup yazacaksin ama yetmeyecek, ustunkoru gececeksin... Eskisi gibi olsaydi donunceye kadar bu yasananlar unutulur, gulunecek hikaye olurdu. Ama o zaman da insanlar biraz daha kapali kutu, daha seviyeli olurdu birbine karsi... Belki de eski evliliklerde ".... Bey" ya da "....Hanim" hitaplari bu yuzden...

Daha bir ay once Nursel'i yurda birakirken akil veriyordum "Artik kendi ayaklarin uzerinde durmalisin" diye... Maasallah bizim kiz unutmamis hemen mesaj atmis bloguma "Teyzecim ayaklarin uzerinde durmalisin aaaaa!" diye... Hele bir doneyim O'nun hesabi gorulecek tabi :)))))

23 Ekim 2006

kendime kiziyorum...

Ama elimde degil... Ozluyorum...
Bugun bayram... Evlendigimizden beri ilk defa Fatih full bayram tatili yapiyor... Ben neredeyim? Ondan cok uzakta... Oyle ozledim ki... Sesini duyunca telefonda icim isiniyor...
Eger su anda baskasi benim yerimde olsaydi ve sizlansaydi soyle derdim: "Guclu ol lutfen. Sayili gun cabuk gecer. Hem kendin istedin, koca kadinsin giderken planlamadin mi bu olacaklari?" diye bir guzel firca da atardim...
Simdi kendime atiyorum fircalari :)
Bu gercekleri kendime de soyluyorum ama faydasi yok...
Bu farkli birsey...
Insanin hayatini paylastigi insandan ayri kalamamasi aslinda ne kadar guzel... Yani bardagin dolu tarafindan bakarsak tabi... Onsuz bir hayat gercekten benim icin cok anlamsiz... Fatih yanimdayken tamamlaniyorum ben... Gucleniyorum...


Tamam artik kendimi topluyorum.. Hayata donuyorum... Ne bu boyle zayiflik! Hic kendime yakistiramadim a aaaa!

Yok gaza gelmiyorum :(

21 Ekim 2006

ne yaptim ben!

Ben ne yaptim?
Ne yaptim da nasil karar verdim de geldimj buralara!
Kocami ozledim cok... Burnumda tuttu.. Biraz once tam da O'nu dusunurken aradi beni... Icim isindi dogrusu... Ama cok ozledim :(
Asuman Ablami ozledim... O'nu gormeyeli 2.5 ay oldu neredeyse... Annemi ozledim.. Nurluyu... Arkadaslarimi... Herkesi... Herkes burnumda tuttu...
HAni diyordum ya yeniliklere ayak uydurmak lazim.. Ben bunu iyi yaparim falan diyordum ya... I-Ih... Yanimda sevdiklerim olmadan olmuyormus bu yenilik hikayeleri...
Dun aksam 'Comino by night' diye tekne turuna katildim... Denizde buyumus biri olarak ilk defa dun beni deniz tuttu... Elimde torba iiyyykk
Bugun denize gittim... Tamam deniz guzel.. Ama dibi gorunmuyor ki.. Berrak degil... NErede Sigacik... Akvaryum gibi berrak...
Internet Cafe kapaniyor.. .Ben de cikiyorum... Bu kadar bugunluk... Butun tanidiklarimi opuyorum... Hepinizi seviyorum...

20 Ekim 2006

flip flop

Malta'da bulunuyorsaniz cesit cesit "flop flop"unuz olacak. Mesela simdi ben corapsiz cikmiyorum, ayaklarim usuyor. Guya Akdenizli, Egeliyim... Buradakiler ise hala parmak arasi terlik.. Cogunlukla da koyu renk oje.. Tabi bayanlar icin bu detay :)
Is kiyafeti yok ne guzel... Sort, kot, kapri uzerine bi tisort ve flip flop.. bu kadar...
Benim Sigacik hayatim gibi... Hic kiyafet derdim yoktu ne guzel...
Kocam Sigacik'a gitti bu hafta... Begonvilimiz nasil guzel olmus... Bodrum evleri gibiymis... Agaclarimiz kocaman olmus...Fatih anlata anlata bitiremedi.. Benim de aklim kaldi hani :)
Birbirimize hadi desek gene gaza gelecegiz ve geldigimiz gibi Sigacik'a geri donecegiz neredeyse :))

19 Ekim 2006

Acimak? Sorumluluklar?

Biz Turkler iyi insanlariz. Mazlumdan yana olmayi severiz. Yakinimizdaki birisi hasta oluverse mesela, akan sular durur. Her zaman hasta olanin yakinimiz olmasi da gerekmez.
Acima huyumuzu bir degerlendirelim. Insanlik sinirlari icinde evet insanlara aciyalim, yardim edelim. Ama is dunyasinda acima olmaz. Is baska dostluk baskadir. Yetismesi gereken raporlar, sunuslar, stratejik planlar, seyahatler, urun lansmanlari, fiyatlar... Hayat devam eder. Odevini yapmayan ogrenci hasta oldu diye affedilmez, odevi yine onun sorumlulugu... Raporu yetistiremeyen calisan da oyle...Mutlaka yapilacak...
Acimak ayri, affetmek ayri, sorumluluklar, odevler ayri...
Yani konuyu suraya getirmeye calisiyorum. Insanlar hasta oldu diye hemen aciyip, hemen yumusayip, yelkenleri indirmeyelim. Bu huyumuzu degistirelim. Vah efendim cok calismis da hastalanmis demeyelim... Uyumayalim. Uyutulmayalim. Her mevkideki insanlar kendine bakacak, isini yapacak... Kaytarmaca yok...
Bunu konuda neden mi yazdim? Canim sozumuz "meclis"ten iceri :)))))))))
Malta'da 4.gunum... Sakin bir yer... Cok ogrenci var... Bazilari yillik izinlerini alarak buraya hem tatil hem de kurs icin geliyorlar...
Cok bilindik bir durumu bir kere daha anlatacagim. Sali aksami yemek yerken restorana 3 yabanci erkek geldi. Oturdular. Sarap ismarladilar... Masaya gelen tereyag-ekmegi kibar kibar yediler... Sonra 2'si salata yedi, digeri daha farkli bisey. (artik o kadar inceleyemedim) Sohbet ettiler, yemek yediler... Bunu neden mi yazdim? Kulturlerimiz ne kadar farkli. Biz de onlarin yaptigini genelde kiz arkadaslar bir yere gidince yapiyor. Butun kizlar degil ustelik buyuksehirde calisan kizlarin bir kismi herhalde... Erkeklerimize gelince, biraraya gelince omuzlara vura vura samimi raki sohbetleri baslar. Salcali yemegin suyuna ekmek banarlar. Oyle disari cikinca salata yiyecek ha! Oldu :)

Gecen gun nobel edebiyat odulunun Turkiye'ye gelmesinden memnun oldugumu ve nedenlerini yazmistim. Ama simdi boyle alacaksak hic almasaydik diyorum. Daha once yazdiklarini, Ataturk hakkinda yazdiklarini (Emin Colasan'in yazisindan alinti yaptim.) okuyunca icim burkuldu. Kinadim. Nasil bir zihniyet bu. Neden Ataturk'le mucadele edersiniz? Bir kere de iyi ki vardin, sayende buradayim ve ozgurum demezsiniz? Cok uzuldum, cok. Ben Pamuk kitabi hic okumadim. Ama cevremde sonuna kadar okuyabilen cok az. Okuyanlar da inatla yarim kitap birakmak olmaz diyenler. Okuyup anlamayanlar da cok fazla.. Eeee ne anladim ben simdi :)

Birlikte kaldigim kizlardan biri Isvec'li... Sigacik'a her yaz Norvec'ten insanlar devlet yardimiyla gelirler. Gunesten yararlanmak icin. Aslinda Balcova Thermal'e geliyorlar ama haftasonlari tekne turu icin Sigacik'a geliyorlar. Onlarda da boyle bir uygulama olup olmadigini sordugumda "Bizde yil icinde cok calisirlar ve kendileri Ispanya ya da Kanarya Adalarina giderler" dedi... Yaaaa ne uzucu di mi? O kadar devlet reklami nereye yapiliyor acaba?

17 Ekim 2006

malta'dan bildiriyorum :)

Evet dun Malta'ya geldim.
Pazar aksami uyumadim. Ucak sabah 05'te oldugu icin. 4 ssatlik ucus sonrasi havaalanina indim. Dil okulu tarafindan karsilandim, kalacagim aparta goturuldum. Bu gibi sistematik konularda hic sorun yok. Saat gibi tikir tikir calisiyor.
Ucak, Sofya'da 30 dk. yolcu aldi-indirdi. Inenlerden birisi dirsegiyle kafama oyle gecirdi ki uykumdan nasil uynadigimi bilemedim. Bu arada hostesler basustu bagajlarini kontrol ediyordu, yanlislik var mi diye... Elinde siyah ufak bir camera cantasi. Benim degil sandim. Kendiminki nerede onun pesindeyim. Panik havasindan sonra icine bakinca gayet benim cameram oldugunu anladim. Dusunun halimi :)
Apartta benden baska 1 Turk, 2 Rus, 1 Japon var. Sonuncunun nereli oldugunu unuttum.
Burasi sari duvarli (kendi ozel renkelri imis), kiremitsiz catilari ile sirin denecek bir yer. (kiremitsiz catiyi sevdigim sanilmasin)
Insanlar zengin. Burasi Avrupa Birligi uyesi. Siesta yapiyorlar. Cogu yer aksam uzeri kapali. Maltacayi halk kendi arasinda konusuyor. Ama heryerde ingilizce var. Arabalar eski... Yani Turkiye'nin tersine... Bizim ayranimiz yok ama arabamiz son model...
Malta lirasi Avro'dan daha degerli...
Hava cok guzel. Tisort yeterli... Tam akdeniz havasi.
Cok guzel ve bol miktarda cafe-restoran-bar falan var. Sirin sirin...
Dun cok yorgundum, aksam da okul kaynasma icin drink verdi... Sarap cok guzeldi. En sevdigim tatli sarapti. Ama yorgunluk, uykusuzluk ve yarim kadeh sarapla nasil uyudugumu hatirlamiyorum. Bugun iyiyim.
Geri gelecegim gunu saymaya basladim cunku kocami cok ozledim... :(((
Bir gunde ancak bu kadar gozlem yapabildim...

15 Ekim 2006

Pazar tatlısı

Hanımlar,

Size çok basit ama bir o kadar da nefis tatlı tarifi yapacağım. 10-15 dk'da hazır...
Evde kek varsa çok iyi. Onu da kullanacağız...
Malzemeler:
  • Herkes kendi zevkine ve evde olan meyvesine göre yapabilir. Ben şunları kullandım: 1 elma, 4 kırmızı erik, 1 muz. (şeftali olur, kayısı olur, ananas olur...) Hepsini ince dilimledim.
  • 1 tutam tarçın
  • 1 yemek kaşığı margarin
  • Bal
  • Varsa kek
Yapılışı:
  • Tavaya margarini koy, orta ateşte erit.
  • Meyveleri ince dilimle.
  • Muz hariç diğer daha sert olan meyveleri tavaya koy. Arada alt üst ederek pişir. Rengi değişecek. Muzları ekle. Hepsi piştiğinde tarçını ilave et. Bir iki kere alt üst yap meyveleri. Karışsın. Ateşi kapa.
  • Tabaklara kek dilimlerini koy. Enlemesine ikiye ayır. Alt tabana meyve karışımından koy üst kısmını kapat. (sandviç gibi) En üste meyvelerden koy. Tabağın kenarına da bir kaç tane meyve serpiştir.
  • En son kekin üzerine ve dekoratif amaçlı tabağın kenarlarına bal gezdir.
Bu kadar :))
Afiyet olsun...

14 Ekim 2006

yine reklamlar...

  • Posta Gazetesi 650.000 rakamının büyüklüğünü vurgulamaya çalışarak, "650.000 kişi demek 650.000 Posta Gazetesi demek" diyor... Ama okur katsayısını neden düşünmemişler? Bir adet Posta Gazetesini sadece bir kişi mi okuyor?
  • Eti Negro reklamının masalsı bir tadı var. En önemlisi packshotta "negromania" diye veriyorlar... Eti "Tutku", "Negromania" falan derken psikolojik çerçeveyi genişletecek galiba...
  • Golf araba reklamına bayıldım. Genellikle VW reklamlarını hep beğenmişimdir. Bu reklamda da kendimi buldum. Herkes bir dönem Golf istemiştir bu duygularla...
  • Kent bayram reklamları yine çok güzel. Bayramlarda birlikte olmanın zevkini çok iyi anlatıyor yine... En yakın rakibi de yine taklit yapıyor bence... Kent'in açtığı yoldan "aynen" geliyor...
  • Fiat ilk defa kendine güvenen, dinamik, canlı bir imaj yarattı bana göre... Son reklamını çok beğendim. Fiat'ın bütün reklamlarında ısmarlama, zorlayıcı, bizden olmayan bir hava bulmuşumdur. Ama bu son reklamı çok hoş. Genç, iddialı...
  • Ersu Nar reklamındaki narları görmeye dayanamıyorum. İçim bir tuhaf oluyor. Gerilim filminden fırlamış, insan yiyen narlar gibi... Iyykk
  • Yapıkredi yeni logosu, reklamlarıyla centilmen, eğitimli, genç, terbiyeli, biraz resmiyeti olan ama esprili, şık giyinen bir erkek anımsattı. Bir banka için iyi olabilir. Yani zeki-fırlama oğlan gitmiş, büyümüş gelmiş gibi oldu... Müzik çok güzel. Peki Vadalar ne olacak?

System mechanic 6

Bilgisayarınızı sürekli koruyan, temizleyen, onaran, sanal belleği boşaltan süper bir program... Bilgisayarınızın ilacı diyebilirim. Bana ilk olarak kuzenim önermişti. Aylar önce iolo'dan 1 ay deneme süreli olarak indirdim. Çok memnun kaldım. Sürenin bitmesine yakın Iolo kampanyalı bir fiyat önerdi, kabul ettim. Bir yıl süreyle...
Bilgisayardaki en ufak bir problemde uyarıyor, gerekli programın çalıştırılması hakkında yönlendirme yapıyor. Periyodik zamanlama seçerek, istediğiniz programın ne zaman otomatik çalışmasını istediğinizi belirliyorsunuz.
Tavsiye ederim. Gerekli ve başarılı bir program.

13 Ekim 2006

Suçluluk duymuyorum...

Budolabında Danone süt var...
Arabamız Renault...
Carrefour sık alışveriş yaptığımız marketlerden...
Saç kurutma makinem, mini mutfak robotum, ütüm, tencerem-tavam Tefal...
Mutfak robotum Moulinex...
Gardrobumda Chantelle...

Hayatımızın içine girmiş bu markalardan hemen vazgeçer miyiz? Bazılarından hemen vazgeçelim tamam. Ama arabayı yakalım mı, tencere-tavayı sokağa mı atalım? Carrefour'a gitmeyelim mi? Bunlar çözüm değil. Daha düne kadar Renault araba ihraç etmekten bu devlet gurur duymuyor muydu? Danone'nin sosyal sorumluluk projeleri hayatımızın içinde değil mi? Tefal'in kalitesinden memnun değil miyiz? Daha niceleri... Yabancı sermaye! yabancı sermaye! diye ballandırmıyorlar mıydı? "Dostum Chirac" değil miydi?
Fransa'nın yaptığı olay 3 gün önce mi belli oldu? Adamlar 2001 yılında soykırımın suç olduğunu yasayla belirlemişler. Tam 5 yıl önce... Yani sürpriz değil. Bizim dışımızda bütün lobiler popolarını yıllar önce kaldırıp, faaliyete başlamış. Dün Fransa parlamento binası dışında da yine propogandaya devam ediyorlardı. Hatta ellerinde Atatürk resimleriyle... Kendilerine göre tarihi şekillendirip, kullanıyorlar... Bizim sesimiz nerede? Vekiller ne yapıyor? Onlar bize hakaret edip, hamasi nutuk atmaktan başka bir işe yaramıyorlar işte... Son gün gelince binlerce Türk'ün çalıştığı Fransız firmalarına gözdağı vermekle iş bitmiyor.

Eğer bu yasa aniden çıksaydı ben de Fransız mallarını kullanmamak için tavır alırdım. Ama 5 yıldır bizim devlet "dostum Chirac" diye diye, yabancı sermayeyi şişire şişire ağustos böceği misali bugünlere geldi. Hiçbir şey yapmamış belli ki. E kusura bakmasın. Devletin sorumluluğunu, binlerce Türk'ün iş kapısı olduğunu bilerek, ürünlerini boykot edip tek başıma yüklenmeyeceğim.

Ayrıca, Nobel Edebiyat Ödülü'nün Türkiye'ye gelmesi bence çok çok güzel. İşin siyasi boyutuyla ilgilenmiyorum. Ama kendimize bir ayna tutmak gerektiğine inanıyorum. Bizler mızıkçı çocuklar gibi sadece inkar etmekle yetiniyoruz. Uluslararası sesimiz çıkmıyor. İçerde dedikodu yapıyoruz. Koyun belgeleri çatır çatır, uluslararası paneller, sempozyumlar yapın... Reklam yapın. Bütün tarihçilerle işbirliği yapın... Ama bunun dünden yarına değişecek bir sihir olmadığını unutmayın... Bu çok uzun soluklu bir yürüyüş... Bu yazarları alıp ikna ettin mi? Bilinçlendirdin mi? Hayır inkar edip, cezalandırmak istedin... Biz, bizim gibi düşünmeyenleri, bizim gibi gibi düşünmüyorlar diye itmektense.. Onları bilgilendirip yanımıza çekmenin çarelerini üretmeliyiz.

Sonra hep aynı laf duyulur. "Birileri düğmeye bastı". Yahu kardeşim bu ne düğmesi hep başkaları basıyor. Biz de basalım şu düğmeye bir kere...

12 Ekim 2006

alışkanlıkları şekillendirmek...

Düzen değişince alışkanlıklar bir süre değişiyor. Hemen oturtamıyorum...
Mesela, İzmir'de otururken her sabah işe gitmeden önce ballı süt içerdim. Vapurda mutlaka kitap okurdum... Ayda 2-3 kitap bitirirdim. Takı yapardım, ahşap boyama işine merak sarmıştım. Sık sık dışarda yemek yerdik. Ama meyve yemezdik. Sebzeler marketten alınırdı.

Sığacık'a taşınınca sistem değişti. Eve alışma, yeni işe alışma, evi oturtma vs derken çok basit günlük rutinlerimi bile yapmadım. Sonra, tekrar rayına oturdu ben işi bıraktım.
Sığacık'ta özellikle işi bıraktıktan sonra her sabah "çingene pilavı" yer, süt içer, yürüyüş yapardım. Her cuma pazara gider taze taze sebzelerimi meyvelerimi alırdım. Pazar günü mutlaka mangalda balık yerdik. Mutlaka kitap okurdum. Son dönemde Tibet hareketlerimi hergün yapıyordum. Sabahları 07'de kalkardım. Arasıra İzmir'e iner arkadaşlarımla, ailemle görüşürdüm. Haftasonlarımız hep dolu geçerdi. Mutlaka ya arkadaşımız, ya akrabalarımız gelirdi.

İstanbul'a taşındık. Bugün tam 2 ay oldu. Hergün süt içmeye nihayet başladım. Çingene pilavımı hala yapmıyorum. Taşındığımızdan beri kitap okumadım. Pazara düzenli çıkmıyorum. Markete gitmelerimi sistematik yapamadım. Bazen sebzesiz-meyvesiz-etsiz kaldığımız oluyor. Neyse ki Migros Sanal Marketi keşfettim. Sabahları erken kalkamıyorum. En erken 09.00 oluyor. Ama çok daha fazla geziyorum. Daha çok yere gidiyorum. Kocamın tatili İstanbul'da 2 gün olunca birlikte daha çok zaman geçiriyoruz.

Ne kadar yeniliğe meraklı olursan ol, makine değilsin orada demonte et, burada monte et başla yaşamaya olmuyor. Ortamı kavramak, uymak, sindirmek ve bu ortama göre alışkanlıklarını şekillendirmek bir süre alıyor.

Alışkanlıklarını şekillendirebilirsen mutlu oluyorsun. Yok eğer yapamazsan çok kötü... Mutsuzsun demektir.

*En değerli şey hayat değil, güzel yaşamaktır. (Eflatun)
* Ufak şeylerden zevk alabilmek;
Lüks yerine zerafet aramak;
Saygı istemek yerine değerli olmak;
Zengin olmak yerine kimseye muhtaç olmamak;
Sıkı çalışmak, sessizce düşünmek ve dürüst konuşmak;
Yıldızları, kuşları, bebekleri ve bilgeleri
açık kalple dinlemek.
İşte benim senfonim! (William Ellery Cahnning)

alışkanlıklar ve yeni düzen kurmak...

Hiç değişiklik yapmadan yaşayabilir misiniz? Cevap evet ise çok kapalı kutusunuz demektir. Kutu açıldığında çok gürültü çıkabilir. Çok pişmanlık doğabilir... "Yaptığımız şeyler için pişmanlık zamanla geçer, ne var ki, yapmadığımız şeylere pişmanlığın çaresi yoktur. (Sydney J. Harris)
Mesela şehir değiştirmek... "Limanı terkedecek cesaretiniz yoksa yeni limanları keşfedemezsiniz" sözüne de bayılırım. Değişiklik sözkonusu olduğunda sahip olduklarımızı kaybedeceğimizi düşünenler ve korkak davrananlar da var. Ama ya kaçırılanlar... Onlar da bugün sahip olduklarınızın üzerine eklense iyi olmaz mı? Ben yeniliklerden çok hoşlanıyorum... Bu benim ruhumun maceracı tarafı herhalde...
Annem diyor ki "Ben olsam bu kadar kolay karar veremem. Yere sıkı sıkı basarım. Günlerce düşünür değerlendiririm. Siz İzmir'den Sığacık'a, Sığacık'tan İstanbul'a geliverdiniz. 180 derece zıt yerler... Şehrin göbeğinden, sakin bir köy hayatı. Arkasından metropol"
Evet biz kolay karar veriyoruz. Yaşanmış anlar en güzel şekilde hafızamızda kalıyor... Yönümüzü yeniye çevirebiliyoruz. Ben mesela hayatta temiz bir sayfa açmayı seviyorum. Önceki sayfaya sıkı sıkı tutunmuyorum. Hayıflanmıyorum. Bu sayfayı mı çevirdim. Tamam o zaman buraya yazalım şimdi. Eskiye dönüp dönüp melankoli yapmayalım. Hayat tecrübelerimiz artsın. Dostlarımız, sevdiklerimizle yeni sayfalarda yazalım...

10 Ekim 2006

yumurta kapıya gelince...

Atasözlerimiz tam anlamıyla "cuk" oturuyor... Soykırımla ilgili gelişmeler almış başını yürümüş gitmiş... Fransa'nın tavrı çoktan net... Ermenistan malum... Derken Pontus, Süryani sözleri dolaşmaya başladı... RTE Selanik'te Ata'nın defterine kim yazmış, neden yazmış, ne yazmış kısmıyla ilgilenirken, yanıbaşında Pontus soykırım heykeli açıldı ona çıt yok...
Şimdi de yumurta kapıya dayanmış, bizde ne kadar hamasi nutuk varsa atılıyor...
"Pisliği pislikle temizlemeyeceğiz." (Milliyet)
"Sizin için çok şey değişir." (Milliyet)
"Biz değil Fransa kaybeder." (Hürriyet)
"Yanlış Paris'ten dönmeli." (Sabah)
Akşam Gazetesinin başlığı: "Fransa'nın soykırım yok diyeni hapse attıracak Ermeni tasarısını oylamasına 2 gün kaldı. Türkiye düğmeye bastı, siyasi ve ticari misilleme başlıyor. Paris'e büyük rest."
"Başbakan Erdoğan Fransa'ya rest çekti." (Zaman)


Son dakika gelince iş adamlarından medet ummak ise; "Armut piş, ağzıma düş, bekle beni kurt yemesin."

Bir atasözümüz daha var: "Çarşambanın gelişinden perşembe bellidir" diye...

9 Ekim 2006

müzikler... alır gider bizi...

  • Çok yoğun bir gün geçirdiniz. Sunuşlar, tablolar, toplantı, bütçe vs herşeyin üstüste geldiği dönemlerden birindesiniz. Telefonlar hiç susmadı. Artık çalan sese tahammülünüz yok. Akşam eve geldiğinizde üstünüzden kamyon geçmiş gibi bir haliniz var. Hemen bir banyo... İsterseniz bir tütsü... Sonra koyun relaxation serisinden bir tane. (Ben okyanus aldım. Denizin sesi ile birlikte) Işıkları karartın. Sadece müziği dinleyin. Bırakın kendinizi... Sizi nasıl dinlendirecek. Seriyi hazırlayanlar Türk kültüründeki müzikle tedaviden yola çıkmışlar...
  • Sanatçının emeğine nasıl saygı duymazsın? Dinlerken başka oluyor insan Kerem Görsev'in yazdıklarını okuduktan sonra. Demiş ki: "Ben yaşamadan ve olayları içimde hissetmeden beste yapamam. Benim için beste yapmak ipek yapmak için tırtıl büyütmye benzer. Tırtılı kendim büyütmeliyim. Dut yaprağı ile beslemeliyim. O tırtıl koza yapmalı ve zamanı gelince kelebek olarak uçup gitmeli. Ben de onun ardında bıraktığı ipekten güzel ve yumuşak bir kumaş örebilmeliyim. Ancak o zaman bu kumaştan elbise dikebilirim. Ben terzi değilim sipariş üzerine elbise dikemem." Nasıl bir emek, nasıl bir düşünce değil mi? Bizde hem "orange juice" hem de "november in St. Petersbug" cd'leri var. İkisi de muhteşem...
  • Duygusal, romantik şarkıları düşünün önce... Hafızanızda listesini çıkarın. İşte o listenin çoğunu Ömür Göksel'in cd'sinde (a touch of quality) bulacaksınız. Hem de yumuşak, güçlü, kadife gibi akıp giden bir sesle... Sanki ağzını açıverinse ses kendiliğinden akıyormuş gibi. Hiç zorlamadan çıkıyormuş gibi... Çok çok güzel...

  • Ah bu filmi görmeyen var mı? Sinemaya gittiği gibi çıkan var mı? Olamaz diyorum ben... Bu kadar mı güzel bir film olur? Bu kadar mı güzel film müzikleri olur? Yüreğimi titreten nasıl bir müzik bu? Beni içine alıyor, sarmalıyor... Şimdi onu koydum yine... Öyle bir müzik ki... Elimize alınca akmasını önleyemediğimiz kum tanelerini hatırlatıyor bana... Geri döndüremediğimiz zamanı... Anıların güzelliğini, ama geride kaldığını... İlle de gözyaşlarım akıyor... İçim kabarık... Kimbilir neler düşünüyorum... Neleri özlüyorum... Bugün elimizde, yanımızda olan ne varsa çok şanslıyız... Bugünü yaşadığımız için çok şanslıyız...
  • Canım arkadaşım Ece blogunda 32 yaşına girdiğini yazmış. 30'lu yaşların ne hissettirdiğini uzun uzun anlatacağım demiş... Hem Ece'nin yazdıkları hem belki bu müzikler beni de yazmaya itti. Ben 30'lu yaşlara girdiğimde kum saatinin birden farkına varmıştım... Sanki o güne kadar "yolun yarısı" lafını duymamış gibi... İşte o an, zamanın ne kadar değerli olduğunu kavramıştım. Hayatı ertelememenin, günü yaşamanın, fırsatları değerlendirmenin ne kadar önemli olduğunun farkına varmıştım. "Eş-aile-dost-arkadaş" bunların "iş-toplantı-sunuş..." cümbüşünden ne kadar değerli olduğunu anlamıştım. Hayat güzel demiştim. Kum saati çok hızlı demiştim. Ondan geri kalmamaya çalışmalı demiştim...







7 Ekim 2006

penetrasyon.. iş hayatı dışında...

İş hayatında genellikle şu olur.
Diyelim ki fmcg sektöründesiniz.
Sayısal ve ağırlıklı dağıtım sizin için önemlidir.
Stratejiniz dağıtım kalitenizi belli eder. (Dağıtım kalitesi sayısal ve ağırlıklı dağıtım arasında bir formüle dayalı)
Ama bir konu daha var ki dağıtım kalitesini bölgesel olarak çok etkiler:
"Üst yönetimin ya da patronların oturduğu semtlerdeki penetrasyon"
Hatta bu mevsimsel bile olabilir. Mesela yazın üst yönetim Çeşme'de yazlığına gidiyorsa Çeşme'deki penetrasyonun düşük olması sözkonusu dahi olamaz. Buralar yangında ilk kurtarılacak yerler gibi olur.

Yolları öğrenmeye çalıştığım için elimde sürekli İstanbul haritası var. Bugün, valilik, büyükşehir belediyesi, adliye gibi kurumların birbirine çok yakın olduğunu farkettim. Bir de Çarşamba Mahallesinin buralara yakınlığını...

Tepe Home

Yıllar önce Tepe Mobili'den bir gardrop almıştım. Her zaman üretilen bir model olmasının en önemli özelliği, her zaman yedek parçasının bulunabilir olmasıydı. İstanbul'a taşınınca bir aparatı kırıldı, yenilenmesi ve ayrıca içine raf almam gerekti. Tepe Mobili heryerde yok. "Tepe" yazan ilk yere danıştım. Tepe Mutfak (Bostancı minibüs yolu üzerinde) çalışanları ne kibar. Mobili ile ilgileri olmasa bile çok ilgilendiler ve beni Tepe Home Nautilus'a yönlendirdiler. Ama orada benim aradığım parçalar yoktu. (Benim ürünüm mobili olduğu için ellerinde böyle bir parça yok) Ben de internette Tepe Home'a yazı yazdım sorunumu bildirdim. İnanın hemen aradılar ve çok tatlı bir hanım bana yardımcı oldu. Dolabımı aldığım yeri arayarak eski kayıtlardan dolabın kodunu bile öğrendi. Böylece rafların rengi farklı olmasın diye... Maksimum 20 günde evinize gelecek, gelmeden önce de haber verilecek dediler. Sadece 20 gün dedikleri süreyi aştılar ama onu da kargoyla getirterek telafi ettiler. Ne diyeyim çok memnun oldum. İlgilerinden, yaklaşım tarzlarından çok hoşlandım. Profesyonelce, hoşgörülü, sıcak bir yaklaşım. Müşteri memnuniyeti esastır ezberi ve sahte gülücüklerle başlayan ama biraz pürüz çıktı mı "yapabileceğimiz bu kadar" havasında biten bir yaklaşım değildi.

nasıl tepki vermeli ??

İş hayatında, sizin makamınızla ve şahsınızla ilgili diğer departmanların sürekli konuştuğunu, haksız eleştiri yaptığını biliyorsunuz. Üstelik bunu herkes duyuyor, biliyor. Siz yüzgöz olmamak adına duymazdan geliyorsunuz, seviyenizi koruyorsunuz, sükut altındır diyerek karşı tarafın anlamasını umuyorsunuz. Ama, sizin bu asil sessizliğinizden cesaret alıp işin dozu kaçıyor. Yerli yersiz hakkınızda konuşanlar ortaya çıkıyor. İşte o zaman size de tak ediyor. Hem şahsınızı, hem de makamınızı korumak için, herkesin anlayacağı ama kibar bir dilden mesaj veriyorsunuz. İşte bu noktada, herkesin şapkasını önüne koyması gereken an oluyor. Çizmeyi aşarsanız, çekinmeden cevap vereceğinizi çok net ifade ediyorsunuz. Artık, sizin için konuşan departmanlar, bundan böyle ağzılarını açtıklarında bin kere düşünmek zorundalar.
İşte bu pencereden bakınca Cumhurbaşkanı'nın Devlet Bakanı'na yaptığını çok doğru buluyorum. Ne kadar sabırlymış diye düşünüyorum. Bu şahıs ve makam hakkında ileri geri konuşurken bu kadar rahat olmayın artık...

6 Ekim 2006

atı alan Üsküdar'ı geçti

İrtica var mı, yok mu?
İrtica mı, aşırılık mı?
Kamuoyu önünde tartışalım mı, tartışmayalım mı?
İrtica nedir, ne değildir?
Bu soruları uzatmak mümkün. Biz uzatmıyoruz tepedekiler uzatıyor. Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'nde ilk ya da ikinci sırada tehdit olarak irticanın yazıldığı ve hükümetler tarafından da altına imza atıldığı söylendiğine göre "İrtica tarifi yapalım, aman kimse üzülmesin aşırılık diyelim. Ama aşırılık yapan da bizim insanımız" gibi vıcık vıcık lafı uzatmak neden? İmza namus değil mi? Altına imza atıyorsun da üstünü mü okumuyorsun demezler mi?
Bence olay şudur: "Ey millet siz bunları tartışa durun. Herkese kulaklarımı tıkıyorum. Uzlaşmacı gibi görünüyorum bu aralar... Hele bir mayısa kadar sabredelim. Zaman kazanmaya çalışıyorum anlamıyor musunuz? Siz konuşa durun, ben resmi devlet ziyaretini iftar yemeği ile birleştirdim bile. Siz daha laiklik falan söylenin bakalım"...

Ne demiş Atatürk:
GAZİ Paşam bu, zafer kazanmış komutan, devrimci, devrim lideri...
Elbette böyle konuşacak....
Karşısında "Tutturmuşlar laiklik elden gidiyor... Bu millet istedikten
sonra tabii elden gidecek yahu!" diyen bir Başbakan yok ya!
Ya Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral
Yaşar Büyükanıt!
Onlar "Memlekette irtica yoktur!" diyen Başbakan'a direniyorlar:
"Hayır, irtica vardır!"
Başta Atatürk, kimse kusura bakmasın ama 1923'te Gazi Mustafa Kemal
Paşa'nın irtica tehlikesine karşı "Bu durumda nazariyat biter,
ameliyat ve uygulama başlar" demesi mi önemlidir, yoksa 2006'da
"İrtica yoktur!" diyen Başbakan'ın gözünün içine baka baka "Hayır,
irtica vardır!" demek mi önemlidir? (Kaynak: Hasan Pulur, Milliyet Gazetesi, 4 Ekim 2006)

5 Ekim 2006

zeytin dalı !?!?!?

Bugün baktım bir çok gazeteye... Başbakanla yurt dışı gezisine katılan gazeteciler aynı dili kullanmışlar: "Erdoğan'dan zeytin dalı"... Allah allah... Ne benzerlik... Hem salı günü konuşulmuş, çok önemli bir haberi neden perşembeye kadar beklettiniz diye de sormadan edemiyorum. Ayrıca, Bush görüşmesinden sonraki basın toplantısında Büyükanıt Paşa'nın konuşmasını hatırlatan gazeteciye "O buranın konusu değil. Onu Türkiye'ye dönünce görüşürüz" demişti. Türkiye'ye dönünce görüşeceği meseleyi uçakta görüşüp, Türkiye'ye dönünce yayınlamak bu anlama geliyor demek ki!
Sonra, başbakan ifadeleri... Açık ifade edeyim ben bu sözlerde zeytin dalını çağrıştıracak bir şey bulamadım. "Der dediğimi derim"in başka türlü ifadesi gibi geldi bana...
Parti oylarının düştüğünü kendisi dile getirdi. Sadece radikal oylarla seçim garantisi yok anlaşılan. Ankara'da yeni oluşumlar da gündemde. E hal böyle olunca merkez sağa göz kırpma gibi geldi bana...
İşte ifadelerden bazıları:
"Farklı görüşler her zaman olabilir; ama bunları kamuoyu önünde değil, aramızda görüşerek halledelim"
"Birbirimizi anlamamızın, birbirimize saygı göstermemizin gereğine inanıyorum. Dayanışma olursa, inanıyorum, çok şeyler aşılır."
"Her türlü görüşmeye açık bir hükümetiz."
"Taraflar kim olursa olsun, ister siyasi taraflar olsun, ister başka taraflar olsun, ülkeyi gerecek yaklaşımlardan kaçınmamızın gereğini her zaman ifade ettim. Şimdi yine ifade ediyorum, yarın da edeceğim. Burada dikkatli olmamız lazım, hassas olmamız lazım. Ülkede olmayan şeyleri varmış gibi göstermenin hiç kimseye faydası yok.
Farklı görüşler her zaman olabilir de. Bu görüşlerin gerekli bilimsel tabanının olması gerekiyor, bir yerlere dayanması gerekiyor. Yani bunlar varsa geçerliliği vardır, yoksa geçerliliği olamaz. Yani her iddia bir ispat gerektiriyor. Bunun ispatı yoksa kabul etmek mümkün değildir.
İşte bütün bunları aramızda görüşmek suretiyle halletmemiz lazım.
Kamuoyu önünde olmamalı!
Bunlar kendi aramızda, dar çerçevede, mesela Milli Güvenlik Kurulu'nda (MGK) olabilir, MGK dışında da olabilir. MGK'nın dışında zaten bir araya geliyoruz. Zaman zaman ikili, zaman zaman biz, MGK içindeki hükümet kanadı ve askeri kanat olarak bir araya geldiğimiz zamanlar oluyor. Yani bunları rahatlıkla müzakere etme, hatta hatta bunları ilgili bazı mahfilleri de buraya davet etmek suretiyle müzakere etme imkânımız olabilir.
Zaman zaman irticayla ilgili görüştüğümüz şeyler de oldu. Ama tabii tanım noktasında, Türkiye'de hukuki bir tanım kimse getiremiyor. Hep siyasi bir yaklaşımla, kendilerine göre tanımla olay değerlendiriliyor. Olay böyle değerlendirilince de tabii o zaman sıkıntı başlıyor. Ve bu da tabii, mütedeyyin, dindar diyebileceğim kesimi ciddi manada rahatsız ediyor"

Sonuç: İrtica çok önemli bir konu. Tabi ki kamuoyu önünde tartışılacak. Hem sonra, "Ülkede olmayan şeyleri varmış gibi göstermenin kimseye faydası yok" ifadesinin içini çok boş buluyorum. Demogoji... Hatta tüm bu ifadeleri son günlerin moda tanımıyla "KAKOFONİ" olarak görüyorum.

4 Ekim 2006

Bostancı çarşamba pazarı

Pazar çok güzel... Özellikle kılık-kıyafet bölümü... Herşey var... Gömlekler, kabanlar, eşofman, pijama, çanta, terlik, ayakkabı, iç çamaşırı... Hatta kürk manto bile satılıyor...
İzmir'deki Bospa gibi (Bostanlı pazarının adı :)
3 çift pantufla terlik 5 YTL... Misafir terliği yap, koy dolaba...
Eşofman altı 10 YTL...
Kürk montlar 145 YTL...
Deri çantalar 45-55 YTL...
Kabanlar 40-45 YTL...
Taklit Vakko-Prada-Dolce Gabbana çantalar 25 YTL...
Fular 1,5 YTL...
Ben bugün hem kendime hem Fatih'e bir sürü şey aldım...
Yalnız tuhaf olan ne biliyor musunuz? Kerevizin kökünü ayrı, sapını ayrı satıyorlar... İstanbul'lular ağzının tadını bilmiyor... Kökü ayrı, sapı ayrı nasıl kereviz yemeği yapılır merak ettim.

3 Ekim 2006

Tukaş Çikolatalı Islak Kek

Hmmmm...
Tadı çok güzel...
Görüntüsü çok çekici...
Çok hafif...
Yapması çok kolay...

Benim Çıtırım, taaa İzmir'den bana, kendi ürünlerinden yeni çıkan ıslak çikolatalı kek göndermiş... Bugün denedim. Hem kocama da ödül oldu. Ameliyattan beri katı yediği ilk şey... Adı ıslak ya ondan verdim :)). Çok beğendi...
Ben ki 37 yaşımdayım ve hayatımda ilk defa kek yapıyorum... Mikserim bile yok... El blenderının çırpıcısı hayatımı kurtardı... Tarifte yazanları uyguladığınızda hiç kötü sürpriz yok. Ne yazılı ise sonuç o... Ama şunu söyleyeyim. Eğer markete gidip kendim alacak olsam bu ürünü almazdım. Neden mi? Fotoğrafıyla alakası yok da ondan. Kekin nefis bir görüntüsü var. Islak-yumuşak halini görünce iştahınız kabarmıyor, adeta taşıyor. Ama paket üzerindeki fotoğraf alabildiğine sert, pişmemiş hamur kalmış görüntüsünde... Sevgili Çıtırım, Müdürüne söyle "eski müdürüm böyle böyle böyle diyor" de... Hem şunu da söyle "puding ambalajlarını değiştirmişsin, ama nerdeee o eski ambalajlar" dediğimi de... O anlar ;)

NOT: Markete gidince almazdım dedim ya... Şaka şaka Tukaş'ta 3 güzel yıl geçirdim. Benim canım ciğerim eski ekibim yapmış, laf mı söyleticem... Yaaa bak şimdi eski günlere gittim... Aklıma komik - üzücü
bir sürü hatıra geldi :)) Mesela Dilek'le bir ajans toplantı hikayemiz var... Yazarken bile gülüyorum... Öğle tatillerinde ekipçe gittiğimiz kahve molaları. Kemeraltında koştura koştura yaptığımız alışverişler... Pier'de denize karşı kahve içişlerimiz...
Yerim sizi ben...
2.NOT: Bunu okuyanlar "oh ne güzel hep kebap yapmışsınız" der ise cevabım şudur: "çalışkan, dürüst, hızlı, akıllı, pozitif, paylaşımcı olmayan aramızda olamazdı"

2 Ekim 2006

Eski Türkçe - Yeni Türkçe

Başbakan'ın sıklıkla kullandığı kelimeler var. Bunları herkes anlıyor mu acaba? Hadi ben severim böyle eski lafları. Arkadaşlarım bilir :) Ama inanın ben bile anlamıyorum bazen... Bir kısmının da söylenişi farklı...
Örnekler aşağıda, üstelik yanlarında Türk Dil Kurumu Sözlüğü'ndeki anlamlara ulaşabilirsiniz. Aynen söylediği gibi yazıyorum...
  • mütekabiliyYet: mütekabiliyet
    isim, eskimiş (müteka:biliyet) Arapça mute®¥biliyyet

    Karşılıklı olma durumu.

  • medeniyYet: medeniyet
    isim, toplum bilimi Arapça medeniyyet

    Uygarlık.

  • hassasiyYet: hassasiyet
    isim (hassa:siyet) Arapça §ass¥siyyet

    Duyarlık:
    "Senelerden beri çektiğim korku bende umulmaz bir hassasiyet uyandırmıştı."- R. N. Güntekin.

  • aklıselim sahibi: aklıselim
    isim (a'klıseli:mi) Arapça ¤a®l + sel³m

    1 . Sağduyu.
    2 . Sağduyu sahibi.

  • sür-atle: sürat -ti
    isim Arapça sur¤at

    1 . Hızlılık, çabukluk, ivinti.
    2 . fizik Hız.

  • idame-i hayat: idame
    isim, eskimiş (ida:me) Arapça id¥me

    Sürdürme, devam ettirme.

  • defaat: defaat
    çokluk, isim Arapça defa¤¥t

    Kereler, kezler.

  • ehemmiyYet: ehemmiyet
    isim Arapça ehemmiyyet

    Önem:
    "Bu işlerde yaşın ne ehemmiyeti olurmuş?"- H. Taner.

  • ...

Bush - Erdoğan görüşmesi üzerine izlenimler""

Bütün gün merakla bekledik. Ne olacak, ne konuşulacak, ne mesajlar alınıp verilecek...
En sonunda merakımızı giderdik...
Ben kendi gözlemlerime dayanarak vücut dilleri üzerinde yorum yapacağım. Söyledikleri üzerine değil... Zira söylediklerini anlamıyorum. Al bir cümleyi, evir çevir, içine bol su koy, havanda döv.. al sana şatafatlı ama ... cümleler.
Basın toplantısında Başbakanın yüzünde güçlü bir ifade bulamadım. Süngüsü düşük, sesi soluğu kısılmış bir ifade buldum. (Halbuki Türkiye'de konuşurken hiç böyle olmuyor. O gür sesiyle ne güzel gürlüyor.) Dışişleri Bakanını ise diken üstünde oturur gibi rahatsız vaziyette buldum. O'nun yüzünde de güçlü bir ifade yoktu. (Yani gül zaten diken üstündedir ama bunu o gülle karıştırmayın :))
Sonra diğer yanında oturan kişi Büyükelçi mi, koruma görevlisi mi anlayamadım. Gözlüklerini takıp, onların üzerinden insanlara bir bakışı vardı ki... Ne bileyim büyükelçi bakışı gibi gelmedi de... :)
Dışişleri Bakanı iyi ki hep notla besledi Başbakanı... Aslında kendi ifadesine göre, genellikle masa altından dürterek uyarırmış...
Biz "büyük ortadoğu projesi" diye biliyorduk. Şimdi anladım ki "geniş ortadoğu ve kuzey afrika" olmuş...
Bugün Büyükanıt Paşa'nın konuşmasını soran gazeteciye dedi ki: "O buranın konusu değil. Onu Türkiye'ye dönünce konuşucaz.". Ay çok korktum :)
TV'ler ABD'ye gidişin nedenini terör örgütü ile ilişkili olduğunu verdi durdu... Her kanala çıkan yorumcu terörle ilişkilendirdi geziyi... Sonunda Başbakan dedi ki :"Terörü bütün olarak değerlendirdik." Nasıl oluyor bu?


pronto toz al

Pronto Toz Al Sistem nefis bir ürün... Ben hep tozsuz bir yer hayal ederim. toz kalkmayan, etrafa toz yayılmayan, sehpaların-eşyaların üzerinde toz olmayan, araba geçtiğinde toz bulutu oluşmayan yerde yaşamak isterim. Canım yurdumda tozsuz bir yer yok ki... Bu ürün süper bir şey... Hem kolay, reklamlarda dediği gibi tozun yerini değiştirip, toz bulutu yapmıyor... Alıveriyor... Sanal Marketten sipariş etmiştim... Artık kolaycacık toz alıveriyorum...
İnternette Türkçe ambalajının fotosu yok. Anımsatması için yabancısını koydum...

bilmece gibi yazı...

Büyük kış temizliği yapalım...
"Kış temizliği dediysem, önümüz kış diye" dedim. Yaz olsaydı yaz temizliği, bahar olsaydı bahar temizliği olacaktı adı... Maksat her zaman temiz olmak...
Evimizin dibini-bucağını heryerini tertemiz yapalım. Öyle üstten değil, diplemesine derinlemesine...
Gizli kalmış yerlerde örümcekler ürer, karafatmalar... Hepsini yok edelim, süpürelim... Onlar bize yalvarır, "Beni deliğe süpürme, kullan beni" diye... Ama dinlemeyelim, sıkalım ilacı, sonra süpürelim deliğe gitsin... Bütün yumurtalarını da süpürelim ki temizlik bitip rahat bir nefes aldığımızda yavruları çıkmasın ortaya...
Örümcekleri iyece temizleyelim. Onların ağları ışığı kapatmasın... Güneş girsin içeri... Heryer pırıl pırıl aydınlık olsun...
Şöyle açalım pencereleri içeri temiz hava dolsun, yalansız, dolansız... Ohhh çekelim içimize... Perdeleri çıkaralım atalım... Herşeyi görmemizi engelliyordu... Şöyle şeffaf olsun bir süre ortalık. Sonra asarız ince tül perde...
Komşulara dikkat edelim... Bahçemize eşyalarını koyanları uyaralım. Bizim bahçemize başka kimse eşya koymasın. Bahçemizin çitini sağlamlaştıralım. Hatta kırmızıya boyayalım...
Başka semtlerde oturan eş-dosta diyelim ki, "Biz gelmeyeceğiz. Yol uzun, bizden çok şey istiyorsunuz, bunları getirmek taşımak zor. Eee, sizde alıştığımız gibi ikram da yok. Başka zaman davet edersiniz geliriz" diyelim...
Eve musallat olanları da uzaklaştıralım.. Ne o öyle kapıdan, pencereden kimin girdiği/çıktığı belli değil. Yok onun arkadaşı, bunun akrabası... Herkes yerini yurdunu bilsin... Elini kolunu sallayan girmesin eve... Sonra, odaları sahiplenmeye kalkıyorlar...
Evimiz pırıl pırıl, aydınlık olsun...
Herkes evini, evinin önünü temizlesin... Herkes birbirine yardım etsin derim ben...
Bu yazının yorumunu da siz düşünün derim ben...

1 Ekim 2006

medyadan pazar derlemesi

TV ve gazetelerden derleme yaptım... Dikkatimi çekenler şöyle:
  1. Hürriyet Gazetesi'nde Bekir Coşkun diyor ki: "Türkiye son elli yılda, 2.5 milyon hektar sulak alanının 1.3 milyon hektarını kaybetti." (Ne feci bir durum. Henüz farkında değiliz.)
  2. Sabah Gazetesi'nde Yavuz Donat diyor ki: " Süleyman Demirel "Askerler genelde pekkonuşmazlar" dedi ve... "Ama" diye devam etti:
    -Askerler konuşmaya başlayınca, söylediklerine dikkat etmek gerekir... Vesöylediklerisözleri ciddiye almak lazımdır." (Bir bilene sorun tabi :)
  3. Sabah Gazetesi'ne Yılmaz Özdil'i mutlaka okuyun. Bence çok güzel yazmış. Diyor ki: "Madem, komutanların bir "er" defa bile konuşmasından bu kadar rahatsız oluyorsunuz...
    Ben arşive baktım.
    İmralı'daki 23 kez konuşmuş bu sene.
    Hepsini yazmışsınız gazetelerinize.
    Tarikat tayfası, şeyhi meyhi, zaten hergün konuşuyor.
    Hergün manşet.
    Papazlar desen, radyo DJ'yi gibi.
    Hiç susmuyorlar" (Asker konuşmasın diyenler, lütfen okuyun. Boş boş konuşmayın.)
  4. Bugün meclis yeni yasama yılını açtı. Cumhurbaşkanı son konuşmasını yaptı. (Meclis açılışı olarak) Başbakan nerede? Amerika'da...
  5. Cumhurbaşkanı irtica uyarısı yaptı. Asker zaten yapıyor... Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az... Konuşmayı dinlerken şimdi hükümetten biri çıkar hemen "yok böyle bir şey" der dedim... Ki saatine aynen dediğim oldu. Kim demiş, ne demiş, Hürriyet'te okuyun. Başbakan da irtica yok diyor. Ben Cumhurbaşkanı'na inanıyorum. Askere inanıyorum. Bunun iki nedeni var: Birincisi iki büyük kurum sürekli uyarı yaparken, yürütme kurumunun sürekli bunu inkar etmesi şartlı refleks gibi geliyor ve inkar ederek yok saydıklarını düşünüyorum. İkincisi yürütmenin bugüne kadar söylediklerinin pek de gerçekçi olmadığını düşündüğümden. Yani bugün söyleyip, yarın "hayır öyle demedim. Siz yanlış anladınız" modundan... Aslında en önemlisi hep söylüyorum, bugün ben askere ve cumhurbaşkanına güveniyorum. Yarın kime güvenirim bilmiyorum. Zira köşke çıkana göre birine olan güvenim ya bitecek, ya devam edecek...
  6. Yarın Genel Kurmay Başkanı Sn. Büyükanıt'ın canlı yayında konuşması var. Dört gözle bekliyorum.

migros sanal market

Çok rahatmış...
Dün akşam ilk defa sipariş verdim...
Bugün belirtilen saatte siparişlerimi getirdiler. Üstelik sebzeler, meyveler korktuğum gibi çıkmadı... Çürük, vuruk falan gelir mi diye tereddüt etmiştim ama sapasağlam sebze-meyve geldi... Ayrıca patates, soğan gibi sebzeleri kilolarca taşımaktan kurtuldum... Süper bir hizmetmiş. Ben biraz geç kaldım galiba kullanmakta...
Herkese tavsiye ederim.
Bilgisayar başında çok daha rahat seçim yapıp, zamandan kazanıyorsunuz...

migros sanal market