31 Ağustos 2006

siyah üçgenler...

İstanbul'da siyah üçgen çok var...

Kadın mı, erkek mi belli değil...

Genç mi yaşlı mı belli değil...

Sarışın mı, esmer mi...

Gülüyor mu, ağlıyor mu...hiç bir şey belli değil...

Güzelim rüzgar, canım güneş onlara dokunamıyor... Doğanın gücünü hissetmiyorlar...

Kapalı bir kutu gibi yeldir yeldir, eteklerini savurta savurta hareket ediyorlar...

Çok şükür aileme ki böyle değiliz...

Ben daha bakarken içim daralıyor...

Gerisini düşünmüyorum bile...

herkesin penceresinden görmek...

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/5006469.asp?yazarid=42&gid=61


Bugün Hürriyet yazarı Yalçın Bayer'in köşesinde F1 ile ilgili okuyucu yorumları var...
Dünya çapında yapılan bir aktivitede giriş-çıkışların kontrolunun yetersizliği, park alanlarının düzensizliği, yönlendime tabelalarının yetersizliği gibi bir çok eleştiri var. Nedense şaşırmadım... F1 tribünleri çöp alanına da dönüşmüş olabilir. Düşünün ki, sıraya girmeyi, önümüzdekini beklemeyi, beklerken araya mesafe koymayı, elimizdeki çöpü oraya buraya sıkıştırmayı, ben yaptım oldu, benden sonra tufan demeyi biliriz biz. Kendimizi eleştirelim dürüstçe... Sigaraları yola atmayı, kağıt mendili ağaç yanına sokuşturmayı, içtiğimiz kolanın kutusunu apartman duvarına koymayı, sıramızı kaptırmaktan mı yoksa öne geçebiliriz uyanıklığı mı neden bilmem öndekine iyice yapışmayı iyi biliriz. Birbirimize saygımız mı yok, güvenimiz mi?
Bir aktivite, festival vs olur, eğleniriz. Orayı terkederken arkamıza bakmayız... Tam bir çöplük olur... Bu öyle bir anlayış ki toplumda, yönetenler de, organizasyon sahipleri de sık arayla çöp kutusu koymayı akıl etmezler. Yönlendirme tabelalarını artırmayı da... Genel tuvaletlerde sifon çekmeyi de pek bilmeyiz.
Biz buna layık değiliz. Ama başkası da layık değil. O halde sadece kendi penceremizden değil herkesin penceresinden bakmayı bilmeliyiz.

30 Ağustos 2006

kale arkasından maç izlemek!!!

Lübnan'a asker göndermek meselesi işte bu dört kelime ile özetlenmiş durumda... Ne kadar anlaşılır değil mi? Ne kadar düzeyli... Günlerdir medyanın bir bölümü, cumhurbaşkanı, muhalefet, aydınlar görüş bildiriyor... Muharip güç olmayacağımızın garantisinin olmadığı, barış ortamı yok ki "barış gücü" olsun mantığı, süresinin ne olduğu, kaç kişilik ekip düşünüldüğü gibi pek çok önemli detay kamuya anlatılmamışken bakanlar kurulu toplanıverdi. Gönderme kararına olumlu baktıklarını açıklayıp jet hızıyla meclisin olağanüstü toplantıya çağrılacağını açıkladı. Ne kadar hızlı, ne kadar kararlı bir hükümetimiz var... İnsan imreniyor doğrusu!
Ben vatandaş olarak bu asker göndermenin pek mantıklı bir iş olmadığı görüşündeyim. Kamuoyuna herhalde mantıklı bir kaç açıklama yaparlar diye düşünüyordum ki... Müthiş derinliği olan açıklama geldi... Eğer asker göndermezsek "kale arkasından maç seyretmiş oluruz"... Tabi benim sade vatandaş olarak, böyle önemli ve uluslararası bir meselede devlet erkanının kullandığı dili çözmem kolay değil... Kale arkasından maç izlemek tabirinin ülke menfaatleri açısından çok önemli bir takım çağrışımları olsa gerek... Ama itiraf ediyorum ben anlamadım...
Bunu kendi cahilliğime veriyorum ben ve utanıyorum kendimden... Sen 37 yaşına gel, belli evrelerden geç, hergün kitap, gazete, internet takip et ama bu ifadenin altındaki anlamı kavrayama... Benim yiyecek daha çok fırın ekmeğim var...

Sarışın Kurt...

Bugün tam da bu şiiri internette araştırmıştım... Tufan Türenç'in
eline sağlık...
Zafer Bayramı hepimize kutlu olsun...

**********************************************
Yazarlar
30 Ağustos 2006
Tufan TÜRENÇ

Sarışın, mavi gözlü adam


MUSTAFA Kemal "Büyük Taarruz" kararını haziran ayında vermişti.

Türk ulusunun yazgısını belirleyecek olan bu kararı sadece Batı
Cephesi Komutanı İsmet Paşa, Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa ve Milli
Savunma Bakanı Kazım Paşa biliyordu.

Yunan kuvvetleri, Yalova, Bursa'dan Afyon'un güneyine kadar bir ay
şeklinde uzanan çok güçlü bir savunma hattı kurmuştu.

Bu cephenin orta bölümü Sakarya Ovası'na ve Ankara'ya açılıyordu.

Yunanlılar Türk saldırısını buradan bekledikleri için en güçlü
yığınağı buraya yapmışlardı.

Mustafa Kemal, Yunanlılara Afyon'un güneyinden saldırmayı ve cepheyi
oradan yararak orta bloktaki güçlü Yunan kuvvetlerini dağıtmayı
düşünüyordu.

Bu riskli planı uygulayabilmek için orta kesimdeki kuvvetleri büyük
gizlilik içinde güneye kaydırdı.

Birlikler geceleri yol alıyorlar, gündüzleri ise gizleniyorlardı.

Düşmanın planı anlamaması için de gündüzleri çok küçük birlikler
güneyden kuzeye kaydırıyordu.

İki tarafın eşit olan askeri güçleri güneye yapılan kaydırmalarla 3'e
bir oranında Türk ordusunun lehine dönmüştü.

* * *

6 Ağustos'ta tüm birliklere hazırlıkları tamamlama emri verildi.

Mustafa Kemal de 17 Ağustos'ta kimseye haber vermeden Ankara'dan
ayrılarak otomobille Konya'ya, oradan da Akşehir'e geçti.

24 Ağustos'da da Afyon'un güneyindeki Şuhut'a geldi.

24 ve 25 Ağustos geceleri bir düşman baskınına uğrayıp tutsak olmamak
için İsmet Paşa ile ayrı ayrı evlerde kaldılar.

Plan üzerindeki son düzeltmeleri birbirlerine elden mesaj göndererek yaptılar.

Gece saat 3.30'da Kocatepe'ye çıktılar.

Saat 05.30'da Mustafa Kemal "Büyük Taarruz" emrini verdi ve yoğun
topçu ateşi başladı.

Türk kuvvetleri topçu ateşinden hemen sonra tepelerdeki düşman
mevzilerine saldırdılar.

80 kilometreye yayılan Yunan mevzilerini tek tek düşürerek düşmanı
Afyon ovasına döktüler.

Düşman panik halinde kaçıyordu.

Türk kuvvetleri 27 Ağustos günü ikindi zamanı Afyon'a girmeyi başardı.

* * *

Kütahya yönüne kaçan düşman Dumlupınar'da çembere alındı.

Mustafa Kemal 30 Ağustos'ta Yunanlılara son darbeyi indirdi.

Yunan ordusu İzmir'e doğru bütün savaş araç gerecini bırakarak kaçıyordu.

Mustafa Kemal 1 Eylül'de büyük zaferi Türk ulusuna duyurdu ve ordulara
tarihi emrini verdi:

"İlk hedefiniz Akdeniz'dir, ileri!"

Türk ordusu 9 Eylül günü İzmir'e girdi.

Názım Hikmet'in ölümsüz destanında anlattığı gibi...

"Sarışın bir kurda benziyordu.

Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.

Yürüdü uçurumun başına kadar,

eğildi, durdu.

Bıraksalar

ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak

ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak

Kocatepe'den Afyon Ovası'na atlayacaktı."

Sarışın, mavi gözlü adam Kocatepe'den Afyon Ovası'na atladı ve
ulusuyla birlikte işgalci emperyalist güçleri vatan toprağından sürüp
çıkardı.

Atatürk için şiirler... Bugün 30 Ağustos

BÜYÜK TAARRUZ

Dağlarda tek tek
ateşler yanıyordu.
Ve yıldızlar öyle ışıltılı öyle ferahtılar ki
şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
güzel, rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
birden bire beş adım sağında onu gördü.
Paşalar onun arkasındaydılar.
O, saati sordu.
Paşalar `üç' dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun kenarına kadar,
eğildi durdu.
Bıraksalar
ince uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe'den Afyon Ovası'na atlayacaktı...

Nazım Hikmet RAN



MUSTAFA KEMAL'İ DÜŞÜNÜYORUM

Mustafa Kemal'i düşünüyorum;
Yeleleri alevden al bir ata binmiş
Aşıyor yüce dağları, engin denizleri.
Altın saçları dalgalanıyor rüzgarda,
Işıl ışıl yanıyor mavi gözleri.

Mustafa Kemal'i düşünüyorum;
Yanmış, yıkılmış savaş meydanlarında
Destanlar yaratıyorlar cihanın görmediği
Arkasından dağ dağ ordular geliyor
Her askeri Mustafa Kemal'i gibi

Mustafa Kemal'i düşünüyorum;
Gelmiş geçmiş kahramanlara bedel
Hükmediyor uçsuz bucaksız göklere.
Al bir ata binmiş yalın kılıç
Koşuyor zaferden zafere ..

Mustafa Kemal'i düşünüyorum;
Ölmemiş bir kasım sabahı
Yine bizimle beraber her yerde
Yaşıyor dört köşesinde vatanın,
Yaşıyor damar damar yüreklerde .

Mustafa Kemal'i düşünüyorum;
Altın saçları dalgalanıyor rüzgarda;
Mavi gözleri ışıl ışıl, görüyorum.
Uykularıma giriyor her gece.
Ellerinden öpüyorum ...

Ümit Yaşar OĞUZCAN


MUSTAFA KEMAL'İN KAĞNISI

Yediyordu Elif kağnısını
Kara geceden geceden.
Sanki elif elif uzuyordu, inceliyordu
Uzak cephelerin acısıydı gıcırtılar
İnliyordu dağın ardı, yasla
Her bir heceden ..

Mustafa Kemal'in kağnısı derdi kağnısına
Mermi taşırdı öteye, dağ taş aşardı.
Çabuk giderdi, çok götürürdü Elifçik
Nam salmıştı asker içinde ..
Bu kez yine herkesten evvel almıştı yükünü
Doğrulmuştu yola önceden önceden ..

Öküzleriyle kardeş gibiydi Elif
Yemezdi, içmezdi, yemeden içmeden onlar.
Kocabaş, çok ihtiyardı, çok zayıftı
Mahzundu bütün bütün Sarıkız, yanı sıra
Gecenin ulu ağırlığına karşı
Hafiftiler, inceden inceden ..

İriydi Elif kuvvetliydi kağnı başında.
Elma elmaydı yanakları, üzüm üzümdü gözleri
Kınalı ellerinden rüzgar geçerdi daim;
Toprak gülümserdi çarıklı ayaklarına
Alın yeşilini kapmıştı, geçirmişti
Niceden niceden ..

Durdu birdenbire, Kocabaş, ova bayır durdu
Nazar mı değdi göklerden, ne?
Dah etti, yok. Dahha dedi, gitmez
Ta gerilerden başka kağnılar yetişti geçti gacur gucur
Nasıl durur Mustafa Kemal'in kağnısı.
Kahroldu Elifçik, düşünceden düşünceden ..

Aman Kocabaş, ayağını öpeyim Kocabaş
Süs beni, öldür beni, koma yollarda beni.
Geçer, götürür ana, çocuk, mermisini askerciğin
Koma yollarda beni, kulun köpeğin olayım.
Bak hele üzerimden ses seda uzaklaşır
Düşerim gerilere iyceden iyceden ..

Kocabaş yığıldı çamura
Büyüdü gözleri büyüdü, yürek kadar
Örtüldü gözleri örtüldü hep .
Kalır mı Mustafa Kemal'in kağnısı bacım
Kocabaş'ın yerine koştu kendini Elifçik
Yürüdü düşman üstüne yüceden yüceden ...

Fazıl Hüsnü DAĞLARCA


28 Ağustos 2006

Fenerbahçe-Kalamış - 27 Eylül 2006

Bir tatlı huzur almaya geldim,
Kalamış'tan, ah Kalamış'tan...

(Münir Nurettin Selçuk)


Biz de bir tatlı huzuru almaya gittik bu pazar... Evliliğimizin 8.yıl 11.ayında...
Fenerbahçe parkı muhteşem... Çelik Gülersoy'un yaptığı park gerçekten harika. Digiturk İZ TV'de belgeselini seyretmiştim.. Gerçeğini de gördüm iyi oldu... Parkta kocaman peynirli tost yedik. Kocaman peynirli diyorum çünkü jiletle kesilmiş gibi incecik değildi...
Kalamış Marina yanında yürüdük, sonra Blue cafe-restoran-havuz-deniz hizmetleri veren bir yere oturduk ve sade Türk Kahvelerimizi içtik... Denize girmek için çok güzel bir yer... Ama İstanbul'lular buralardan denize giriyor mu öğreneceğiz... Buralılar genelde girmiyorlar... Adalardan da girmiyorlarmış... Nedeni haftasonu çok kalabalık olduğu için olabilir.. Neticede biz de Sığacık'ın canım sularında haftasonu asla yüzmüyorduk. Kalabalıktan adım atacak yer olmazdı. Eğer aynı psikoloji ise haftaiçi ben fırsatı kaçırmam. (Tabi hava sıcaklığı düştü şimdi). Araştırmak lazım, öğrenmek lazım, analiz etmek lazım :)) Öyle hemen her duyduğumuza inanmamak lazım değil mi ama :))

Anadolu Kavağı - 20 Ağustos 2006

İstanbul keşfimize en uç noktadan başladık.. Anadolu Kavağı... Sabah çok erken gittik. Kimseler yok. Restoranlar temizlik yapıyor... Biz de çay-gevrek-gazete kısmını yaptık denize karşı... Bir taraftan da şöyle düşündük: "pek revaçta değil galiba burası. Gelen giden yok". Bir kaç saat sonra ne kadar revaçta olduğunu anladık. Gelen vapurun sayısını kaçırdık. Gelen yolcunun da... Bir anda insan seli oluverdi ortalık...
Biz deniz kenarında yerimizi almıştık zaten... Kiloyla değil adetle! balığımızı söyledik. Levrekleri yuvarladık.. Ben İstanbul balıklarını sevmiyorum. Öyle lüfermiş, palamutmuş hoşuma gitmiyor. Ege balıklarını seviyorum ben... Yanımızda martılarla yemek yedik.

Üst tarafta Yoros Kalesi'ni görmeye gittik... O ne manzara!!!! Çok güzel... Sağa bak Karadeniz (yandaki fotoğraf), sola bak Marmara Denizi ve boğazın nefis görüntüsü...

İstanbul'da bizi şaşırtanlar

35 plaka ile İstanbul sokaklarında dolaşmak çok keyifli, çok hoş...
Dikkatimi çeken şeyler var...
  1. Dolmuş: Yaşlı-genç, kadın-erkek farketmez. İnsanlar biner binmez sarsıla sarsıla ayakta durarak önce şoföre paralarını uzatıyor, sonra oturuyorlar. Yani İzmir'deki gibi keyifle oturup öndekini çalıştırmıyorlar.
  2. Balık restoranında (Anadolu Kavağı) balıkları kiloyla değil gramajı ne olursa olsun adetle alıyorsun. Bir de levrek diye ufacık bişey geliyor. Balık çöp tabağı falan da adetleri değil. Özellikle son iki yıl boyunca taptaze balıkları yiyen bizlere tuhaf geliyor tabi.
  3. Su kireçsiz akıyor. Hiçbiryerde kireç izi kalmıyor... Yıkadıktan sonra yüzüm çatır çatır gerilmiyor. Hatta o kadar ki krem sürmeyi unutuyorum.
  4. Bostancı'da insanlar çok kibar...
  5. Biz biraz da İzmir Bostanlı'ya benzettik burasını...
  6. Garsonlar süper hızlı... Kimse kimseyi kaçırmak istemiyor burada...
  7. Türban çok yaygın.. Sadece türban mı? Kara çarşaf da öyle... İçim buruluyor görünce... Resmi dairelerde çalışıyorlar... Yani hayat İzmir'den göründüğü kadar LAİK değilmiş !!!

İstanbul - 12 Ağustos 2006

11 Ağustos'ta eşyalar yüklendi... Son kez eve baktık. Komşularla vedalaştık. Ağlaştık... Yanımızda Hotel Three B var. Sahipleri çok nezih, çok tatlı insanlar... (Gittiğinizde kalın mutlaka. Tertemiz odalar, lezzetli yemekler... Çevre düzenlemesi daha yapılıyor.) Onlara uğradık. Anahtarı onlara verdik. Dedik ki "kiracıları siz beğeniyorsanız, biz de beğeniriz." Sağolsunlar seve seve kabul ettiler. Sonra Bostanlı'ya gittik, annemi gördük ve yola çıktık... Fatih'le ortaklaşa araba kullanacağız diye enerji içecekleri falan içtik. Kahveler... Ama ne mümkün ben uyudum... Uyanık kaldığım sürede de kocamı uyanık tutayım diye aklıma ne geliyorsa anlattım. (Bu görev de çok zormuş hani) Yol boyu nefis bir dolunay bizimle beraber geldi. Hafif küçülmeye başlamıştı ama yine de tüm cazibesini ve gücünü koruyordu... Derken geceyarısı İstanbul'a indik feribottan.. Sahilyolunda ilerledik eve gitmek için... İlk duygular mı? Çok sevdik, çok hoşumuza gitti... Evi şıp diye bulduk... Komşular anahtarı saksıya bırakmıştı. Girdik... Ev sahibi bir şilte bırakmış.. Onun üzerinde kıvrıldık uyuduk... Sonra eşyalar taşınmaya başladı... Planlar çizildiği için karışıklık olmadı. O oraya, bu buraya şeklinde... Ama onların varillerinden çıkan tüm ufak, akıl oynattıran eşyalar yok mu? Güzel bir sergi şeklinde... Ev dandini... İkimiz dolapları temizlemeye koyulduk... (ellendi bir kere) Sonra herşey yıkanmaya başladı... Dolaplar yavaş yavaş yerleştikçe evin de görüntüsü oluşmaya başladı :)) Öyle bir usta buldum ki.. Elinden herşey geliyor... Elektrik, su, doğalgaz... Ocak tüpe uyumlu olunca doğalgazda cansız yanıyormuş. Onlar değişti. Prizler eklendi, eskiler değişti. Sigortalar yenilendi.. vs vs.. Yani normal işler yapıldı... Son iki işim var. Onlar da bitince tüm iş bitmiş olacak. Ama o furya geçince canım istemiyor bir daha usta sokmak işte... Taşınma işini Ev-Taş ile yaptık. Sahibi gayet kibar biri. İçimize sindi. Taşıyan ekip gayet çalışkandı... Tek söz tutulmadı. Pat pat ambalajlar tek kullanım dediler ama öyle çıkmadı. Onun haricindeki tüm kullanılan ambalajlar ise gerçekten tek kullanımdı ve eşyalara en ufak bir zarar gelmedi. (önemli olan da bu) Ev-Taş tel NO: 364 58 90-Güven Bey. Ben tüm kıyafetleri elbise torbasına geçirmiştim. Aynı şekilde yabancı eli değmesin dediğim yıkanamayacak şeyleri hep özel paket yaptım. İyi ki de yaptım. Hava sıcak çok terlediler... Eşyalarınızda ter olmasını istemezsiniz değil mi? İstanbul'u bulunduğum çaptan keşfetmeye başladım. İkea, Kozyatağı Carrefour, Nautilius (yazılışını hatırlayamadım), Bakırköy, Bağdat cd... Tarifleri iyi alınca gidişte problem yok... Ama dönüşleri biraz uzatıyorum. Olacak bunlar... Biz İstanbul'u sevdik... Evin yeri çok güzel.. Hem sakin, hem heryere yakın. Çevreyollarına çıkış çok kolay. Sahile iniş çok kolay... İskele çok yakın... Dolmuş yolu çok yakın... Meşhur çarşamba pazarı çok yakın... İnsanlar, komşular çok kibar... Kiminle konuşsak "İzmir bırakılır da buraya gelinir mi? Biz de kaçmaya uğraşıyoruz" diyor.. Kardeşim bırakmak istiyorsan bırakırsın... Lafa gerek yok. Ayrıca, bizim elimiz kuvvetli.. Buradan dönmek istediğimizde en güzel yerde evimiz var bizi bekleyen...

Elektrik, su ve doğalgazı üzerine alıyorsun. O işlemleri yaptım... ADSL İzmir'de Fatih'in üzerineydi. Ben işlemleri yapmak istedim. Olmaz dediler. Evlilik cüzdanı dedim. Geçmez dediler... Soruyorum şimdi, üzerinde "uluslararası" yazan bu evlilik cüzdanı nerede geçiyor? Hiç bir resmi makam kabul etmiyor... Enteresan...


Yeğenim Nursel üniversite sınavında 576. olmuştu. İlk tercihi Boğaziçi'ni kazandı... Azmin zaferi... Bir şeyi kafana koyacaksın... Hedefini belirleyeceksin. Bu uğurda çok çalışacaksın... Ve istediğin sonucu elde edeceksin... İşte Nursel'in bize yaşattığı, hepimize örnek olacak duygu budur... Asla tesadüf değildir... Son iki-üç yılın bu çizgide yapılmış çalışmasının sonucudur gerçekten...



10 Ağustos 2006

Annelik!!!

Annem bugün Kent Hastanesi'ne gitti. Asu ve Nurlu ile... Ben evden ayrılamadım ki... Fatih bir taraftan İzmir'de işleri hallediyor. Bende evdeki işleri... Ama aklım hastanede... Sabah doktorla görüştüler ve daha fazla beklemeden hastaneye yattılar. Biraz önce Nurlu aradı annemin anjiyosu olmuş bitmiş bile.. Çok şükür... Annemle de görüştüm... Biraz sesi halsiz tabi... Odaya yeni getirmişler... Ama O bunu düşünmüyor. Hala beni soruyor... Yorulmayacakmışım, kendime dikkat edecekmişim... Bu nasıl bir duygu ki hiç kendini düşünmüyorsun... Sonsuz fedakarlık edebiliyorsun... Kaç yaşına gelirlerse gelsinler çocukları hala küçük çocuk... Her anne böyledir ama benim annem gerçekten çok asil, fedakar, güçlü, tatlı... Görmedim-duymadım-bilmiyorumcu... Herşeyi konuşabilirsin, akıl danışabilirsin...
Ama ben de anne 3 tane... Evin küçüğüyüm diye abla gibi değiller ki... Kaç yaşına geldim, kazık kadar oldum diyorum. Olsun diyorlar... Böyle şans var mı?

Offff.... Ayrılık bu sefer çok koydu bana :(( Çoookkk.....

9 Ağustos 2006

moralimizi hep yüksek tutmak gerek...

Annem... Bende efor raporları vardı. Bu hafta doktoruna götürdüm... İnceledi. İlaçları değiştirdi ve derhal anjiyo olması gerektiğini söylemez mi... Annem bugün Nurdan Ablamla yazlıktan döndü. Doktoruyla görüştü. Ya Atakalp ya da Kent Hastanesi'nde olacak. Şimdi Asu aradı. Kent'te olacakmış... Hem annemin, hem Asu'nun, hem de Nurlu'nun sesleri heyecanlı...
Benim taşınma tarihime bakar mısınız? Bu kadar olur... Aklım burada... Tam faydam dokunacak, ben burada değilim...:(
Herşey iyi olacak... İnanıyorum... İyi düşünelim, iyilik olsun...


geriye sayım başladı...

Cuma son gün... Sabah ev taşıma kamyonu kapıya yanaşacak... O gün öğleden sonra yola çıkacağız biz de... Ben ufak paketlerimi yapmaya başladım. Ev evlikten çıktı... Heryer darmadağınık... Kiracı adayları evi dolaşmaya başladı bile. Kulaktan kulağa duyan çok... Bugün biri daha gelecek... Lüks ev istiyormuş... Tam adresi burası...
Fatih'le Sığacık'ta tur atıyoruz. Mekanları dolaşıyoruz. İki yıldır buradayız..

Son iki ayda neler oldu bakın...
  • Asfalt yol bitti...
  • Otel açıldı...
  • Marina ihalesi sonuçlandı. İnşaat başlıyor...
  • İçinde unlu mamuller, restoran, cafe-bar olan, süper manzaralı (marina bittiğinde harika olacak) ve çok kaliteli bir yer açıldı... (Bizim fotolar oradan. İsmi Üniversite II)
  • Kır düğünlerinin yapılacağı çimlendirilmiş bir mekan açıldı...
Ve kimbilir daha neler olacak.
Ee hal böyle olunca insanın buraları bırakası gelmiyor tabi...









Bizim ev ve ben :)))


8 Ağustos 2006

Gidin kardeşim artık ?!?!?!?

Bu topraklardan lider gerçekten artık çıkmıyor galiba... Ben 37 yaşımdayım. Hala aynı parti liderleri dön-dolaş aynı yerdeler... Hayat değişiyor, gelişiyor... Bizler değişiyoruz, büyüyoruz... Hayatın dinamikleri değişiyor... Ama bunlar değişiyor mu? Hayır... Ben kaliteli, kültürlü, saygın, tarihimizi bilen, Atatürk devrimlerine bağlı, kafası çalışan, çalışkan insanları siyaset sahnesinde görmek istiyorum.. Ama benim yaşım bile bunu görmeğe yetmeyecek herhalde...
Nedir bu iştah, nedir bu açlık... Türkiye bu kadar zengin olunca bunların ağzı sulanıyor tabi... Geçen gün İstanbul'a gittik uçakla... Daha satılacak, imara açılacak, betonlaşacak öyle çooookkkk arazi var ki... Biz har vurup harman savuruyoruz, gerisi nasıl olsa var diye... Ama bakın diğer ülkelere herkes küçücük topraklara, su seviyesinin altında adacıklara hapsolmuş... Kimi kanallarla su seviyesinin üstüne çıkmaya çalışıyor, kimi denize havaalanı yapıyor, kimi imara açtığı yerlerde tarım için en değerli üst toprağı imardan önce alıyor değerlendirmek için...
Biz mi... Biz yüzyıllardır bakir olan güzelim koyları kime satalım da beton kule diksin diye yarışıyoruz...
Adam kültürsüz olunca, ailesinde aldığı eğitimde terbiyede biraz sanat, biraz kültür, biraz tarihe saygı olmayınca... Geriye sadece boş boş kükremek, uyuklamak, satıp-savmak kalıyor...
Yetmiyor... Kıyıda köşede kalmış eski liderler tekrar sahneye çıkıyor... Kendine sormaz mı acaba: "kardeşim sen partini zamanında %35'lerden indirdin, hatta meclis dışında bıraktın mı? Eeee ne demeye şimdi çıktın sahneye?"
Ama bunlardan çok var... Adamların kendine sormasına gerek var mı? Etrafında kurtar bizi diye bir sürü kalabalık... Alkış, şakşak... Onların kendine sormasını beklediğimiz soruyu aslında kendimize sormamız gerekiyor...


Günün fıkrası Nasreddin Hoca'dan:
Kaybolan dolunayları merak eden biri sorar:
-Hoca! Eski dolunayları ne yaparlar?
-Kırpıp kırpıp yıldız yaparlar!

6 Ağustos 2006

geriye sayım başladı...

Dün sabah erkenden Bostanlı'ya Asu'ya gittik. Nurlu ve çocuklar da oradaydı. Hep birlikte Altınova'ya gideceklerdi. Biz İstanbul'a gitmeden son kahvaltımızı yaptık birlikte... Balkonda denize nazır... Ayrılırken içime dokundu tabi.. Hepimizin...
Biz Praktiker'e gittik alışverişe. Orada portakal-havuç taze sıkılmış içerken beni ağlamak tutuverdi... İçim bir tuhaf oldu... Boğazıma bişeyler düğümlendi, düğümlendi... Akşama kadar da geçmedi... Biz Asu ile her Carrefour'a gidişimizde mutlaka oraya uğrar taze sıkılmış karışık meyve suyu içerdik... O sigara keyfi yapardı... (Şimdi bıraktı. İyi de etti.) Laflardık orada... İşte bu yüzden herhalde içim çok tuhaf oldu...
Akşam Canan'la Murat geldi... Bir kaç gözyaşı onlara da gösterildi tabi :((

Ev nakliye işini hallettik dün... Ev-Taş. Çok güven veren, düzgün bir firmaya benziyor. Aksilik olmazsa cumaya taşınacağız...

4 Ağustos 2006

evi kiralamak mı? Ben mi? Yok canım? Daha neler :)

Ben malına, mülküne, sahip olduğu herşeye, eşyalarına, ailesine, dostlarına düşkün biriyim. Malım kıymetlidir... Gerçek dostlarım, akrabalarım da öyle...
Benim evime gelenler bilir... Kırıntı yapma, dökme, oraya basma, buraya basma, elin yağlıyken onu tutma, vs vs vs... Sevdiğim bütün insanların yüzlerine söylerim bunu... Hoşuma gidiyor... Belki garip bir zevk benim ki n'apayım :)) Ama bunlar benim dilimdedir... Önleyici hareketleri sevdiğim için bunları söyler dururum ben.. Yoksa kırılsın, dökülsün iş olduktan sonra ses çıkaranlardan değilim...
Ama sevdiğim insanlarla uğraşmayı çok severim... Yoksa biraz resmiyimdir...
Dolayısıyla İstanbul'a giderken buradaki evi kiraya verelim mi, vermeyelim mi tartışmasında Fatih erkek mantığıyla "tabi ki verelim" tarafı, bense "asla olmaz, evime kiracıları sokamam" tarafı...
Ne oldu? Dün ikna oldum... Ne yani evin turşusunu mu kuracağım? İçi boş kaldıkça, eskiyip döküldükçe mutlu mu olacağım? Yoooo... Hem ev bakılır, hem bir geliri olur... İstanbul'da kirada otur ama bu evi pamuğa sar rafa kaldır... Ben bile ikna oldum... Zaten her şekilde içine yıllar sonra yine tadilat sokulmayacak mı? Hayat güzel... Ver kiraya, değerlensin...
Bunu söylediğimde öz kuzenim bile bana inanamadı... Şaka yaptığımı sandı...
Acaba yaşlanıyor muyum :)) Değişiyor muyum:)) Yoksa Tibet ayinleri sonucu Nirvanayamı ulaşıyorum?
Hayır olsun artık :))

7...3...3...

Dün İstanbul'a gittik. Kozyatağı Remax aracılığıyla evleri dolşatık. Bir tane içimize siner gibi oldu. Ama içinde ev sahibi 18 Ağustos'tan önce çıkamayacaktı. Bize uygun gelmedi. Sonra, Elda'nın tanıdığı bir emlakçıya gittik. Mimozam Emlak-Canan Hn... İnanılmaz bir kadın... Akıllı, iş bitirici, insan ruhundan anlayan.. Tam anlamıyla bir esnaf kadın... Bize çok iyi akıllar verdi. Çok hoş evler gösterdi.. Ve biz dün evimizi tuttuk. Kontratlar, imzalar, depozitler, şunlar, bunlar hallodu. Dün gece uçağa atlayıp işin en büyük kısmını halletmenin rahatlığıyla geri geldik...
Bu işlerin tereyağdan kıl çeker gibi hallolmasında Elda'nın çok emeği var. Bir telefonuyla bizi Canan Hn'a yönlendirmesi süper oldu...
Ev sahipleri çok şeker insanlar... Biz hemen bir boya-badana yaptıracağız... (Çünkü evin duvarları lacivert, kapılar siyah... Zevk işte... Herkesin farklı...) Arkasından temizlik... Arkasından en geç haftaya cuma taşınmış olmamız gerekiyor. Boya rengini seçtik.. Yeni moda "kum beji"... Bostancı'da... Evin mutfağı ve balkonu yan apartmanın kocaman bahçesine bakıyor... Evin otoparkı ve çok güzel bir bahçesi var. Kocaman ağaçlar... Sakin bir cadde üzerinde ama merkeze çok yakın... Vapur iskelesi, dolmuş durakları vs her şey yürüme mesafesi... Tam istediğimiz gibi ara kat oldu. 3 kat.

Başlık neden mi 7.3.3.? Bu rakamlar ne mi ifade ediyor? Rüyalarımı bilenler anlar durumu :))

Şöyle: Ayın 3.günü, NO:3, D:7'deki evi tuttuk da :))))

2 Ağustos 2006

bugün her telden yaşıyorum...

Dün Fatih beni arayıp oldu dediğinde ben sahilde güneşleniyordum... Birden hem gururlandım, hem hüzünlendim... Gözlerim doldu... İyi ki güneş gözlüğü vardı.. Ağladığım belli olmadı... Duygular birbirine karıştı... Herkeste öyle mi bilmiyorum ama ben yaşım ilerledikçe daha duygusal olmaya başladım. Bir yanım hayat güzel, hayat devam ediyor, değişiklikler güzel diyor heyecanlanıyor.. Bir yanım ailemden, sevdiklerimden, alışkanlıklarımdan vazgeçmek istemiyor... Bir yanım İstanbul'un tadını çıkaracağım için mutlu, diğer yanım o hengame içinde yok olmaktan tedirgin...
Penceremden masmavi gök, yemyeşil dağ görünüyor... Bir de kuş cıvıltısı var ki sormayın... İstanbul'u düşünüyorum gürültüsü, koşturması, telaşı...
Ama en sonunda yeniliğe olan heyecanım ağır basıyor... İkizler burcu olduğum için mi acaba... Gönlüm oraya akıveriyor... Bir yenilik, bir heyecan... Farklı tecrübeler... Beni heyecanlandırıyor... İşte böyle.. Biraz hüzünlü, biraz heyecanlı.. Ama her telden...

1 Ağustos 2006

Sığacık'a virgül koymak...

Bilgisayarımın başındayım... Pencereyi açtım, dışarda ağustos böcekleri çılgınlar gibi ötüyor... Hafif bir esinti... Denizden geleli 2 saat falan oldu... Bugün muhteşemdi. Akkum beach club.. Çok hoş bir yer oldu.. Haftasonu için gelmek isteyenler olabilir. Teos yolunda ilk plaj... Denizi harika... Hizmet de öyle... Hafta içi 10 YTL, haftasonu 15 YTL...
Denize doyasıya girdim, yüzdüm, yüzdüm... Sonra Fatih aradı. "oldu" dedi.. Bu çok basit görünen bir kelime değil mi? Bu dört harfin yeni bir yaşam tarzı anlamına geldiğini düşünemezsiniz tabi... Ama "oldu" işte... İstanbul'a gidiyoruz. Taşınıyoruz. Fatih, Kanal D'ye geçiyor... Hayatımıza yeni bir sayfa açıyoruz...

Evet... Sığacık'a virgül koyacağız...

Son 2 ay çok hareketli geçti bizim için.. Bizi yakından tanıyanlar gayet iyi bilir... Planlar, projeler, hergün bir yenisi... Tam restaurant açalım derken benim için İstanbul'da fırsat doğdu. Ama olmadı... Kiracı çıkacakken kalmaya karar verdi. Tekrar karar değiştirip çıkmaya karar verince Fatih'in İstanbul işi oldu... Ben bunları kısa kısa yazıverdim... Okuyanlar bayılmasın diye...

Sığacık'ta çok güzel bir hayat geçirdik. Hayata mola gibiydi... Temiz hava, doğal gıda, şehrin gürültüsünden uzak, pırıl pırıl günler... Bize enerji depolamak için şans oldu aslında.. Kendimizi dinlemek için... Hele ben çalışmıyorken buranın tadını doyasıya çıkardım... İş hayatındaki Armağan'ı bolca inceledim, eleştirdim.. Beğendiğim yerler de oldu, beğenmediğim yerler de... Yanlışlarımı, doğrularımı farkettim bu yetmez mi? Bence en iyisi bu.. Çalışma hayatının hay huyu içinde kaçımız yapabiliyoruz, kendimizle yüzleşebiliyoruz. Ama ben bunun tadını almış biri olarak bundan sonra kolay kolay unutmam...


Yeni bir hayata başlıyoruz... Orada da dostlarımız, akrabalarımız var... Ama asıl çoğunluk burada kalacak... Burası her zaman anakara olacak... Biz, adadan el sallar gibi bakacağız buraya... Karşımızda geniş, kocaman anakara... Buraya bakınca içimiz dolacak... Sevgiyle, saygıyla, dostluklarla, iyiliklerle... Biz karı-koca elele, yürek yüreğe olmaya devam edeceğiz...
Ve bir gün noktayı koymak için mutlaka geleceğiz...

İnsanın içini hüzün kaplıyor ama bir taraftan da yenilik heyecanı sarıyor... Hayata bir kere geliyoruz... Fırsatları değerlendirmek, anın tadını çıkarmak gerek... Herşeyden tad almayı bilmek gerek... Biz işte böyle yapıyoruz...
Bostanlı'dan Sığacık'a yerleşelim mi? Yerleşelim.
İşi bırakayım mı? Bırak.
Restaurant açalım mı? Açalım. (ki olmadı)
İstanbul'a gidelim mi? Gidelim.
......
Hayat güzel... Anın tadını çıkarmak daha güzel...
En sevdiğim şiiri yazmak istiyorum. Özdemir Asaf'tan...
Sana bu güzellikler bizden kalsın,
Bugünlerden birşeyler bizden kalsın.
Senden almak isterler bizi söyle,
Geleni bize gönder bizden alsın.