
Bunun adı aşk...
Dürüst, kültürlü, kendini ifade eden, ne istediğini bilen, kafasını kuma gömmeyen, pozitif düşünen, saygın, çalışkan, saygılı, "ben" değil "biz"diyebilen insanlar olmalıyız. Buna kendimizden başlamalıyız. Suya atılan taş halkaları gibi büyümeli, büyümeliyiz...
İki standa bayıldım desem yalan olmaz. Çünkü bu iki stand bizi de olayın içine kattı... Birisi Mavi Jeans, diğeri bir ebru sanatçısının standı...
Ebru sanatına bayıldım... Ama açık hava olduğundan kokusu yoktu. Meğer sığır ödü konduğu için bu kokuya tahammül etmek kolay değilmiş... Ama nasıl dinlendirici, nasıl hoş bir iş anlatamam. Yapanlara çalışmalarını veriyorlar. Ben çerçeveleteceğim :))) (Görmemişin ebrusu olmuş :)


Bu da Çin gerçeği... Çin'de üretilen dünya markalarının şablonu... Çin üretimde bu kadar büyüyünce dünyanın en büyük, en önemli markalarının üretimini de yapar olmuş...
Bir yanda İstanbul Teknik Üniversitesi'nin yaptığı güneş arabası... Diğer yanda ilk bisikletler. Nereden nereye gelmişiz...
Alparda firması ofis mobilyaları konusunda çalışıyormuş. Çok güzel tasarımlar var. Fonksiyonel, ferah, minimal... (www.alparda.com)
Vitra'nın standındaki tasarımları çok beğendim. Orijinal çalışmalar çoktu...





Güneşten korumak için belli ki perde yapmışlar. Ama dikişi, görüntüsü yine saraya yakışmıyor. Uyduruk olmuş... Perdenin üst kısımları cırt cırtlı... Bu perdelerden benim de var. Ama Sığacık'taki evimin üst kat odalarındaydı. Alt kata bile böylesini yakıştırmamıştım. İstanbul'a gelirken de bırakmıştım. Yanımda getirmedim. Düşünün artık!
Bahçede girilmez yollar için inşaat sahalarında kullanılan kırmızı-beyaz plastik şerit kullanmışlar. YAKIŞMAMIŞ!
Ben seneler evvel İtalya'ya gitmiştim. Eski Roma'ya kimseyi almıyorlardı. O zaman bana şöyle bir bilgi verilmişti: "Bir araştırma yapılmış. Eski Roma'ya şu kadar turist gelse, hepsi bir kere ellese, aşınmadan dolayı eserlerin ömrü şu kadar azalır"
Tarihi meydanlarda, tarihi binaların yanında trajikomik binalar var. Türkiye'nin en pahalı arsalarının üzerinde yanındaki eserlerden utanmaksızın başını uzatmış binalar var. Kim çizdi, kim yaptı, kim ruhsat verdi? Dikdörtgen, kibrit kutusu gibi yapılar... Camiler aralar sıkışmış... Tarihi binalar nefes almakta zorlanıyor... Unesco'nun dünya mirası listesindeyiz ama bu yıl zor listeden çıkarılmaktan kurtulduk. Yanlış bilmiyorsam 2 yıl süre daha tanıdılar. 2 yıl çabuk geçer...
Yoruma gerek yok resimler birer kanıt. Eminönü'nü kurtarmak için sürekli panel, konferans falan yapılıyor. Ama bana göre havanda su dövülüyor. Onun kaşı, bunun gözü durumları vardır herhalde... İstimlak etmek öyle kolay mıdır canım? Aaaa!!!!!





Herşey çok güzeldi. Kimbilir dolaşmadığımız yerlerde neler var. Haremi görmedik mesela... Binalar, takılar, el işleri hatta silahlar bile o kadar ince bir zevkin ürünü ki... Düşünmeden edemedik. Biz bu kadar zevkli bir toplumken nasıl oldu da şimdi uyduruk, özensiz işler yapmağa başladık? Hap yap para kap...



Bu gül var ya... Kokluyorsunuz... İçiniz mis gibi gül kokusu doluyor... Başınız dönüyor... Kokusuz güllere alışınca bunca zaman, insan bir tuhaf oluyor :)
Şu çınar ağaçları nelere şahit oldu acaba? Kimleri gördü, hangi törenleri yaşadı, hangi kazan kaldırmaları gördü? Hangi zaferler müjdelendi önünde? Bunun gibi ulu çınar çok saray bahçesinde... Zaten saray olmasa bu burun da yeşili unutacak. Betonlar yutacak... Sınıra dayanmış aç kurt gibi bekliyor betonlar...
Hazineyi de gezdik. Zümrütlü hançeri de gördük, kaşıkçı elmasını da. Daha neler neler.. Ne tahtlar, ne beşikler. Altınlar, elmaslar, zümrütler... Çocukken kaydırak oynadığımız boyuttaki taşları düşünün... İşte o boyda elmas, yakut, zümrüt... neler neler... Kaftanlar çok güzel. Tam benim tarzım... Renkler, desenler, kesimler inanılmaz zevkli... Bazı kaftanların astarı doldurulmuş. Padişah zayıftı heybetli görünmek istiyordu herhalde diye düşündük :)


Vee Topkapı. Burada hissettiğimiz duygular çok başka... Hele dünyanın heryerinden gelmiş insanlara bakınca... Bu mütevazi görünüşlü (zira içten o kadar da mütevazı değilmiş), ulu ağaçların boyunu aşmayan güzelim binaların içinde bir zamanlar ne hayatlar yaşandı, ne tarihler yazıldı... Ne güçlü günler oldu, ne entrikalar döndü...
Saray bahçesine girince çevreyle ve doğayla barışık, sizi ezmeyen ama içine kapalı bir hava sezinledim.
Yüksek binalarla size tepeden bakmayan, gücünün görünüşte değil özde olduğunu bilen insanların yaşadığı bir yer havası var...
Yapış yapış şaşaa, depdebe, burası saraydır çığırtkanlığı yok. Ama kalite var, klas bir havası var. Kendine özgülüğü var.
.
SULTAN AHMET TÜRBESİ: