21 Ocak 2007

Fername - Ferhan Şensoy Tiyatrosu

Atatürk Fotoğrafları sergisi sonrası, İstiklal Caddesi'nde Ortaoyuncular sahnesinde Fername'yi izledim... Usta sanatçı Ferhan Şensoy'un tek kişilik oyunu... İlk defa böyle tarihi bir mekanda tiyatro seyrediyorum... Çok etkileyici... O sahneden kimler geldi, kimler geçti acaba diye düşünmeden edemiyorsunuz? Neler yankılandı? Kimler alkışlandı? Hangi ustalar çıktı sahneye, bugünlere görülmeyen ama hissedilen hangi birikimlerini bıraktılar? Aklıma, hep Münir Özkul'dan dinlediğim ve Haldun Taner'e ait olduğunu öğrendiğim sözler geldi: "Zaten aktör dediğin nedir ki? Oynarken varızdır. Yok olunca da sesimiz bu boş kubbede bir hoş seda olarak kalır. Bir zaman sonra da unutulur gider. Olsa olsa eski program dergilerinde soluk birer hayal olur kalırız. Görorum hepiniz gardroba koşmaya hazırlanorsunuz. Birazdan teatro bomboş kalacak. Ama teatro işte o zaman yaşamaya başlar. Çünkü Satenik’in bir şarkısı şu perdelerden birine takılı kalmıştır. Virjinya’nın bir diyaloğu eski kostümlerin birinin yırtığına sığınmıştır. İşte bu hatıralar, o sessizlikte saklandıkları yerden çıkar, bir fısıltı halinde yine sahneye dökülürler. Artık kendimiz yoğuz. Seyircilerimiz de kalmadı. Ama repliklerimiz fısıldaşır dururlar sabaha kadar.
Gün ağarır, temizleyiciler gelir, replikler yerlerine kaçışır. PERDE."


Ben balkonda ön sıranın tam ortasında oturdum. Salon tamamen dolu değildi. TV'lerdeki dizileri seyreden milyonlara karşı, buraya gelen bir avuç insanın mesajları direkt alabilmesi, neler oluyor hissedebilmesi, sorgulaması, çevresiyle tartışmasının etkisiyle boy ölçüşemez.
İşte bu suya atılan taşın halkaları gibi... Hep büyüyecek...

Ferhan Şensoy...
Sahnede...
Yılların tecrübesi, birikimiyle...
Aklıyla...
Bilgisiyle...
Anılarıyla...
Çabalarıyla...
Kültürüyle...
Eğer, görmeyi becerirsek bize ne kadar muhteşem bir ayna tuttu. İçimize bugünden bir tortu bıraktı. Bizi düşündürsün diye...
Açık, net, ima etmeden isim vererek içinde bulunduğumuz tehlikelere işaret etti.
Yani anlayana da, anlamayana da davul zurna eşliğinde!

Çocukluğunda, yaşıtları gerçek silahlarla havaya attıkları parayı delme oyunu oynarken, O komşu kızına limon kabuğundan terazi yapıyordu. Büyüdü kendi deyimiyle terazi manyağı oldu, insan sarrafı oldu... Hep insanları tartmaya çalıştı...

Artık, 1940'lardan kalma gazeteleri okuduğunu söyledi. O günlerin resimlerini ve yazılarını anlattı, yaşattırdı bize. "Böylece, kendimi laik bir ülkede yaşıyor zannediyorum" diyerek kapadı birinci perdeyi.

İkinci perde sonunda ise babasına bir mektup yazdı ki mum ışığında... Benim gözlerim doldu. "Kurtuluş Savaşı'na katılmış biri olarak, bugünleri görmemen iyi oldu." diye ekledi mektubun sonuna...

Alınacak çok mesaj vardı oyunda... Geleceğimize sahip çıkmak için, durup düşünüp değerlendirmek için çok sinyal vardı... Ve yazılmış mektupların en iyisiydi... İçi gerçeklerle doluydu... Göstermelik değildi... Bembeyaz bir kağıda yazılmış, gerçek kelimelerdi... Öyle kuşların kanadına yazılan cepteki kelimeler değil!?!

Hiç yorum yok: