13 Şubat 2007

Dolu dolu bir hafta...

Yaklaşık 1 haftadır yazmıyorum... Haberleri de bu arada çok takip edemedim... Ama gündem hep yoğun ve önemliydi... Lakin biri var ki, bunları çözecek, sorumluluk mevkiinde olan biri... "derin devlet" diyor başka bir şey demiyor. Ülke içerde dışarda acayip önemli olayları yaşıyor... O tutturuyor "derin devlet"... Yani kafayı derinlere gömüyor... Devekuşu gibi...

Neyse, konumuz bu değil bugün... Geçen hafta İzmir'den Canan gel
di... 3 günlüğüne geldi. Süper bir program yaptık. Çok fazla yer gezdik... Yediğimiz içtiğimiz konuştuğumuz güldüğümüz bizim olsun... Size gördüklerimizi anlatacağım :))
Çarşamba günü öğlen geldiği için programı Bağdat Caddesi ile kısıtlı tuttuk. Önce Bostancı Pazarı'na uğradık tabi ki... Penyeler, pijamalar aldık... Ivır zıvırlara baktık. Oradan Cadde... Dolmuş'a binip Caddebostan'a gidilir, oradan geriye yürüyerek dolaşarak gelinir ki zaman iyi değerlendirilmiş olsun...

Perşembe günü ise saat 08.35 deniz otobüsü ile Kabataş'a indik. Önce Mısır Çarşısı önünde kafelerde çay içtik gevreklerimizi yedik. Mısır çarşısında gezdik. Ki öyle büyük bir yer değil. Gezdik dediysem bir tur attık. Canan üzüm çekirdeği aldı. Çok faydalı... Oradan Kapalıçarşı'ya yürüdük... Çok güzel bir yer.
Ben çok seviyorum orayı. Bol bol dolaştık, dükkanlara vitrinlere baktık. Oradan tramvayla Yerebatan Sarayı'na geldik. Çok güzel bir yer... İlk defa gördüm ben... Çok etkilendik. Işıklandırma çok güzel, çok etkileyici. Görevli memur bize bilgi de verdi. Mesela gözyaşı sütununu anlattı. Sarnıcın inşasında 7000 işçi çalışmış. 3000 tanesi ölmüş... Ölenlerin anısına üzerinde damla desenleri olan "gözyaşı sütunu" yapılmış... O sütun üzerindeki deliğe başparmağımızı sokup 360 derece döndürerek dilek diledik.

*** *** *** *** *** *** ***
Sultanahmet Me
ydanı'na çıktık. Bu arada Belediye "seyyar kitap" uygulaması başlatmış. İnsanların kamuya açık mekanlarda buldukları kitapları okuyup, tekrar bırakmalarıyla kitabın okunma sayısını artırma ve daha çok kişiye ulaşması sağlanacak. Güzel bir çalışma bence. Ben kitabı aldım. (İstanbul'a şiirler) Canan Ayasofya'yı dolaşırken (daha önce dolaşmıştım) cafelere oturup okumaya başladım. Ama kitabı beğendim, bırakmaya gönlüm razı gelmedi. Aldım kütüphaneme koydum. Yani, zinciri kırdım.
Sultanahmet Meydanı'nda poz verdikten sonra camiye girdik. Camiye daha önce de girmiştim ama çok beğeniyorum burayı. Aydınlık, pırıl pırıl, huzur veren bir havası var Sultan Ahmet Camisi'nin. O işçilik, görkem insanı çok etkiliyor. Hele cami avlusuna padişahın atıyla girdiği kapıdaki zincir perde beni çok etkilemişti. Daha önce yazmıştım. Padişah Allah'ın evine girerken mağrur girmesin, başını eğerek girsin diye yaptırmış. Ne büyük ve ince düşünce! Tabi cami içinde de poz verdik. Ama bakar mısınız bir benim pozuma bir Canan'ın pozuna. Ben gayet cami içinde olduğumu bilerek poz vermişim. Arkadaş ise sanki kordonboyu'nda :)))
Camiden çıkınca acıktık ve asıl Sultanahmet Köftecisi'ne gittik. Selim Usta yazan yer... Köfte, piyaz ve irmik helvamızı afiyetle yedik. Kredi kartı geçmiyor. Peşin ödüyorsunuz... Köfte çok lezzetliydi gerçekten... Duvarlarda bir sürü fotoğraf, anı mektubu vardı. Ben nereye mi oturmuşum? Recep Tayyip Erdoğan belediye başkanı iken yazdığı mektubu çerçevelemişler. Tam onun önündeki sandalyeye...

*** *** *** *** *** *** ***
Karnımızı doyurduktan sonra Miniatürk'e gittik. Ne güzel bir yer orası öyle... İzmir'imizin saat kulesi...
Nemrut Dağı... Sümela Manastırı... Mardin Evleri... Meclis Binası... Daha neler neler... Çok güzel bir yer... Biz oradan çıkınca hemen şu da olmalıydı, bu da olmalıydı diye konuşmaya başladık. Farkettik ki yapılanı öveceğimiz yerde, hemen eleştirmek bizim kanımızda var... Bunu farkedince sustuk. Bu yapılan çok iyi, daha iyisi de mutlaka yapılır dedik kapattık konuyu.

*** *** *** *** *** *** ***
Çay vektimiz gelmişti. Ver elini Piyer Loti yaptık... Çikolatalı pasta (çok güzel değil. Hatta hiç özelliği yok) ile çay içtik. Bahçesindeki
havuzda kırmızı balıkları seyrettik. Manzarayı içimize sindirdik. Dönüşte de teleferikle mezarlık üzerinden aşağıya indik. Biraz önce bir haber aldım. Yılların "Piyer Loti"sini değiştirmek istiyormuş belediye... Bu zihniyeti anlamak mümkün değil artık. Ne tarih, ne kültür, ne sanat, ne bilim... Anladıkları ne var... Var olanı sahipleneceğine, taş üzerine taş koyacağına... Sokak ismi, kaldırım rengi, kaldırım taşı değiştirmekten başka anladıkları yok belediyecilikten...










*** *** *** *** *** *** ***

Son durak Süleymaniye Camii kaldı. Eminönü'nden yayan yukarıya tırmanmaya başladık. Öyle kolay olmadı... Günün bütün yorgunluğu çökmüştü üzerimize... Dilimiz dışarıda Süleymaniye bahçesine girdik. Camiyi görünce tüm yorgunluğumuz geçti. Muhteşem bir yer... Muazzam... Şehre hakim bir manzara... Mimar Sinan'ın dehası... İnsan "neydik ne olduk" diye düşünmeden edemiyor... Bu akılları, bu mimariyi, bu sanatı yaratan atalarımız değil miydi? Ne oldu da bugünlere geldik? Bu muhteşem yapıların duvarına iğrenç şekilsiz binaları yapıştırdık?










*** *** *** *** *** *** ***

Sonra, gerçekten çok yorgun olarak deniz otobüsüne bindik Bostancı'ya geldik. Taksiye binmek istedik. Gideceğimiz yeri yakın buldu bizi almadı. Cuma günü İzmir'e gideceğimiz otobüs biletini aldık. Eve geldik ama ne konuşacak ne bir adım daha atacak halimiz kamıştı... Erkenden sızdık. Ertesi gün ise planlarımızı iptal ettik. Evde keyif yaptık. Geç kalktık, kahvaltı.. Bir ara dışarı çıktık o kadar... Zaten akşamına da otobüse binip İzmir'e gittiiiiikkkkkk....

Hiç yorum yok: