12 Eylül 2009

çürük zamanlara denk geldi hayatlarımız

Bakıyorum çevreme, siyasete, devlete, yönetenlere, yönetilenlere...

Bir çürümüşlük, kalitesizlik... Saygısızlık... Dibe doğru eğilmişlik, ayaklara kapanmışlık...
Düşündüm ki doğanın düzeni gibi toplumların düzeni de. Bana göre elbette...

Tohumun hayatı gibi...

Topraktan ince, cılız, taptaze, yepyeni, pırıl pırıl bir fidanın inatla, ısrarla başını yukarı çıkarması. Köklerine sapsağlam bağlı, dimdik ayakta, varoluşunun her anını bilerek unutmadan, bedeninin güçlenmesi... Yükselen bedeninde yeni tomurcuklar çıkması.. Bu tomurcukların hayata güven içinde göz açmaları, topraktan başını uzatma mücadelesini yaşamadan, köklerine yukardan bakarak büyümeleri... Sonunda, boynunu bükmesi, çürümesi, bir gün toprağa tekrar karışması...

Sonrası aynı döngü, aynı mücadelenin tekrar tekrar devamı...

Osmanlı'nın çürümüş meyveleri toprağa düştüğünde, başı dimdik bir cumhuriyet filizlenmişti. Benden önceki nesil filizi güçlü kılmak içinde kökünden kopmadan dik ayakta kalmasını bilmişti. Benim neslim belki biraz daha öncesi hazır büyümüş ağacın, güvenli kollarında gözümüzü açtık, havaya girdik. Başımız kökümüzden uzaklaştıkça da bir kaç kuşak öncesini unuttuk.

Biz şimdi tam da bu çürüme dönemindeyiz. Bana göre meyvenin toprağa düşmesine daha var. Bu döngüyü galiba ille de yaşayacağız. Herkes de yaşıyordur. Aradaki fark sadece sürecin kiminde kısa, kiminde uzun olmasından başka değildir.

Hiç yorum yok: